Şaşırmışsın sen Mirgün!
Mirgün Cabas, Muhsin Yazıcıoğlu’nun suikastçısı olmakla itham edildiği haberi yapan Taraf’a dahi yazılı açıklamayla cevap vermişti. Şimdi kendisini “gazeteciliğe” davet eden Oray Eğin’i dava açarak susturmaya çalışıyor
Taraf’ın eski komiser-yeni akademisyen yazarı kozmik açıklamalarıyla Yenişafak’a manşet olmuş, Dinç Bilgin Star’da günah çıkarıyor, bir yanda “Yaş yetmiş, yazarlık bitmemiş” kavgası, diğer yanda Mehmet Barlas’ın “sinemanın çıtırları bile oluyorsa ben de bal gibi tarihçi olurum” açılımı... Hanidir ilk defa bir pazartesi “seç, beğen, manşet al” bereketiyle gelmişken odatv’nin şu haberi bütün planlarımı ters-yüz etti:
Suikast iması yaptılar
“Taraf gazetesi bir süre önce Mirgün Cabas’ın ısrarlı telefonları sonucu Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini düşürdüğüne dair haberler yaptı, yayın yönetmeni ve yardımcısı NTV ve Mirgün Cabas’la ilgili söylemediğini bırakmadılar, her türlü komplo teorisini yayınlayıp televizyonlarda dile getirdiler... Bu haberi yapan kişi Mehmet Baransu’ydu... Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Baransu’yu doğru çıkan tek bir haberinden dolayı ödüllendirdi... Yeniçağ yazarı Selcan Taşçı da bu ödülün açıklanması üzerine Mirgün Cabas’ı aradı, görüşlerini sormak istedi. Cabas ’Bu konuda yorum yapmıyorum’dedi ve çekimser kaldı...
Akşam yazarı Oray Eğin de bu konuşmayı Taşçı’nın köşesinden alıntılayarak Cabas’a ’Bir günlüğüne omurgalı duruş sergilersen hiçbir şey kaybetmezsin’ diye seslendi ve Cabas’ın her konuda ahkam kesip kendisini savunamayan bu tavrını eleştirdi...
Peki Cabas, Oray Eğin’in eleştirilerine karşı ne yaptı? Kendini savunabildi mi? Hayır. Eleştirilere yanıt verebildi mi? Hayır. Gazeteciliği savunabildi mi? Hayır. Bir duruş sergiledi mi? Hayır. Sadece Oray Eğin’e dava açtı.
Cabas kendini savunamadığı gibi dava açarak kendince insanları korkutacağını sanıyor. Ona gazeteciliğin nasıl olması gerektiğini gösterelim: Mirgün Cabas sen bir korkasın. Hayatında bir kere de dik dur... Hadi bize de dava aç.”
Odatv’nin suç ortaklığı(!)
Odatv, bu yazının altına, Eğin’in satırlarını eklemiş. Yani “suç ortaklığı” yapmış. Bu durumda, ben de ucundan accık “azmettirici” sayılabilirim. “Organize işler bunlar” durumu; sazanların, yandaşların, tetikçilerin, çamur at izi kalsıncıların arayıp da bulamadığı “troyka”!
Belli mi olur... Bir gazeteciyi suikastle itham dahil, her nevi iftiranın altında imzası bulunan sızma muh(a)bire karşı, meslek onurunu koruma yolunu açtığımız için belki bizden de “savunma” isterler. İyisi mi ben şimdiden açıp bakayım suç defterime..
Kabullenmesi çok güç ama, Taraf’ın sürmanşetinden saldırıya uğradığı gün; tamam “bir musibet, bin nasihatten evladır; oh iyi oldu size...” diye dokundurmuşuz ama, Yasemin Çongar, Ahmet Altan, Mehmet Baransu üçlüsüne “Bu nasıl gazetecilik” diyen Cabas’ın yanında yer almışız. Bunu kendi canları yandığında kabul etmelerine kızsak da, Cabas’ın, “işin aslı sorulmadan yapılan haberde ’akıl’ eksiliği olduğu” tezine destek vermişiz. Taraf’ı bir “değer” haline getirenin kendileri olduğunu yüzlerine vursak da, bir propaganda bülteninin yargısız infazına ortak olmamışız.
Ve hatta Mirgün Cabas’ın dahi yapamadığını yapıp, Taraf’a “Haberi yalan çıktı, Baransu’nun işine son vermek için ne bekliyorsunuz?” diye çatmışız.
Liberal demokratın böylesi
İnsani vasıflar, meslek ilkeleri, ideolojik tavır... Hiçbir ortaklığımızın bulunmadığı Mirgün Cabas’ın kendisinin dahi “Bu vak’anın içinde olmak istemiyorum...” dediği “Taraf & Baransu” olayının dibine kadar girip, Cabas’ın şahsında gazeteciliğin onurunu, insan haklarını korumuşuz; çatır çatır.
Cabas’ı suikastçi yapan Taraf, Taraf’a “kalleş” diyen Ruşen Çakır, “akılsız” diyen Mirgün Cabas... Dava açılan Oray Eğin! Kendisinin olmayan bir kavgada sanık sandalyesine oturmayı ancak bir gazeteci başarır herhalde!
Elinde her türlü “cevap” imkanı varken bir gazetecinin başka bir gazeteciye dava açmasına akıl erdiremiyorum. Madem hakkında yazılanlardan rahatsız oldun, hergün canlı yayındasın; çık, işi sana suikastçı demeye vardıran Tarafçılara yaptığın gibi; yağ, es, gürle! Adliye koridorlarında, kalem mahkum ettirmekle uğraşan “liberal demokrat”larımıza iyi bakın; bu modellerden başka yerde bulamazsınız.
Ha vesile olmaktan ötürü bir suçluluk duyuyor musun derseniz; Zerre kadar duymuyorum! Aksine, bu olayda Cabas’ın temsil ettiği, ama benzerlerine hemen her gün başka adlar altında rastladığımız; gazeteciliği de, hukuku da, demokrasiyi de, yalnız ve ancak kendi canı yandığında hatırlayan gazetecilik biçiminin afişe olmasını sağladı ya, bundan iyisi Şam’da kayısı.
* * *
‘Biiip’ler karışmış olmalı
Yolsuzlukları haberleştiren gazeteciler hapis cezasıyla karşı karşıya.
Mehmet Tezkan, televizyon kanallarının RTÜK’ün gazabından kurtulmak için trajikomik yöntemlere başvurduğunu yazmış. Örnek olarak da, Bülent Arınç’ın, CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu için söylediği “Gandi değil Dandi” sözüne uygulanan sansürü hatırlatmış. Buna göre bir haber bülteninde, Arınç ’Dandi’ derken “biiiip” devreye girmiş. Gerekçe ilginç; “Dandi sakız markası ne olur ne olmaz. Üç gün sonra reklam yaptınız diye keserler cezayı..” RTÜK’ün Bülent Arınç’ı bırakın bipletmeyi, süresiz olarak kapatmasını ilk Yeniçağ talep etmişti. Ama “gizli marka iması” nda bulunduğu için değil, “prime time” da ekrana gelen “Leş kargaları, Şeyini şey ettiğimin şeyi, Kaşarlanmış siyasetçi...” gibi “genel ahlakı bozucu” ve çocuk gelişimini sarsıcı sözlerinden dolayı!
* * *
Bir kozada iki böcek: İslamcılar ile eski solcular
Kadri Gürsel, Milliyet’te (3 Ocak günü) güzel, doğru ve vicdanlı bir yazı yazdı. Orhan Pamuk’un, kitapları satsın diye, dünya gazetelerine görüş açıklarken “eksik ve kötü hikâyeler uydurduğunu” söyledi.
Bana göre de Orhan Pamuk, laiklik (Atatürkçülük-Cumhuriyetçilik-bölünmez bütünlük-en hakiki mürşit ilimdir ve egemenlik kayıtsız şartsız milletindir çizgisi) karşıtı dinci muhafazakâr yolun amigoluğunu ve dini siyasete alet eden yapının şakşakçılığını yapıyor. Gürsel’in bu önemli yazısından esinlenerek; onun altını çizdiği noktayı “bir çıt daha ileriye” taşımayı deneyeceğim.
Hepsi bir oldular
Türkiye yazı ve düşünce hayatında; eski dinci-muhafazakâr-Osmanlıcı-padişahçı, “referansımız İslamdır” diyen adil düzenci çizgi ile eski solcu, materyalist, Allah tanımaz ateist, eski darbeci, eski Avcıoğlu çantası taşıyıcı, darbe ortamı yaratmak için Filistin’e gidip “gerilla eğitimi almış” eski goşist ve eski Maocu, dededen varlıklı, köşklerde büyümüş, babası çok ünlü yazar olduğu için kendisi cumhuriyetin nimetlerinden aşırı ölçüde faydalanmış yeni liberal, eski Türkiye Komünist Partisi üst yöneticisi fakat şimdi keskin özel sektörcü, eski sosyal demokrat fakat şimdi AKP’de bakan, hepsi bir oldular.
Atatürk’e saldırıyorlar
Son 70 yıldır boğazlaşanlar, birbirlerine sövenler, birbirlerine silah çekenler, son 3 yıldır aynı tek koza içine girdiler. Bir kozada 2 böcek oldular.
Laikliğe, Cumhuriyetçiliğe, Mustafa Kemal’e, bölünmez bütünlüğe kalemleriyle, kameralarıyla, söylemleriyle hücum ediyorlar. Başbakan’ın uçağında, Cumhurbaşkanı’nın gezisinde; muhafazakâr dinci ile dönmüş eski solcu, “Mustafa Kemal’i ve onun devlet adamlığını halkın gözünde ve gönlünde geriletmek” arzusu ve iştahı ile biraraya geliyorlar.
3 yeni korku buldular. 3 yeni korkudan 3 yeni düşman; “Ordu düşmanlığı, Atatürk düşmanlığı, bölünmez bütünlük düşmanlığı” ürettiler ve bugünlerde “demokrasiye tam geçiş-ordu vesayetini bitiriş-jakobenizmi sonlandırma” sahte sloganlarına sarılarak saldırıyorlar. Orhan Pamuk’un klip figüranlığı vız gelir tırıs gider. Laiklikten kıymık koparamazlar.
l Necati Doğru / Vatan
* * *
Pamuk kadar yumuşak!
Medya figürü Orhan Pamuk PBS televizyonuna “laikler demokrat değil”demeye getiriyor. Kabul, laiklerin birçoğu demokrat değil... Peki, iktidardaki İslamcılar demokrat mı? Türkiye’de yaşanan, iyi ve kötü arasındaki bir mücadele değil. Bu, iki kötü arasındaki rezilce bir iktidar kavgası... Pamuk’un şahsi hikâyesinde en çok merak ettiğim, sert bir hükümete karşı neden bu kadar yumuşak olduğu...
l Kadri Gürsel / Milliyet
* * *
Buna tıpta paranoya deniyor
Savcının son tutuklama talebinde ne suikast, ne dinleme suçlaması yer almıştı. Yargıç subayları salıverdi.
Demeye kalmadı bu defa Yargıç Kadir Kayan’ı takip ettiği iddiasıyla iki araç yakalandı. İçindeki erler karakola çekildi. Yandaş medya “Ordu çıldırdı” gibi başlıklar attı. Cihan Haber Ajansı kamerasının bu tür olaylarda anında hazır bulunması ayrıca ilgi çekti! Sonunda anlaşıldı ki bunlar da çarşıya giden marangoz, aşçı, elektrikçi erlerdir. Anlıyacağınız artık çarşıya giden erler bile kuşku çekiyor ve takip ediliyor. Bunun adına tıpta paranoya deniyor.
Paranoyaklarda genellikle takip edilme duygusu ağır basar. Kuşku ve güvensizlik doruktadır. Kendi ürettikleri hayali senaryolara kuvvetle inanırlar. Şu fıkra özellikle onların hoşlarına gider:
Adam psikoloğa gitmiş. Şikâyetini anlatmış... Yatağının altında bir timsah olduğunu hissediyormuş. Ama kimse ona inanmıyormuş. Tedavi birkaç seans sürmüş. Ama hasta birden ortadan kaybolmuş. Uzun süre ortada görünmeyince doktor merak edip araştırmış. Bir yakınından şu haberi almış:
- Rahmetli yatağının altında nasıl saklandığı anlaşılamayan bir timsah tarafından yenilip yutuldu... l Melih Aşık / Milliyet
* * *
Durum vahim
“Paranoyak olmanız, takip edilmediğiniz anlamına gelmez” diye bir sözün varlığından haberdarım elbette.
Ama güvensizliğin bu kadarına ne isim verilmeli bilemiyorum.
Bir yargıç “beni zehirleyebilirler” diye düşünüyorsa ve üstelik bu korkuyu devletin önemli kurumlarından birinde yaşıyorsa, durum gerçekten vahim olmalı.
Kişisel olarak bu haberin doğru olmadığını düşünmek istiyorum.
l Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
* * *
Şeyh Bedrettin’in kemikleri
Çınar gölgesi mi olsun, ceviz mi, ona varana kadar tartıştıktan sonra Nazım Hikmet’in mezarına “yeşil ışık”... Ahmet Kaya’nın hangi kabristanın hangi parseline yerleştirileceği dahi hazırdır... Noel Baba’nın kemiklerini dahi taşımaya talip Kültür Bakanlığı, Şeyh Bedrettin’e “yassak hemşehrim” demiş! “Yağmur çiseliyor / Serezin esnaf çarşısında / bir bakırcı dükkanının karşısında / Bedreddinim bir ağaca asılı” diyen kim? Nazım Hikmet! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?..
* * *
MİNİ YORUM
Ünlü Türk dönekleri
Engin Balım, Kültür Bakanlığı’nın mutlaka “müze açılımı” kapsamında değerlendirmesi gerektiğine inandığım bir öneride bulunmuş: “Türkiye’de dünyanın ilk döneklik müzesini yapalım ve içine ünlü Türk döneklerinin bal mumu heykellerini koyalım. Var mısınız?”
Eeee var mısınız; Noel Baba kemiği aramaktan daha zahmetsiz olmaz mı?