Saray’ın Kızılderilileri!

Hey gidi Tunç Başaran, Ertem Eğilmez, Kartal Tibet hey;
Kıymetinizi bilememişiz biz sizin.
Yerde Roma İmparatoru entrika peşinde koşarken, gökte Türk Hava Yolları uçağının süzüldüğü, Mars’ın Kılıcı’na uzanan ak tolgalıların saat takılı kollarıyla hafızamıza yer eden Tarkan filmleri bile Muhafız Alayı’nın “müsamere kostümü” giyinmişe benzer halinden daha yakındı tarihi gerçeğe...
***
Çok yazıldı, çok söylendi, çok gülündü üzerine;
Ne kıyafetler, ne o -Bekir Coşkun’un dün yazdığı gibi- gül gül öl pozu, ne aksesuarlar, ne “16 Türk Devleti”nin varlığı-yokluğu-temsili misyonu, hiçbiri değil, tam tersine bizden çoook uzak diyarları çağrıştırdı o “karşılama” mizanseni.
ABD’yi!
Bizim Muhafız Alayı, Amerikan resmi törenlerinin vazgeçilmezi olan Kızılderililer gibiydi;
“Bence” tabii.
***
Amerikan Başkanları da aynı böyle yanlarına dikip gururla poz vermiyorlar mı “milli kıyafetler” içindeki Kızılderililerle objektiflere!
Peki Kızılderililer “gerçek hayatta” nerede?
Amerika’nın asli sahipleri, Amerikan yönetiminin neresinde?
Gişe hatırına kurulan film platoları dışında hakiki bir yaşam alanları var mı?
Nüvesini oluşturdukları ülkede “müzelik eser” muamelesi görüyorlar; bu “saygınlık”, “itibar” sayılır mı?
***
Nasıl ki Amerika’nın “özü” olan Kızılderililer, artık birer “tören malzemesi”nden ibaretse vatanlarında, Türk’ün akıbeti de öyle!
Ve ti’ye almaktan trajik yanını göremediğimiz o saray fotoğrafı da -yeniden bir bakın dikkatlice- bunu göstermeye dönük bir işarettir belki de!
“Türk” nostaljik bir dekor olacak Türksüzleştirilen yeni Türkiye’de!

İnmeyen uçak yapmışlar

Adliyeler, üniversiteler, hastaneler gibi malum havaalanları da var iktidarın “en” takıntısının tezahür merkezleri arasında;
Her ile yetmedi, her mahalleye -ödeneği zengin olsun diye ille de tıp fakülteli, merdiven altında kasaptan hallice cerrah mezun eden- üniversiteler bitti; her düzlüğe havalimanı kondurma sevdası başladı.
Havalimanları dokunaklı reklam kampanyaları eşliğinde, heybetli ve devletlü heyetlerce birbirinin peşi sıra açılıyor da, uçak görebilene aşk olsun çoğunda.
Çünkü inemiyorlar.
İnseler kalkamıyorlar.
Misal Gaziantep, öyle bir noktaya yapılmış ki bütün şehir günlük güneşlikken sisler bulvarı gibi pisti. “Bütün seferler iptal” anonsu isyan ettiriyor ama şaşırtmıyor artık kimseyi.
Misal Iğdır... Siyasi bir hırsla apar topar yapıldı-açıldı ve fakat mevsim ne olursa olsun yoğun türbülanstan “uçakta panik” yaşamadan inmeyi başaran yok gibi alana! Kuş gibi inebilmesi için tek yol var; Ermenistan! Sınırı geçip dönmek hem astarını yüzünden pahalıya getirecek kadar pahalı, hem de ne yani açılalım mı!
Nerden sardın derseniz havalimanlarına;
Tek başına havalimanları değil, havacılık politikası aslında sardığım.
Dün yeni bir macera eklendi, son birkaç aydır kronikleşen bahtsızlığıma. Türk Hava Yolları’nın yan kuruluşlarından birine ait uçağımız Adana’dan sabah 7’de havalandı; en geç 8’e doğru Ankara’ya inmesi gerekirken, bilin bakalım ne oldu;
“Hava muhalefeti” bahanesiyle Ankara’ya inemeyen uçağımız Kayseri’ye inmek zorunda kaldı. Erkilet’te uçağın içinde iki saate yakın bekledikten sonra nihayet yeniden havalanıp -tabii bütün işimiz gücümüz, randevularımızı, toplantılarımızı kaçırarak- üç, üç buçuk saatlik rötarla ulaştık Ankara’ya.
Bir geldik baktık ki hava günlük güneşlik başkentte. Sabah evet sis varmış ama bizim dışımızdaki bütün uçaklar yine de inebilmişler Esenboğa’ya.
“Siz niye inemediniz” derseniz...
Uçağımız “o kategoride” değilmiş!
Ülkenin bayrak taşıyıcısısın başkente indirecek uçağın yok; bu ayıp da sana yeter THY!

Yazarın Diğer Yazıları