Sayın Balkaç peki 'siz ne diyorsunuz'!
Eskiden, henüz “mahalle”den “getto” düzenine geçiş yapılmayan zamanlarda, dedikodu saatlerinin değişmez taktiğiymiş; meraklı teyzeler, nispeten ketum olan teyzelerin ağzından laf alabilmek için hep aynı yolu takip edermiş:
- Ben söylemiyorum, başkalarının yalancısıyım, milletin ağzı torba değil ki büzesin şekerim, senin için öyle böyle diyorlar!..
- ...
- Eeee peki sen ne diyorsun?
***
NTV’deki Nilgün Balkaç-Sadullah Ergin sohbetini izlerken, bu hikayeyi anlattı gazetedeki arkadaşlardan biri. “Acaba” diyorum Balkaç’ın soru sorma girişimlerinin, belli sözleri söylemeye kurulu oyuncak bebekler gibi her defasında aynı kalıpla bitmesi çağrışım yapmış olabilir mi:
-Sayın Bakan, Balyoz kararı için öyle-böyle diyorlar, siz ne diyorsunuz?
- Sayın Bakan, babalık ve kocalık haklarından men, rütbelerin sökülmesi konusunda öyle-böyle diyorlar siz ne diyorsunuz?
- Sayın Bakan, tutuksuz yargılanan sanıklara verilen ceza konusunda öyle-böyle diyorlar siz ne diyorsunuz?
-Sayın Bakan, Yargıtay safhasıyla ilgili olarak öyle-böyle diyorlar siz ne diyorsunuz?
- Sayın Bakan, Kılıçdaroğlu, yargılama için öyle-böyle diyor siz ne diyorsunuz?
***
Benim sorularım var; ama “Sayın Bakan”a değil “Sayın Balkaç”a:
Hadi anladık soru soramıyorsunuz... (Hoş sorsanız ne olacak! Sadullah Bey’in gülmek ile gülmemek arasında gidip gelen mimiklerini kontrol etmeye çalışmaktan, kafamızda soru işareti bırakmayacak netlikte bir cevap verdiği görülmüş şey değil ki size! Yarattığı mağduriyetleri düşününce Balyoz Davası gibi bir trajedide komik olan neyse!)
Bir gazetecinin sorması gereken soruları, “öyle-böyle diyorlar” diye hukukçular, gazeteciler, sanık yakınları, siyasiler üzerinden yöneltmek suretiyle, bu kimseleri “hedef” haline getirmesi, “Sayın Bakan”a orada bulunmayan insanlar hakkında dilediği gibi konuşma zemini yaratması ve bütün bunları yaparken “Tabii Sayın Kılıçdaroğlu’nun, tabii dava avukatlarının, tabii sanık yakınlarının cevap hakkı var” anonsu yapıp yayını “tek taraflı” olmaktan çıkarma girişiminde dahi bulunmaması etik midir? “Değildir” diyenler var... Peki siz ne diyorsunuz?
Gazeteci/haberci dediğin; “Ceza alanlar arasında iddialara konu olan dönemde Türkiye’de bulunmadığını, hiç giriş-çıkış yapmadığını kanıtlayanlar var” hatırlatması yaptı diye kendisine “Hüküm cümleleri kurmayın” diye ayar veren “Sayın Bakan”a; “Bir insan darbe planı yaptığı iddia edilen dönemde dünyanın bir ucunda ABD’de NATO Karargahında olduğunu her türlü resmi evrakla belgelendirmiş ise bu kanıt değil midir” diye sormaz mı diyenler var... Peki siz ne diyorsunuz?
Gazeteci/haberci dediğin; “Yargılama bitmedi yorum yapamam” diyen “Sayın Bakan”a bu yargılamadan yola çıkarak “Türkiye dönüşüyor. Bu hayati önemdedir. Sevindiricidir” diye dokuz kat davul çaldırmak kıvamındaki sözleri “yorum” olmuyor mu, “hükmü peşinen kesinleşmiş saymak” olmuyor mu diye sorar... Ya üst mahkeme kararı bozar da “dönüşüm”ü terse çevirirse, “Sayın Bakan” oradan çıkacak kararı biliyor mu ki böyle kesin konuşuyor, diyenler var. Peki siz ne diyorsunuz?
Gazeteci/haberci dediğin; Yargıtay’ın kararı bozması halinde dosyanın “aynı mahkemeye” geri döneceği bilir ve bunu sorup gülünç duruma düşmez diyenler var... Peki siz ne diyorsunuz?
Gazeteci acı söyler Sayın Balkaç; “çanak” işlevine sahip sorularda ısrar ederseniz, “Ankara Temsilcisi” değil de “AKP’li bakan ve yöneticileri ağırlamaktan sorumlu temsilci” diye anılır olacağınızı söyleyenler var... Peki siz ne diyorsunuz?
Selcan Taşçı
+++
Vatan haini bir adam hoca olsa ne, hacı olsa ne
Bütün zamanlarda ama özellikle Kurtuluş Savaşı günlerinde namussuzlar namussuzluktan yararlanmada başlıca iki unsuru kullandılar: Din, para.
Dinin kullanımını bu sütunda sık sık dile getirmekteyiz. Paranın kullanımına gelince, Atatürk bu hıyanet aracına daha Erzurum Kongresi’nin açılışında dikkat çekmiştir. Şöyle diyor:
“Memleketimizde çok miktarda yabancı parası ile birçok propaganda cereyan ediyor. Bundaki amaç pek açıktır: Milli hareketi sonuçsuz bırakmak, milli istekleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emellerini, vatanın bazı önemli kısımlarını işgal amaçlarını kolaylaştırmaktır. Bununla beraber her devirde, her memlekette ve her zaman ortaya çıktığı gibi bizde de kalp ve sinirleri zayıf, anlayışsız insanlarla beraber, vatansız ve aynı zamanda refah ve kişisel çıkarlarını vatan ve millet zararında arayan sefiller de vardır. Doğu işlerini idare ederken, zayıf noktaları arayıp bulmakta, elinden çok iş gelen düşmanlarımız, memleketimizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir.” (Atatürk, Söylev ve Demeçler, 4-5)
Namuslu muhaliflere
dokunmadı
Namuslu adamların muhalefetleri ne kadar can yakıcı olursa olsun onlara dokunulmamıştır. Dokunulmayanlar içinde Kurtuluş Savaşı’nın başbuğuna aşağıdaki davranışları reva görenler de var. Tarihçi Enver Behnan Şapolyo, yaşayarak gördüklerini kayda geçiriyor:
“Mecliste Atatürk’ün şahsıyla uğraşanlar vardı. Bir gün yine Meclis’te idim. Trabzon mebusu Ali Şükrü kürsüde konuşuyor, herşeyi şiddetle tenkit ediyordu. Mebuslar onu susturmak için ayak teptiler. Bunlar arasında Atatürk de vardı. Ali Şükrü herkesi bırakıp Atatürk’e dönerek, ’Paşa, Paşa insanlar ayak tepmezler!’diye bağırdı. Fakat onun bu sözüne kimse aldırmadı. Yine bir gün, operatör Emin Bey, gençler evlenirken erkekler de, kızlar da muayeneye tabi tutulsun deyince muhalif grup: ’Kızlarımızı doktorlara mıayene ettirmeyiz’diye bağırdılar.
Atatürk kürsüye gelerek, bu layihayı müdafaaya başladı. Bunun üzerine Erzurum Mebusu Hüseyin Avni, sac sobanın önünde bulunan bir odunu Atatürk’e fırlattı. Fakat bu odun zabıt katiplerinden birine rast geldi; katip baygın yere yuvarlandı. Yine Atatürk buna sabırla cevap verdi” (Şapolyo, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele’nin İç Alemi, 101-102)
Atatürk’e sövmeyi
din haline getirenler
Ali Şükrü, bizim yakın tarihimizin en garip tiplerinden biridir. Namuslu bir adamdı. Bunu Ali Şükrü’nün en ağır saldırılarına muhatap olan Atatürk bile dile getirmektedir. Ali Şükrü, mesela, bir Rıza Nur değildir. Rıza Nur da Atatürk’e sövmekle tarih olmuştur ancak Ali Şükrü’den farkı; ahlaksız, dinsiz, müptezel hatta bazı kayıtlara göre homoseksüel, rezil bir tip oluşudur. Atatürk’e sövmeyi din haline getiren dinciler, son zamanlarda birinci derecede işte bu rezil adamın Atatürk hakkındaki küfür ve hezeyanlarını delil olarak kullanmaktalar. Bu da ayrı ve çok vahim bir namus zaafıdır.
Biz burada, şunu görmezlikten gelemeyiz: Ali Şükrü, hastalık çapında bir Atatürk düşmanıydı. Bütün siyasal hayatı Atatürk’e saldırmak, onu küçük düşürmek, ona sataşarak tatmin bulmakla geçmiştir. Kişilik yapısı bakımından Ali Şükrü’ye benzeyen bir mebus da Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Ulaş’tır. O da Atatürk’e hastalık çapında düşman olanlardan ve en ağır hakaretleri edenlerden biridir. Bu muhalifler, haset ve kin krizleriyle sataştıkları Atatürk söz konusu olduğunda birer ’acaip mahluk’a dönüşüyorlardı.
“Ali Şükrü, Mustafa Kemal’i hiç çekemezdi. Bütün tenkidlerine onu hedef tutardı. Mecliste mütemadiyen her vesileden faydalanarak Gazi’ye hücum ederdi. Bu menfii hareketleri ile, kendine bir şöhret yapmıştı.” (Şapolyo, age. 154-156)
İskilipli’nin
yargılanması
Atatürk işte bu Ali Şükrü’den ağır şikayetlerle huzuruna gelenlere şu tarihi sözü söylüyor:
“Onun muhalefetine katlanalım, çünkü namuslu bir adamdır. Diyelim ki onu bertaraf ettiniz; onun yerine hem muhalif hem de namussuz biri gelirse ne yapacaksınız.”
Atatürk Ali Şükrü’yi öldüren Topal Osman’ın, emniyet güçlerince yakalanması emrini vermiş, ölü olarak ele geçirildiğinde ise cesedini TBMM’nin kapısı önünde asarak sallandırmıştır. Müdafaa-i Hukuk öncülerinin namuslu adama saygıları böyleydi. Vatan haini namus yoksunlarına ise asla acımamışlardır. Mesela İskilipli Atıf’la Babaeski müftüsü Abdurrahman’ı, vatana hıyanetleri yüzünden (Şapka Risalesi yüzünden değil), hocalıklarına hiç bakmadan İstiklal Mahkemelerinde yargılayıp asmışlardır.
Vatan haini bir adam hoca olsa ne, hacı olsa ne!!!
Yaşar Nuri Öztürk / Yurt
+++
GÜNÜN SORUSU
Balyoz hükümözlüleri:
- Daha bunun Yargıtay’ı var, diye teselli ediliyorsa da...
(...)
Peki acaba Yargıtay bağımsız karar verecek bir kompozisyon içinde mi? Soru işareti?
Melih Aşık Milliyet