'Savcısının gazetesi' Aydın Doğan'ı hedef gösterdi. Hürriyet cevap verdi

Cüce, yandaş ve besleme
İktidar borazanlığı yapan gazeteleri eleştirirken, kendini Babıali’nin mülk sahibi ilan eden Hürriyet ’evli evine, köylü köyüne’ dedi. Bakalım gerçekten gazeteciliğe dönebilecekler mi?


Hürriyet’in ”Aydın Doğan neden Ergenekon sanığı değil?“ diye soran ‘savcısının gazetesi’ne verdiği cevap olay oldu. (Laf aramızda, “Ergenekon’un savcısı” Erdoğan’ı ‘idol’ü yapmış Ethem Sancak’ın gazetesi görevini epey ciddiye alıyor...)
Benzer bir ’dik duruş’u Erdoğan ile aralarına ’Deniz Feneri’ girdiği günlerde sergilemişlerdi. Arınç döneminde TBMM boykotuna maruz kalmış, Meclis resepsiyonlarına davet edilmemiş, Başbakan’ın uçağına adım atmışlığı olmayan, ilan-reklam konularında ümüğünün sıkılmasına talimli bir yayın kuruluşu olarak ’hissettikleri’ni anlayabilmiştik.
Bugün ’Babıalinin yeni yandaş sakinleri’ne haklı olarak ’istemezük’ diyen ’mahallenin han işletmecileri’, zamanında bize de bir ’hoşgeldiniz’i çok görmüştü... Hürriyet dün ’boykot’edilmişti.
Bugün ’hedef’ gösterildi.
İkisinde de nasırlarına basıldığı için gazeteciliklerini hatırladılar...
Biz nasırımıza basılmasa da, tetikçi yandaşlara karşı tavır alacak yüreğe sahibiz. Oysa kendini ’Türkiye’de gazete deyince akla gelen kurum’ olarak tanımlayan Hürriyet ve diğer büyük! medya kuruluşları geçmişte gazetecilik yaptığı için baskı da gören, hedef de gösterilen Yeniçağ’ın yanında duramamıştı. Köşelerine çekilip, bir gazeteye yapılan iktidar zulmüne ’marjinallere mübahtır’ mantığıyla seyirci kalmışlardı. Oysa, bizim tek kavgamız, logomuzdaki Atatürk’e, Türk Bayrağına ve bu memleketin ebed müddet Türk kalacağı inancıyla dünyayı kendi dilimizde okuma mücadelemize gölge düşürmemek içindi... Bir çığ gibi okundukça devleşen fikrimizden başka silahımız da yoktu! Vakti zamanında ‘söz konusu medya ise’ ABD’den spontone tercümeye alışan iktidar ile birlikte bize; yani Türkçe’ye ”eeee ne diyoooolaaaa sizin orda... “ tavrıyla yaklaşmış olsalar bile ’bugün Hürriyet’e, yarın diğer medya kurum ve kuruluşların haklı tepkilerinin altına imzamızı koymaktan çekinmeyiz...
Çünkü ilkeli gazetenin büyüklüğünün mezurası tiraj raporu değildir!..

++++++


Babıali’nin genlerine fesat yerleştirildi
Türk basınında adil ve dürüst yarış imkánı ne yazık ki tedavülden kalktı. Kaldırıldı, iptal edildi. Babıáli’nin DNA’sı bozuldu, genlerine fesat yerleştirildi.
Mahallemizin ilginç bazı yeni sakinleri var.
Kalleşçe, birlikte pusu kurup mahallenin eski sakilerinin üzerine çullanıyorlar. Siyasetçi eliyle cüce, yandaş ve besleme bir basın yaratıldı.
Bu basın cüce...
Topunun satışını birbirine ekleseniz, tümünü üst üste koysanız bir Hürriyet etmiyor. Ama yaptıkları yaygaraya baksanız, sanırsınız ki beş katı. Siyasetçi eline bir borazan tutuşturmuş, mahallenin altını üstüne getiriyor.
Bu basın yandaş...
Bütün gün sahibinin dizinin dibinde oturup, ”Saldır“ sesi geldiğinde saldıran yeni bir tür bu. Bildiği tek istikamet, sahibinin işaret parmağının ucu. Konuşabildiği tek lisan, sahibinin iki dudağının ucundan fışkıranlar.
Bu basın besleme...
Kabına kim yiyecek koyarsa onun emrine amade.
”Soygunlar, yolsuzluklar konusunda ne yaptınız“ diye sorsanız, mafyanın üzerine gittiniz mi deseniz, tıs yok. Deniz Feneri deseniz ışığı yok ki sayfalarını aydınlatsın. Lügatlerinde ”Ali Dibo“ kelimesi yok. Yolsuzlukları görmezler, siyasetçinin yalanlama makinesidirler. En iyi bildikleri dal, iftira atmadır.
Bu cüce, yandaş ve besleme basın şimdi Hürriyet’e ve sahibine saldırıyor. Onlara cevaplarını gazetecilikte vermeye kalksak, muhatap yok ki yakasına yapışalım. Mesleki rekabet desek, Babıáli olimpiyatlarında, iftira atma diye bir branş yok. Varsa da biz o yarışta yokuz.
Öyleyse, evli evine, köylü köyüne. Biz gazeteciliğe, siz yarıştığınız iftira ve pislik kulvarına. ”Sahibinin sesi“ olmak çok meşakkatli iştir. Türkiye’de iktidarlar geçici; Babıáli’deki cüce beslemeleri ise onlardan bile gelip geçici. Bizse hancıyız...


++++++

10. GÜN: Hâlâ anırmadı!
Engin Ardıç’ın Seyir Defteri... Mürekkebim azalıyor, zamlar dolayısıyla elektiriği de tasarruflu kullanmak durumundayım; uzatmayacağım:
14 Kasım 2007: 10. gün Engin Ardıç hâlâ anırmadı! Köşesinde yazdıklarından edindiğim intiba, ’büyük lokma yut, büyük laf konuşma’ dersini almış. O cengaver halleri, attı mı mangalda kül bırakmayan sözcükleri gitmiş. Üzerine, kimselerin gözüne batmadan mesaimi doldurayım tavırlı işgüzar devlet memuru hali çökmüş... “Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu...” demişler. Onun için bunları yutmayız be Engin. Yandan yandan sıvışmaya çalışma. Gel, kardeş sözü (gazeteci kardeşliğine binaen) dinle, anır! Karakaçan Bey bu belli mi olur. Gözü TMSF’den aldığın 500 bin YTL’de kalan yetimi, öksüzü de takar arkasına, bir tenhada yakalar, Taksim anıtını, anırta anırta tavaf ettirir sana! Bu hallere düşme, sende kurtul, günlerdir nöbette bekleyen Anırma Takip Timini de kurtar!


++++++



Medya mide bulandırıyor...
Zaman gazetesi adına Ethem Sancak’la röportaj yapan Nuriye Akman soruyor: “Siz patron olarak haberlere karışır mısınız?.. Yoksa ‘Gazeteciler bilir’ mi dersiniz?”
Patron yanıtlıyor: “Ben gazetenin yayın stratejisini stratejik anlamda çok kalın çizgilerle beraber oluştururum.”
Ayrıca röportajın manşete çıkardığı laflarıyla da Ethem Sancak’ın kimliği damgalanıyor... Ne demiş Star’ın patronu: “Tayyip Erdoğan benim idolüm...”
Bu da yetmemiş, eklemiş:“Ben ona sevdalıyım...”
Soruyorlar: “Ergenekon kapsamında (Savcı Zekeriya Öz’e) ifade verdiniz, size ne sordular?..”
Yanıt: “Tuncay Güney bazı iddialarda bulunmuş, benimle ilgili, onu sordular...”
Not: Bu Tuncay Güney Ergenekon davasının maskotu, fıttırık bir ajan, Kanada’da haham olduğu belirtilen bir kişi...
Star’ın dünkü sayısında (12 Kasım 2008) sürmanşet haberini üç kişinin yan yana fotoğrafları süslüyor: Doğu Perinçek.. Veli Küçük.. Aydın Doğan..
İkinci başlıktaki şu tümce gazetenin amacını vurguluyor: “Aydın Doğan neden Ergenekon sanığı değil?..”
Sen şu komünistlikten, Marksçılıktan, Maoculuktan dönme aşiret reisinin medyada yaptığına bak... Ethem Sancak neden gazetesine böyle bir sürmanşet atar?..
Recep Tayyip Erdoğan ne demişti: “Ben Ergenekon davasının savcısıyım...”
Ethem Sancak ne demişti: “Tayyip Erdoğan benim idolüm, ben ona sevdalıyım...”
Ethem Sancak’ın Star’ı bu manşetiyle Ergenekon davasının da ne mene bir şey olduğunu sergiliyor... Ortaya çıkan tablo öylesine mide bulandırıcı ki söylenecek fazla bir şey yok...
* İlhan Selçuk/Cumhuriyet


++++++

Erdoğan ve Gül için Yeni Hayat başlangıcı
Karikatürist neredeyse imkânsızı başardı ve hem Gül’cü hem Erdoğan’cı olunabileceğini gösterdi.
Yaygın inanışa göre Başbakan Erdoğan’la Cumhurbaşkanı Gül’ün arası açık. Cumhurbaşkanlığı sürecinde yollar ayrıldı. Başbakan Erdoğan AKP’de “yalnız adam” konumuna itildi. Gül, Babacan gibi isimleri yanına alıp AKP’de yeni bir “vitrin” oluşturmaya başladı gizliden gizliye.
Basında da Gül’cülerle Erdoğan’cılar bölündü... Başbakan, zamanla Gül’cü gazetecilerin üstünü çizdi. Son olarak da Fehmi Koru’nun.
Gül, Cumhurbaşkanlığı makamında kamuoyu nezdinde iyi puan topladığı için Erdoğan’ın yıpratılmasını gizliden gizliye sevinerek izledi.
Belki de böyle değil, son günlerde Ankara’da konuşulan bir dedikodu fazlasıyla doğru: “ Gül’le Erdoğan artık barıştılar ve eskisi gibi sırt sırta iki yoldaş.” Gerekçe olarak da şunlar gösteriliyor: “Çizer-i Azam” Sabah’ta çalışıyor. Sabah gazetesinin editoryal kadrosu ve yazarları fazlasıyla Gül’cü. Ancak Sabah’ın sahibi Erdoğan tarafından belirlendi. Damadı o grubu yönetiyor. Editoryal kadroyla idari yönetim arasında çatışma mümkün mü?
Başbakan Erdoğan, sanılanın aksine Fehmi Koru’yu aslında hiç sevmedi. Koru’nun kendisine yönelik bu çıkışı da “kişisel”. Fehmi Koru belki de Gül’le Erdoğan’ın arasını bilinçli şekilde bozmak istedi. Erdoğan’la barışında kendisinin Cumhurbaşkanı üzerindeki etkinliğinin azalacağını düşündü.
Karikatürist gibi “orta yolcu” birinin ev davetinin Koru’nun yazısından sonra olması manidar. Bir anlamda barışmanın kamuoyuna gayrıresmi duyurulması gibi. Herkes biliyor ki Karikatürist’in ne kendine ait bir duruşu ne de bir gücü var. Her zaman kim ne buyurduysa onu yaptı. Dolayısıyla bu davet de Gül’ün bilgisi dışında gerçekleşmiş olamaz.
Her şey şimdi başlıyor: Tekrar bir araya gelen Gül ve Erdoğan’ın yeni ajandası ne?
* Oray Eğin/Akşam


++++++



Güç simsarı karikatürist
Karikatürist Salih Memecan Dünya’da olmayan bir modeli oluşturmaya başladı. Karikatür erbabı muhalif olur. Her şeye ve herkese. Memecan ilk ve tek “Yalaka karikatürist” olarak karikatür tarihe geçiyor.
Memecan’ın AKP yandaşlığı New York’ta başladı. Gül ailesinin New York ziyaretlerinde onlara ev sahipliği yapması, ailenin büyük oğlunun ABD’de okurken Memecan’ların yanında kalması ile başlayan yakınlık “Embedded karikatürist” tipinin doğmasını sağladı. Önce eşini AKP’den milletvekili yaptı. Sonra akçeli işlere girişti. AKP milletvekili Nursuna Memecan’ın yönettiği, Salih Memecan’a ait yayın şirketi Milli Eğitim Bakanlığı’na, TBMM’ye ve Türk Hava Yolları’na ürün satar oldu. Salih Memecan THY için afiş çizmeye başladı. Memecan Abdullah Gül’e yakındı ve zaman zaman bu yakınlıkta aşırıya kaçması hem Başbakan’ı, hem de Başbakan’ı rahatsız etmesi nedeniyle Abdullah Gül’ü rahatsız ediyordu. Memecan evinde Başbakan’ı iş ve liberal dünyayla buluşturarak yakınlığının Gül’le sınırlı olmadığını ve topyekün AKP’nin hizmetinde olduğunu gösterdi. Basın Dünyası güç simsarı gazetecilerle daha önce de tanıştı. Ama ilk kez güç simsarı bir karikatürist görüyoruz. Memecan’ı bir ilk olarak saygıyla selamlıyorum.
* Fatih Altaylı / Haberturk.com


++++++

Cankurtaran Nursuna mı?
Çok fonksiyonel olmuş.
Tam Yeni Hayat zirvesinin ruhuna uygun...
AB, Cumhurbaşkanımız gibi sizi de kuvvetlice övecektir. Hadi yine iyisiniz! Kaptınız Çankaya’dan aferini.
Azınlıkları denize dökerek epey risk almışsınız ama değer! Hele bir Nursuna Hanım Başmüzakereci olsun, eski dostlarınız ile birlikte bir yemek de, ‘kaptan köşkü’nde azınlıklara verirsiniz artık!


++++++

MİNİ YORUM
450 bin! Yok mu arttıran?

Hakan Şükür’e iki çift laf edecek diye 700 bin YTL veren TRT, Viyana Kuşatması’na gider gibi hazırlandığımız Eurovision’a komuta! edecek Hadise’ye de 450 bin verecekmiş. Helali hoş olsun! Son fabrikadan son işçi atılana, son memur da cinnet geçirene, son çiftçi son tarlasını nadasa bırakana kadar yolu var...
Vatandaş’ın cebi sıfırı çeksin, ondan sonra göreceğiz kime neyi verecekler!
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları