Sana ıstırap veren şey kendi eserindir

Devletin lince uğradığı günün ertesinde gazeteler “Pazar fıkrası” gibi çıktı.

Önceki gün Şırnak’ta kanlar içinde bırakılan, ölümden son anda kurtulan Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil görevinde olan biri değil de bir PKK ulağı olsaydı, siyasi uzantısı, yooo basbayağı terörist olsaydı hatta önceki gün yüzü-gözü kan revan olan...
Ne olurdu biliyor musunuz?
Yer yerinden oynardı. Taş üstünde taş kalmazdı. Yeni yıl eğlencesinden feragat edememezlik yapmaz, kendilerini sokaklara, meydanlara, ekranlara atarlardı. Türkleri faşist, devleti katil diye yaftalarlardı. Köşelerinde mahkemeler kurar, yargısız infaz yaparlardı. İlla ki üç beş üniformalı, üç beş de üniformasız fail icat eder, “çete” diye etiketler, “Ergenekon”a yamarlardı...
Velakin “devlet”i tokatlıyorlar, taşlıyorlar, sopalıyorlar, “gelmeyin silah var” diye tehdit ediyorlar “tık yok”!
Dün kim ne yazmış, kim kınamış, kim ayıplamış, kim “taşı-sopayı-isyanı bırak” çağrısı yapmış diye şöyle bir baktım. Yeniçağ’ın da dahil olduğu bir iki gazete dışında olayı manşetine taşıyan olmamış. O, Güneydoğu’da uçan kuş bizden sorulur havasındaki köşe yazarları kalem oynatmaya dahi lüzum görmemiş konu üzerine... Yılbaşı, Nişantaşı, Keşan Müftüsü, Pazar Fıkrası; bir nevi uyku ilacı!
Bu sayfada daha önce kim bilir kaç kere yazdığım o Yakup Kadri satırlarını hatırladım:
“Bunun sebebi Türk münevveri, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kütlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde kara toprağın üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı, aydınlatamadın. Bir vücudu vardı, besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı, işletemedin. Onu hayvani duyguların, cehlin ve yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, kara toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte her yanın şerha şerha kanıyor ve sen acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir.”



BASINDAN SEÇMELER


Oraya gelip “soykırım yoktur” diyeceğim

Fransız kültürüyle yetişen Özdemir İnce’den Fransa Büyükelçisi’ne mektup:

Sayın Büyükelçi, önce tanışalım: Ben, Özdemir İnce, Fransızca ile 1948 yılında ortaokulda tanıştım.
(Babam, Mersin’i işgal eden Fransızlara karşı savaşmıştı ama Fransızca öğrenmemi istiyordu.) Türkiye’de Fransız dili ve edebiyatı okudum, Paris Üniversitesi Sorbonne’a bağlı “Institut des professeurs de français à l’Etranger” de Fransız hükümetinin burslusu olarak 1965 ve 1966 yıllarında öğrenim gördüm. Bunun dışında, 1983 ve 1986 yıllarında da Fransa’nın yazınsal çalışma burslarından yararlandım. Başta Rimbaud, Lautrèamont, Aloysius Bertrand, Renè Char gibi şairler olmak üzere birçok Fransız yazarını Türkçeye çevirdim, kitapları yayınlandı. Bundan dolayı olacak, 1990 yılında, devletiniz tarafından “Officier de l’Ordre des Arts et les lettres” rütbesiyle onurlandırıldım. 1983 yılında Mallarmè Akademisi’ne ömür boyu “yabancı üye” seçildim. Fransa’da dört kitabım yayınlandı. Beşincisi bu yıl yayınlanacak.
(...) Her yıl en azından bir kez Fransa’ya giderim. Birkaç ay sonra gene gideceğim. Bu gidişimde sorarlarsa, bizim “Ermeni Gailesi” olarak tanımladığımız olayların bir soykırım olmadığını söyleyeceğim, gerekirse böyle yazacağım. Böylece bir yıl hapis ve 45 Euro para cezasını göze alacağım. Param yok! Ceza parasını ödemeyeceğim için fazladan hapis yatar mıyım?


Amaç, Türkleri Asya’ya kovmak
Sayın Büyükelçi, Fransız tarihçi Gaston Gaillard’ın 1920 yılında Chapelot Yayınevi tarafından yayınlanan “Türkler ve Avrupa” (Les Turcs et l’Europe) adlı kitabını duydunuz mu? Bu kitap 1920’den sonra neden bir daha yayınlanmadı acaba? 1915 olaylarını, bilgi kirlenmesi olmadan sıcağı sıcağına ve tarafsız olarak yazdığı için mi yeni baskıları yapılmadı? Yazar, kitabının VII. bölümü olan “Osmanlı İmparatorluğu’nun Parçalanması” bölümünde Osmanlı-Ermeni sorununu ele almaktadır. Yazara göre, genel olarak Doğu Sorunu’nun bir parçası olan Ermeni sorunu, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama girişimlerinin yanı sıra Türkleri Asya’ya kovma amaçlarından vazgeçmeyen İtilaf Devletleri’nin (İngiltere, Fransa) kasıtlı tutumları yüzünden içinden çıkılmaz duruma gelmiştir.


Ermenilerden siz özür dileyin
1 Kasım 1918 tarihinden itibaren Çukurova bölgesini işgal eden Fransa, bölgede bir Ermeni devleti kurma vaadiyle Ermenileri kandırdı. Önce gönüllü Ermeni taburları oluşturuldu. Daha sonra, ABD, Mısır, Suriye ve Fransa’dan 200 bin Ermeni gelmesi üzerine, Fransız Doğu Lejyonu’na bağlı Ermeni Lejyonu kuruldu. Bu özel birliğe Fransız üniforması giydirildi ve eline Fransız silahı verildi. Adı geçen birlik 1921 yılına kadar bölgede akıl almaz katliamlar yaptı. Fransa için utanç verici olan bu günleri Çukurova halkı “Kaç-Kaç Dönemi” olarak adlandırır. Yaşar Kemal’e sorun, size anlatır!
20 Ekim 1921’de TBMM hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması’ndan sonra Fransız işgal kuvvetleri Suriye ve Lübnan’a çekilirken yanında 50 bin Ermeni götürdü. Ardından, Fransızların Çukurova’da (Kilikya’da) yüzüstü bıraktığı Ermeniler önce Suriye ve Lübnan’a, daha sonra da Fransa’ya gittiler. Fransa’daki 600 bin Ermeni asıllı seçmenin öyküsü böyledir!
Kim kimden özür ve bağış dileyecek Sayın Büyükelçi? Sizce Fransa’nın kandırdığı Ermenilerden özür dilemesi gerekmiyor mu? Türkiye’den özür dilemesi gerekmiyor mu? Sömürgeciliğin faydalarını ders kitaplarına koyan Fransa kendi tarihiyle ne zaman yüzleşecek? Tabii, Türkiye tarihini saptırmadan, kendisini ve Türkiye’yi satmadan!


İnce’nin Fransız kaynaklarına dayandırarak ortaya koyduğu gerçeği, MHP Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Semih Yalçın işgal ve “Fransız üniformalı Ermeni mezalimi”nden kurtuluşunun yıldönümü olan 25 Aralık günü birlikte gezdiğimiz Antep’in “gazi” sokaklarında dile getirmiş ve Fransa Meclisi’nin kararının da, genel olarak “Ermeni Meselesi”nin de “Şark Sorunu”nun parçası olduğunu ve Batılı devletlerin “Türkleri Orta Asya’ya sürme” hedefinden vazgeçmediğini anlatmıştı.
Özdemir İnce / Hürriyet




Sorum dinci ve liboş arkadaşlara: Kronikleşmiş “omurga” hastalığınızı tedavi ettirip, artık biraz daha dik durmaya çalışacağınıza söz verir misiniz? Yoksa halinizden hoşnut musunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan




Siyasetçilerin ilk hedefi, bu bölgenin Türkiye Cumhuriyeti toprakları olduğu, Türk devletinin egemenlik alanında bulunduğu gerçeğini kararlılıkla göstermek ve hiç unutturmamaktır. PKK bir süreden beri otoritenin adresini değiştirmeye çalışıyor.
Güngör Mengi / Vatan



Odatv davasına dahil edilmesi için kendisini hedef gösterenleri rezil etti:

Omurgasızlar, gerizekalılar, cehalet abideleri, okur yazarlıktan bihaber varlıklar, maşalar!...

Diyorlar ki; Bu kız Odatv adlı internet sitesine müstear isimle yazı yazıyor.
Ben de diyorum ki bunu
ispatla!
Bırakın ispatlamayı araştırma bile yapmıyorlar. Çünkü yapamazlar. Yapsalar da buldukları sonucu yazamazlar. Çünkü maşalar. Tek görevleri belli isimlere leke çalmak. Gerisi görev tanımlarını aşar, kulakları çekilir.

***


Aradan geçiyor 1-2 hafta yine biri yazıyor ‘Bu kızı hapse atacaklar. Çünkü Odatv’de takma ad kullanarak yazıyor’.
Ben de diyorum ki; müstear isimle yazı yazmak ne zaman hapse atılma sebebi oldu? Hadi onu geçtim, ispatla bu iddianı dile benden ne dilersen...
Yine ses yok.
Bir süre sonra ‘Bu kızı 2012’de hapse atacaklar çünkü Deniz Hakyemez kod adıyla Odatv’de yazıyor’...
Gerizekalılar, cehalet abideleri, okur yazarlıktan bihaber varlıklar; Deniz Hakyemez diye bir yazar var ve kendi adıyla yazılar yazıyor.
Bari çirkefinizi biraz çalıştıktan sonra bulaştırın! Minik bir araştırma yapmaya zahmet edin!
Odatv duruşmasında tanıştım Deniz Hakyemez’le, yan yana oturduk. ‘Hanımefendi, sizin yazıları benim yazığımı söylüyorlar’dedim... Kahkahalarla gülüyor...

***


Lütfen dikkat edin, sadece Odatv davasından dolayı cezaevinde yatan gazetecileri müdafaa eden, bu davayı doğru bulmayan, eleştiren gazetecilerin adı ‘Bir sonraki dalgada içeriye alınacaklar’listesinde. Hatta biraz daha dikkatli okursanız, o listeye yeni eklenen isimler olduğunu da göreceksiniz!
Biri bu konuda yazı mı yazıyor? Hoppp, birkaç gün içinde ‘Hapishaneye girecek yeni gazeteciler listesi’ne dahil ediliyor.

***


Hadi kendiniz kerizsiniz, peki bizi, okuru da kendiniz gibi mi sanırsınız zeka yoksunları!
Korkutup sindireceğinizi mi sanırsınız?
Kişiliğimi gazeteden aldığım maaş veya sahip olduğum köşeyle mi sınırlı sanırsınız?
Bunları kaybetmekten sizler kadar ürktüğümü ve bu uğurda inandığımı yazmaktan, doğruyu söylemekten, bilgiyi paylaşmaktan, dostumu korumaktan vazgeçeceğimi mi sanırsınız?
Her zaman olduğu gibi yine yanılmaktasınız.
Aynı masada yemek bile yemeye tenezzül etmeyeceğim sizler, adımı köşelerinizde kirletiyorsunuz. Sırf mesleki ahlakımdan ‘eli kalem tutanlar birbirini dava etmez’diye düşündüğümden duruyorum ama sabrımı taşırmak üzeresiniz. Ya ispat edin hakkımdaki iddialarınızı ya da susun. Yoksa az kaldı, hepiniz tek tek tazminat ödemek durumunda kalacaksınız!
2012’den dileğim ‘yok ol’manızdır!
Tuğçe Tatari / Akşam

Yazarın Diğer Yazıları