Sarı çocukların rengi attı
Şaşırmayın hemen, Çinliler değil konumuz; gazeteciliğin dışını cilalayıp, içine küf tutturan “sarı basın”ın mirasyedileri ve yeni sezonun “çocuk” modasından bahsediyoruz bugün
AKP’yi desteklersen yandaş...
CHP’yi desteklersen candaş... Karizmayı kurtarmaya yakın bir yafta istersen yoldaş oluyormuşsun.
Nazlı Ilıcak’tan yandaşların iktidarın elini eteğini öpmesinin, candaşların muhalefeti iktidar yapma çabası kadar fena bir şey olmadığını, Mehmet Tezkan’dan yandaşların rüzgarına, “karşı rüzgar” estirmenin mübah olduğunu, Can Ataklı’dan, CHP’nin derdinin bir gazeteciyi germesi için, o gazetecinin CHP’ye oy vermesi gerektiğini öğrendik bu öğretici süreçte.
Ha, tabii en önemlisi Doğan Grubu’nun “duy da inanma” dedirten bir meslek ilkesini hatırlattı bu süreç bize: “Gazeteci, mesleki çalışmalarını her türlü çıkar ve nüfuz ilişkisinin dışında tutar, herhangi bir siyasi partide aktif görev almaz.”
Burada da parmak kaldırma ihtiyacı doğdu: -Örrrttmenim, bakanlarla teşvik pazarlığı, belediye başkanlarıyla imar pazarlığı, AB’li siyasilerle makbuz pazarlığı çıkar ilişkisi sayılmıyor mu?
Temennimiz merkezde durduğu iddiasındaki medyadan daha fazla parti yöneticisi, milletvekili, bakan çıkması, bu vesileyle, ilkelerini daha sık hatırlamaları yönünde...
Bu arada “günü yakalama” çabasına giren Milli Gazete’den “kardeş medya” açılımı geldi dün. Korkarım ki bundan sonraki adım kimileri için “dindaş”, kimileri için “kandaş medya” olacak...
Asil bir yan çiziş
Gecenin bir yarısı, bu işin içinden çıkmaya azmetmiş bir televizyon programına denk geldim.
Ekrandaki büyük teoriysen, “Bu bir yellow press (sarı basın) olayıdır” dedi.
İzleyici sordu: “Peki green press (yeşil basın) hakkında ne düşünüyorsunuz?”
Ulu kişi, kendisini gizemli, buyurduklarını vahiy kılmasını sağladığına inandığı, “sıra dışı, aykırı, farklı” duruşunu soktu devreye... Önce, ’Size ne anlatsam boş, benim olduğum fikri boyutta değilsiniz’ mesajı veren üstün insan tavrını takındı... Arkasından bir adet “Beni gerçekten böyle bir soruyla mı muhatap ediyorsunuz” bakışı geldi...
Ve beklenen cevap: “Çok saçma...”
Ne “asil” bir yan çizme, ne “elit” bir kıvırma, nasıl da “aydın” havası yarabbi!
Al işte, en düşünen insan modeli bu elindeki... Dehasına hayran müridlerince, adından önce neredeyse salavat getirilen “beyin” bu işte...Yapsan yapsan salatasını yaparsın!
“Yellow press”miş!
Elin Amerikalısı (Richard F. Outcault), çizdiği karaktere “sarı” tişört giydirip, adını da “Yellow Kid” (Sarı Çocuk) koydu diye...
Şart midur!
Tişört bu “kirlenir”, “lekelenir”, “modası geçer” değiştiriverirsin ne olacak...
Yok mu değiştiren?
Bugün bir sansasyonu kullanarak Baykal’ın ifadesiyle “operasyon” yapanlarla, dün bir başka sansasyonu kullanarak ABD’nin Küba’ya operasyon yapmasını sağlayan “sarı çocuklar” birbirini çağrıştırıyor olabilir...
Ama bu benzerlik;
Basında uluslararası istihbarat örgütleriyle gizli kapaklı iş çeviren “kara çocuklar”ın...
İktidar yardakçılığını, inanç simsarlığına çeviren, kendini fetva makamı gören “yeşil çocuklar”ın...
Deniz Feneri’ni yazamayan “ak çocuklar”ın...
Ümraniye Soruşturmasını, linç kampanyasına çeviren “turuncu çocuklar”ın...
Bakın bugün Türkiye’nin 12 Eylül’e sürüklendiği günlerde katledilen Tekel ve Gümrük Bakanı Gün Sazak’ın ölüm yıldönümü. 30 yıldır faili meçhul... Bugün gazetelerinin birinci sayfalarına Sazak’ın kanlı gömleğini koyup hesap soramayan, işine gelen renge dönen, sözde demokrat “gökkuşağı çocukları”nın...
Olmadığı anlamına gelir mi!..
Şarkıdaki gibi anlayacağınız;
Sarı mavi yeşil meşil fark etmez...
Yürüyoruz aynı yolda biz!
Gazeteciliği yandaşlık, candaşlık, yoldaşlık sanan...
Menfaatperestlerle işimiz!
++++++
Yeni bir konjonktür partisi üretiliyor
12 EYLÜL rejiminin siyasete bulaştırdığı virüslerden biri de “konjonktür partileri” oldu.
Nedir konjonktür partileri? İlkesi olmayan, dönemin koşullarına uymuş, gelip geçici siyasi partiler!
Anavatan Partisi, 12 Eylül’ün ürünü bir siyasi parti olarak kurulmuştu. Askeri cunta istemese de 12 Eylül’ün arkasındaki ABD’nin himayesinde seçime girerek iktidar olmuştu. Dört siyasi eğilimi; ülkücüleri, dincileri, merkez sağcıları ve merkez solcuları birleştirme iddiasındaydı. Siyasi döneklik kavramını yarattı. Köşe dönmeciliği özendirdi. Hukukun üstünlüğünü önemsemedi. Orta direk edebiyatı ile orta direği yıktı. Varlığı, iktidarda olmasına, iktidar nimetlerinin paylaşılmasına bağlıydı. Tabanı olmadığı için iktidardan uzaklaşmasıyla birlikte çözülme dönemine girdi ve kendini tasfiye etti.
Takiye siyaseti
Adalet ve Kalkınma Partisi 28 Şubat’ın ürünü bir siyasi parti olarak kuruldu. Askerler istemese de 28 Şubat’ın arkasındaki ABD’nin koruması ve kollaması altında girdiği seçimden iktidar olarak çıktı. Dört siyasi eğilimi dincileri, ülkücüleri, merkez sağcıları ve merkez solcuları aynı çatı altında buluşturma iddiasındaydı. Siyasi döneklik kavramını iyice yozlaştırdı. Köşe dönmeciliği meziyet haline getirdi. Hukukun üstünlüğünü yok saydı. Takiyyeyi siyasetin bir parçası haline getirdi. Fakirlik edebiyatı ile yoksulları sömürdü.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de varlığı Anavatan Partisi gibi iktidarda kalmasına bağlı. İktidar nimetlerini yandaşlarına bölüştürebildiği sürece var. Görünen köy kılavuz istemiyor; Adalet ve Kalkınma Partisi için artık iktidar o kadar yakın değil. Dolayısıyla çözülme ve tasfiye sürecinin başlaması da uzak değil.
Kırk yamalı bohça gibi
Şimdilerde sanki yeni bir “konjonktür partisi modeli” üretiliyor: Cumhuriyet Halk Partisi!
Evet, Cumhuriyet Halk Partisi, kökleri olan, ulusal kurtuluş savaşı vererek devleti kurmuş bir parti.
Böyle bir partinin, gelip geçici konjonktür partileri ile kıyaslanması siyasetin doğasına aykırı olmalı!
Peki, birbirini tanımayan, siyasette tanınmayan ve hatta parti kültürü olmayan hevesli insanlardan “kırk yamalı bohça” gibi parti yönetimi oluşturmak siyasetin doğasına uygun mu?
“Altı ok” şu sıralar yeniden moda ve yakalarda rozet olarak güzel duruyor fakat konjonktürde ne oluyor orası henüz belli değil!
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
Yok bir de yapmasaydınız!
TRT açıklama yollamış. Ama ne güzel de açıklamış. TRT Haber kanalını ben izledim, takip ettim, yazdım. Hangi saat dilimlerinde ne yayın yapıldığını yazdım. Hatta, hangi belgeselin yayınlandığını adını vererek. TRT’nin açıklamasına baktım. Üç saat yayın yapmış. Şu isimlerle konuşulmuş. Ha bir de Kılıçdaroğlu’nun konuşması canlı yayınlanmış. Evet o isimlerle konuşuldu, doğrudur. Kılıçdaroğlu’nun konuşması da canlı yayınlanmıştır o da doğru. Peki bir haber kanalı için o günün olayı nedir? Bu kurultay değil mi? Bu kadar tantana var filan. Eh bir de TRT’ye güzel yer ayırmışlar izledim. İzlemedi demeyin. Metni okuyunca ‘Yok bir de bunları yapmasaydınız’ demek geliyor insanın içinden.
Ben TRT Haber’den kurultayı izlemiş olsam; sadece Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını dinlemiş olurdum.
* Sina Koloğlu / Milliyet Cadde
++++++
Çıktığı kabuğu beğenmemek ve ego
Mütevazı bir çevreden çıkıp olağanüstü konumlara erişenlerin ya da yoksulken birdenbire zenginleşenlerin çoğu, geçmişini unutmak istediği kadar unutturmak da ister ve o geçmişi hatırlatan ögelere de, kişilere de kin tutar, nedense. Çıktığı kabuğu beğenmemek, her ne kadar görgüsüzlüğün dik âlâsı, şişmiş “ego”nun ta kendisi olsa da, zararsız bir zayıflıktır. Kişiyi gülünç duruma düşürür, o kadar. Benim babaannem de Zehra adını beğenmez, kendisine Melek dedirtirmiş. Milyonlarca insanın celladı Stalin’in de gerek dünyada, gerekse SSCB’de “Halkların Küçük Babası”, 50 milyon insanın ölümüne yol açan Hitler’in Almanlar tarafından “rehber”, diye adlandırılması vb. gibi uç örnekler bir yana, kabuk değiştiren her şişkin ego, olduğunu değil, olamadığını gösterir kendisine yakıştırdığı ya da yakıştırmadığı isimlerle.
* Mine Kırıkkanat / Vatan
++++++
Yuh olsun bu haberciliğe...
Kılıçdaroğlu gelince, ayağa kalkmışım, yuh olsun böyle haberciliğe.
Alkışlamışım, bir daha yuh olsun bu haberciliğe. Gördüğünü değil, yakıştırmaya çalıştığını haber haline getiren yeni yetme muhabirlerin zavallı haline üzülüyorum, Meslek adına üzülüyorum.
O muhabirler yöneticilerin ne istediğini biliyor, ona ayak uydurmaya çabalıyor ve yalanlar böyle üretiliyor.
“Muhabir yetiştiriyorum” diyerek, genç beyinleri ilkesiz gazeteciliğe alıştıran o gazetelerin yöneticilerine yuh olsun.
* Yalçın Doğan / Hürriyet
++++++
Tecrübe konuşuyor!
Elbette her haber emir-komuta zinciri içinde yazılmıyor.
Ama patronun veya vekilinin yaptığı tek tek manşetleri belirlemek değil, genel ruh halini belirlemektir.
Siz patrondan “Baykal’a ateş serbest” izlenimi alırsanız sizi kimse tutamaz.
CHP ile ilgili haberlerde de böyle olmuştur.
Elinizi tuttukları haberlerde ne kadar özgür değilseniz, Kılıçdaroğlu’nu öven haberlerde o kadar serbestsiniz.
Bir de patronun candaşı yazarları kollarsınız.
Köşeye de güzel bir hatun fotoğrafı yerleştirince, görev tamamlanmış olur.
* Ergun Babahan / Star
++++++
CHP’ye Kürtçü tuzak
Medyayı adeta istila eden yandaşlar ve maskeli faşistlere göre Türkiye’nin tek konusu Kürt konusu. Öyle bir hava yayılıyor ki, Kürt konusunda AKP’nin dediğine uymayan hiçbir siyasi partinin halktan oy alması mümkün değil. Eğer CHP Genel Başkanı da bu konuda konuşmazsa ve AKP’nin “olmayan” politikalarını desteklemezse halktan destek alması bir hayal. Acaba? Yoksa tersi mi olur? Bunu da iyi düşünmek gerek.
En son TÜSİAD Başkanı’nın ağzından da “Kürt sorunu ekonomi ile çözülmez” demecini almayı başardılar da, sorun ne, çözülecek olan ne yine havada asılı duruyor.
Soru basit: Kürt sorunu nedir? Çözümden kastedilen nedir?
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre; Güneydoğu Anadolu’da kişi başına yurt içi gelir 5.263 dolar. Yani; Güneydoğu bu gelirle, Batı Karadeniz, Batı Marmara, Orta Anadolu, Doğu Karadeniz, Ortadoğu Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu bölgelerini geçiyor. Şimdi Gülten Kışanak’a soruyorum: Madem Kürtler, Kürt oldukları için yoksullaştırıldı; o zaman bu altı coğrafi bölgenin insanı neden yoksullaştırıldı?
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Paylaşım savaşının kuralı hiç değişmez
“Yoksulluk” ve “yolsuzluk” basit ve klişe sözlerdir ama maalesef Türkiye gibi paylaşım savaşını tamamlamamış ülkelerde iktidar kapısını onlar açar. En son kapı 2002’de AKP’ye açılmıştı. Ancak, paylaşım savaşını tamamlamamış ülkelerde mağdur maalesef iktidar olduktan sonra mağrur olmaya da başlar. Garibanlığın şaşmaz kuralıdır bu! Yolsuzluk yeni iktidarı da alır götürür. Bakın gelişmekten nasibini az almış “demokratik ülkeler” e; paylaşım savaşı tamamlanana dek devr-i devran hep kendi yeni mağrurunu yaratarak dönüyor. Mağdurlar ise hep aynı kalıyor!
* Cüneyt Ülsever / Hürriyet
++++++
KISA... KISA...
- “340 bin dolarım yok ki tekne alayım” diyerek Habertürk’ün manşetini yalanlayan Deniz Baykal’a, Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı’nın “Emeklilik keyfinin içine limon sıktığı için(!)” dilediği özür yetmedi. Baykal manşetten tekzip bekliyor.
- Tuna Kiremitçi yaklaşık iki ay önce manşetler üzerinde transfer olduğu Cumhuriyet’ten sessiz sedasız ayrıldı.
- Doğan Medya Grubu’nun Bağcılar’daki binasını paylaşacak olan Milliyet ve Vatan Gazeteleri “ortak haber havuzu” ndan yararlanacakları gerekçesiyle “küçülmeye” gidiyor. Milliyet’te işine son verilen ilk isim spor yazarı Nilay Yılmaz oldu.
- Murat Yetkin, Radikal’daki dünkü yazısında Hakan Fidan’ın MİT’e dışarıdan atandığını söyleyenlerin kulağına kar suyu kaçırdı: “MİT gibi gizliliğe önem veren ve bir birimin diğerinden haberi olmayan bir kurumda Fidan’ın ne kadar dışarıdan olduğunu bizim bilmemiz mümkün değil.”
- CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “halkçı” yakıştırmasına gölge düşüren 500 dolarlık gömleiğini Uğur Dündar’a hediye etmiş!
++++++
MİNİ YORUM
Kronik kin
27 Mayıs’ın yıldönümüde darbeleri anlamak isteyenlerin göz ardı edemeyeceği bir suikastın kurbanıydı Gün Sazak. “Lanet olsun” demiş Oktay Ekşi olayın ertesi günü Hürriyet’te yayımlanan yazısında. “Kin ve intikam kampanyasına lanet olsun!” 30 yıl geçti aradan, “kin” kronikleşti. Ve tedavi edilmediği sürece gerçekleri kaçırmaya devam ediyor, edecek bu ülke...