Sapıklar arasında kaldık
Hadi kırkından sonra teşhirciliğe soyunanların, reyting için insan eti pazarlayanların ar damarı çatladı... Porno sitelerine dönen televizyon ekranlarını siz nasıl izliyorsunuz sayın Başbakan?
“Bu fotoğrafları çektirdiği için Ayşe bazı kişilerin hedefi haline gelecek. Gazetecilik etiği üzerine ahkamlar kesilecek. Bence bunların hiçbir önemi yok” diyordu dün Mehmet Y. Yılmaz...
Neden söylenecek bütün sözler en başından hükmünü kaybetmiş olabilir sizce?
Değersiz oldukları için mi yoksa internette bilmem kaç yüz bin tıklanma kadar değer ifade etmedikleri için mi?
Tam sayı veremiyorum, çünkü kırkına merdiven dayamış, evli barklı, çoluk çocuk sahibi bir kadının orası burası her geçen saniye biraz daha tıklanıyor.
Star kumaşındanmış
Anadan üryan ‘Bakın bende ne var?’ pozları kadının özgürleşmesi, cesaret... Kocasının bu işten hoşlanması medeniyetmiş... ‘Bu fotoğraflar çocuklarına bırakacakları en değerli miras’ da derlerse tam olacak.
“Star kumaşı”ndanmış... Starı, Türkçe konuşan dilimizi eşek arısı sokar diye yıldız yerine kullanmıyor muyduk biz? Yıldızların erişilmez olması gerekmiyor mu? Büyüleyici, göz alıcı, dokunulmaz...
Şimdi ancak poşette satılmaya müsait olan, hangi ellerde hangi işlemlerden geçeceği, kimlerin dokunup, bürüp ne hale sokacağı belirsiz bu kağıt parçaları mı olacak ‘yızdızlık’ etiketi?
Günlerdir saniyelik fragmanlar beliriyor ekranda. Ucundan accık gösterip çekiyorlar. Behlül ile Bihter’in yasak elmayı ısırma halleri...
Pornoyla yemleme
Milyonlarca insan ekrana kilitlenmiş önceki akşam...Çünkü ‘bir sezondur bekledikleri sevişme nihayet gerçekleşmiş!’
Ne zamandan beri, ahlak avcılarının pornoyla yemlediği bir toplum olduk biz... Ne zamandan beri bir baldıra, bir göğüs ucuna sazan gibi atlayıp, sapıklığın kafesine gönüllüce hepsettiriyoruz kendimizi...
Özel kanallı ilk yıllarda bu tür yayınlar gece belli bir saatten sonraya atılır ve şifreli yayınlanırdı... Herkes uykudayken, gizli sapıklar parmak uçlarına basa basa salona sızıp, saklıca izlerlerdi bunları... Bu “yarasa kuşağı” uygulaması faydalıydı. Kendisini veya ailesini bunlardan sakınmak isteyenler, gece ihtiyaçlarını görmeye kalktıklarında perdeyi aralayıp şöyle bir mahalleyi kolaçan eder, yanan ışıklardan mahallenin sapıklarını şıppadanak tespit ederlerdi.
Çocuğuyla televizyon keyfi yapmak isteyenler hiç olmazsa TRT’yi gönül rahatlığıyla açardı. Şimdi devletin televizyonunda da neyle karşılaşacağımız belli değil!
Genel izleyici kuşağı
Bugün öyle mi? Çoluk, çocuk akşam yemeğine oturmuşsunuz, ekranda RTÜK’ün akıllı işareti ‘Genel İzleyici’; bir nevi yeşil ışık... Sonra dizi jenereği... Sonra siz tam çorbadan ana yemeğe geçmeye hazırlanırken, zamansız bir meyve ikramı... Mevsim meyvesi filan da değil: Elma...
Ben en edeplisini söylemeye çalışıyorum, yasak aşk mantığından sembolize ediyorum, ikram edilenin ne olduğunu anlayın artık işte...
Ne kadar açılan saçılan, sere serpe uzanan, öpüşen, koklaşan varsa ödüllendiler geçen gün... Onları en şuh açılardan resimleyen, kamerayı tahrik gücü en yüksek bölgelerde dolandıranlar da öyle...
Madem ‘porno’nun adı ‘sanat’ olacaktı; Aydemir Akbaşlar’ın, Kazım Kartallar’ın, Arzu Okaylar’ın, Zerrin Egeliler ve nicesinin ne suçu günahı vardı?
Madem değerler değil üzerine akıtılan salyalar belirleyecekti estetiği tecavüzcü Coşkun’dan neden nefret ettik bunca yıl? En azından o adıyla sanıyla kötü adamdı, kötülüğü meşrulaştıran esas oğlan değil... O ayıplanandı, hayran olunan değil...
Ben görmedim, o yılları hatırlayanlardan öğrendim; Dallas’ta bile yokmuş böylesi... Nereden nereye gelmişiz, ar damarı çatlatmada kimleri sollamışız siz hesap edin.
Bir de Türk edebiyatının klasiklerini tanıtıyorlar diye üstün hizmet ödülü verecekler bunlara...
Artık biri dur desin
Siz sayın okur, ekrana bakarken bir yandan da şunu mu diyorsunuz çocuğunuza; Bak kızım kocalarını paylaşamayan Necla ile Leyla ablanlar var ya... İşte onların isim babası Reşat Nuri Güntekin... Hani Bihter ablan var bir de... Adnan Bey’in karısı hani... Var ya canım çıtı pıtı güzel bir kızcağız... Onun Behlül’le kırıştıracağını da Halit Ziya Uşaklıgil’den öğrenmiştik zamanında... Bir de Halide Edip Adıvar diye bir teyze var ama... Kurtuluş Savaşı’nın ortasında cephelerde, yollarda, hastanelerde porno mekanı bulunamadığı için bu aralar pek gözde değil kendisi..
Bu mu tanıtım? Bu edebiyatçıların çoluğu çocuğu neredeler? Babalarının eserlerindeki tahrifata, isimlerinin ucuzlatılmasına nasıl göz yumuyorlar? Yazarlar Birliği, Edebiyat Vakfı...
Ekranların ahlak bekçisi Zahid Akman ‘sahtecilik’le suçlanırken ondan beklemek abes olur da; Ahlak bekçisini denetlemeyen Bülent Arınç ne yapıyor? Sapıklar için “Sıra onların büyüklerinde” deyip, ahlakı yozlaştırarak reyting alan sistemi tartışmaya açmak için ne bekliyor? Kültürel değerlerin nihai sahibi olan devlet nerede? Kültür Bakanı, ‘Genel İzleyici’ saatinde uyuyor mu?
Hakaret etmek için değil, TDK sözlüğündeki “Tavır ve davranışları geleneklerden, törelerden ayrılan” anlamına dayanarak ayıplamak için söylüyorum bunu... Çünkü biz bu değiliz... Siz bu musunuz Sayın Erdoğan? Bir yanınıza Emine Hanım’ı, diğer yanınıza Sümeyye’yi oturtup izleyebilir misiniz o sahneleri?
++++++
Sen göbeğini kaşımaya devam et...
Tüm bunlar seni ilgilendirmez..
Nedir bu didişme?
Neler oluyor?
Hukuk yok, demokrasi işlemiyor, devletin kurumları birbirine düşman, toplumumun parçalara bölündü...
Bu olanlar sana göre değil...
Sen göbeğini kaşı...
Aptal aptal dizilere bak...
Ve yarısında uyu...
Nasıl olsa senin yerine düşünen var...
Senin yerine olanları dert edinen, senin yerine konuşan, senin yerine didinen, senin yerine canı yanan...
Ve senin için canını veren...
Farkında bile değilsin, kimisinin “Unutma ey halkım... Unutma bizi...” diye küçük bir ricası vardı. Şimdi sorsam sana adını bilir misin, bilmez misin?
Sen gazete okuma...
Kitaba elin değmemiştir bilirim...
Dünya ile ilgilenme...
Bakma...
Görme...
Düşünme...
Neden zengin ülkenin yoksulusun sorgulama...
Sana nohut ve kömür verirler...
Belki bir de üçlü kanepe...
Sen de oy verirsin...
Sonra...
Sonra senin yerine düşünenler, senin yerine dizini vuranlar, senin yerine kahırlananlar, snein yerine sorgulayanlar... Senin ahmaklığını temizlemek için hapishanelere doldurulurlar, yanarlar, olmadı ölürler...
Sen aldırma...
Bu olanlar, bu devlet içindeki soğuk savaş, bu huzursuzluk, bu didişme, bu bölünme, bu mücadele işte bundandır...
Kimileri senin akılsızlığının faturasını ödüyor...
Didiniyorlar, çırpınıyorlar, canları yanıyor, başları dertte...
Bunlar seni ilgilendirmez...
Dönüp bakma bile olana bitene...
Sen göbeğini kaşı...
* Bekir Coşkun / Hürriyet
++++++
Ben Necati, kalmışım bir başına geri!
İlk gazeteciler ve onları izleyenler; kendisini yazmaz, olayları kovalar, olanı biteni izler. İti, uğursuzu, soyguncuyu, rüşvetçiyi bulur yazarlar, yorumlardı. Gazeteci, “konusunu kendisi yapan habercilik ve yazarlık çıkmazına” kesinlikle girmez diyordu.
Ben burada kalmıştım.
Ayşe Arman’ın “güzel vücuduna güvenip açılmasının haber olabileceğini” ve bu haberin bir günde okur tarafından 40 bin tıklama alabileceğini hiç aklıma getirmemiştim.
Devir değişiyor.
Zevkler gelişiyor.
İlgi alanı çeşitleniyor.
Ve insan benim gibi kaçınılmaz sona yakalanıyor, “gazetecinin kendisi haber olmaz” tutuculuğuna, gericiliğine saplanıp kaldığını bir sabah anlıyorsun.
Bakıyorsun ki, yaşı ilerlemeye kapı aralamış bir kadın gazetecinin soyunup dökünüp çıplak erotik pozlar veren fotoğraf kareleri baş sayfada...
Yazar memnun. Yayın müdürü mutlu. Okuyucu 40 bin takla!
Ben Necati!
Kalmışım bir başıma geri!
Türk basınında yazılarında “konusunu kendisi yapan gazeteciliğin” bu noktaya geleceğini hiç hesaplamadım.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Çongar ve Altan kimden korkuyor?
Yasemin Çongar geçtiğimiz Ocak ayı içinde, The National gazetesine bir röportaj veriyor. Çongar ile röportajı yapan ve bu röpotaja dayanarak uzun bir yazı kaleme alan Suzy Hansen Taraf gazetesini bol bol övüyor.
Soğuk Savaş döneminde kendine “özgür dünya” adını yakıştırmış Batı bloğunun gözünde, çıkarlarını harfiyen savunan bu küçük gazetenin de “cesur” ve “bağımsız” olması şaşırtıcı değil elbette.
Hansen’ın övgülerine kendini kaptırmış olacak ki Çongar şöyle söyledi: “Eskiden Kadıköy’e vapurla geçerdim, ama Ahmet bana bundan vazgeçmemi söyledi. Beni öldürürler diye değil de, birileri bir şeyler söyleyebilir diye. Ahmet’se silah taşıyor. Bu adamlar silahları seviyor; aslında silah taşımaya ihtiyaçları yok. Ama bu bana, onların silah taşıyınca kendilerini daha güvende hissettiklerini gösteriyor. ”
Batı dünyası tarafından bu denli sevilen bir gazetenin neferlerinin ülkelerinde silahsız gezememeleri “cesurluklarının” mı göstergesidir? Yoksa ülkelerinde sevilmediklerinin ve her an bir saldırıyla karşılaşma korkusunun pençesinde yaşadıklarının mı? Öldürülmekten korkmak anlaşılır da, Yasemin Hanım vapurda “kendisine bir şeyler söylenmesinden” neden korkuyor?
* Odatv.com
++++++
Belgecilik oynayanların işlevi
AKP’nin işi zor...
RTE’nin AKP’si Amerika’ya yeterince hizmet veremiyor...
Bizimki Ortadoğu’da, İslam dünyasında, rol oynamak hevesine kapılmıştı, Hamas mamas, Hizbullah mizbullah, Filistin milistin...
Obama kalkıp Türkiye’ye geldi, AKP ve RTE’ye dersini ve görevlerini verdi...
Sonra ne yaptı?..
Mısır’a gidip İslam coğrafyasına yöneldi...
Ne demek bu?..
RTE’ye ‘Otur oturduğun yerde’ demek...
Gazetelere bakılırsa Obama Amerikası için Türkiye’nin işlevi üç coğrafyada gerekliymiş...
Irak. Afganistan.. Pakistan..
Peki, bu işlevin görevlisi kim?..
Türk askeri...
Sen bu hesaplara gireceğine otur belgecilik
oyna...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
++++++
İDOLE SALDIRI
PATRON DUYMASIN
‘Deniz Feneri’ alerji yaratacak, RTÜK Başkanı inanılmaz bir pişkinlikle korunacak...
Boşa dememişler ‘her toplum layığıyla yönetilir’ diye...
* Mehmet Altan / Star
++++++
MİNİ YORUM
Manevi güç
Rabbim Ahsen Unakıtan’a “Cleaveland” demişti...
Sonrasında ailecek başlarına gelenleri biliyorsunuz; ne makam kaldı, ne mevki....
Rabbim, Mehmet Topuz transferine el atan ‘bağ evinden futbolcu kaçırma opereti’ aktörlerine de “Kayseri” demiş olacak ki, milyon dolarların döndüğü pazarda, “manevi güç” ile işi bitirmişler...
Ne diyeyim, Allah sonlarını benzetmesin...