Say ve Alaton
Kişinin “en iyi yaptığı iş” bahsinde ülke ve dünya çapında olması, her türlü takdirin üzerindedir.
Fazıl Say, uluslararası bir piyanist. İshak Alaton çok başarılı ve ünlü bir işadamı. Buraya kadar tamam. Hatta şahsî başarıları ülke başarısına da bir katkıdır; her ikisine de teşekkürler.
Tamam, teşekkür de...
Fakat, alanında ülke ve dünya çapında başarılı olan bir kimsenin kendini her konuda her şeyi bilen biri olarak görmesi ve kendini her konuda kesintisiz haklı olarak algılaması, izahı zor bir durum.
Sadede gelecek olursak!
Fazıl Say’la “Fetih 1453” filminin müziklerini yapma konusunda bir görüşme yapılmış. Say da filmin bir bölümünü seyredip, “Fetih 1453”ün müziklerini yapmaktan vazgeçmiş.
Hakkıdır, yapar, yapmaz.
Lâkin gerekçesi çok ilginç:
“(...) insanlar iyi bir film ile karşılaştıklarında mutlu olmakta... İyi bir film ise, kanımca sadece bir toplum için değil, tüm toplumların, tüm insanlığın kalbinde ‘iyi’ olursa işlev görecektir. (...) Bu film, diğer toplumlarda maalesef sorun yaşayacak. Sürekli Türk kahramanlığını övüyoruz. (...) Sadece Türkler sevinecekse, başkası niye seyretsin o filmi?”
Ve daha neler, neler...
Güler misin, ağlar mısın?
Bir Batılı İstanbul’un fethine niye sevinsin? Türk milleti İstanbul’u fethetmekle niye övünmesin? ABD, Vietnam’da rezil rüsva oldu amma çektiği filmlerle sanki savaşı kazanmış gibi halkını tedavi etti. Bu filmlerin çoğunu CIA destekledi. Amerikalılara “Çocuklarınız boş yere ölmedi” terapisi yapıldı.
Yine Kızılderilileri kökten yok eden aynı ABD hâlâ “Beyaz adamın iyi, Kızılderili’nin kafa derisi yüzen yabani” olduğuna dair filimler çeker. ABD’de ve Batı’da bu işler hiç yadırganmaz.
Üzerine basa basa ve altını çize çize söyleyelim ki, Batı, toptan Türk’e ve Türk’te ne varsa ona düşmandır.
Böyle deyince, bizi anlamakta zorlanıyorlar.
Zorlanıyorlar amma AB’de niçin istenmiyoruz, izah edemiyorlar. Birinci Cihan Harbi’nde Almanlarla aynı safta olmamıza rağmen Filistin İngilizlerin eline geçince Almanlar sabahlara kadar içki içtiler, kilise çanlarını çaldılar, “Filistin’i Müslüman Türk’ten kurtardık” diye. Ve onlar İstanbul’un Türklerin eline geçmesini hâlâ hazmedebilmiş değiller. Çörçil, “Nesillerden beri İngilizceye yerleşmiş olan sözcüklerin değiştirilmesine karşıyım. Şimdiye kadar kullandığımız sözcüğün özel bir anlamı yoksa, yerel kullanım biçimini benimseyebiliriz. Ancak İstanbul ve Ankara için bu, söz konusu olamaz. ‘Constantinople’ sözcüğünün asla terk edilmemesi gerekir, ancak aptalların anlaması için ‘İstanbul’ tırnak içinde yazılabilir” derken ne demek istiyordu acaba?
Tabii bizim Say gibilere bunu anlatma şansımız yok, öyle görünüyor..
***
Gelelim İshak Alaton’un söylediklerine...
Geçtiğimiz günlerde Haber Türk televizyonunda Balçiçek İlter’in konuğu olan Alaton, tarihimizle yüzleşme bahsinde esti, gürledi ve Ermeni tehciri için, “Niçin yüzleşmiyoruz” dedi.
Alaton’a göre Türkiye bir soykırım yaptığını kabul etmeli imiş. Bu kabulle, mesele kapanır gidermiş. Çünkü babaların işlediği suçun cezası evlatlara çektirilmezmiş, çektirilemezmiş. Bu evrensel bir hukuk kuralı imiş...
Ört ki, ölem...
Türkiye “Ben soykırım yaptım” diyecek, Batı ve Ermeniler bu işin peşini bırakıverecek, öyle mi? Alaton gibi bir adam bu kadar saf olabilir mi? Bu tanımanın arkasından tazminat, tazminatın arkasından toprak talebinin geleceğini bilmeyen mi var? Bunu Ermeniler söylüyor, Ermeniler adına konuşan Batılıların tamamı söylüyor. Yani Türkiye soykırımı tanıdığında, ardından gelecek devasa taleplerin bütün dünya farkında, bir İshak Alaton’un haberi yok, inanalım mı?
Vallahi ne diyeceğimi bilemiyorum...
Ne sahipsiz bir milletmişiz böyle...