Saksağan
Saksağan'ın ötüşünü önemser, haber ve mesaj sayardı anneannem "Hayır haber, alacakarga" derdi. Ne zaman saksağan sesi duysam bu gelir aklıma. Ve bir de Azerbaycan'da yapılan o rüya tâbiri: "Yuhuda (rüyada) sağsağan gören, hoş bir heber alar."
İzmit-Yahyakaptan Mahallesi'ndeki evimin penceresinden bakıyordum geçen gün, o iki saksağanı gördüm, ama bu kez haber verici olarak değil, kavga edici olarak... Bir çam ağacının tepesine yakın, en korunaklı yere yapmışlar yuvalarını bay ve bayan saksağan. İki tane leş kargası gelip o yuvayı sahiplenmek istediler, o iki saksağan öyle bir hücuma geçtiler ki leş kargaları çareyi, kaçmakta buldular.
"Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı" deriz de düşünmeyiz çoğu kez, nice kuştur saksağan. Merak edip araştırdım ben. Meğer ne ilginç kuşlarmış bu saksağanlar. En döğüşken kuş olma unvanı onlara aitmiş. Kekliklere, güvercinlere, tilkilere, şahin ve doğanlara, atmacalara, kedilere (kuş yiyen kediler fena halde korkuyorlarmış bunlardan) hatta insanlara bile saldırırlarmış.
Yuvaları çok sağlammış, ağaç yıkılsa, yıkılmıyormuş. İnsanların yüzük ve küpelerini ve ilginç buldukları birçok nesneyi de yuvalarına taşıyıp süslüyorlarmış yuvalarını. Bazı uyanık insanlar bu yüzük küpe işini bildikleri için arada bunların yuvalarını yoklamaya kalkışıyorlarmış.
Pek çok da türleri varmış dünya yüzünde: Sarı gagalı, kara gagalı, kızıl gagalı, altın gagalı, ak ve mavi kanatlı, kısa kuyruklu, sarı göğüslü bunların başlıcaları... Fakat Türkiye'de yaşayanların tamamı siyah-beyaz formalı, yani Beşiktaşlı (takımdaşız)...
Bir Karadeniz fıkrası vardır saksağan üstüne... Temel kemençeye başlamış. Başlamış ya bildiği türkü de yok. Kendisi yakmış bir türkü:
"Saksağanın kuyruği yere deyeyi yere/Riv riv riv... Riv riv riv..."
Hep bunu çalar söylermiş, duyanlar savuşurlarmış, dinlememek için.
Mihail Şolohov, ünlü eseri "Ve Durgun Akardı Don"da, Likovidov adlı askere şu garip türküyü söylettirir: "Ağaçkakanlar Ural adamları/Kumrular nöbetçi/Kargalar çingene/Saksağan hassa eri/Boz ördek de piyade."
Bu da saksağanın bir başka hâli...
Ve Bertolt Brecht'in "Cesaret Ana ve Çocukları" adlı oyunundan söz edelim ve sözü sonra saksağana getirelim. 1618-1648 yılları arasında Avrupa'yı kasıp kavuran Otuz Yıl Savaşı'nda yolları arşınlayan bir araba: Cesaret Ana'nın "Kantini"... Savaştan ekmeğini çıkarmaya hatta zengin olmaya çabalayan Cesaret Ana, üç çocuğunu savaşa kaptırmamak için yırtınıp durmakta. "Büyük Teslimiyetin Türküsü"nü söyler Cesaret Ana, sözlerinde saksağanlı mesaj var: "Öttü saksağan / Doldu zaman / O katıldı orkestraya / Ve adımını uydurdu / İşte karıştı araya."
Ve Erzurumluların çok kullandığı o söz: "Nerede bir eşeklik etsem, orada bir saksağan türer." Niye türer? Eşekliği ifşa etmek için... Eşeklik insanlık hallerindendir aslında, her insan yapar bunu zaman zaman. Yapar ya, şu saksağan olmasa, rezil eder adamı... Saksağandan sakınmak gerek...
ZORUNLU BİR AÇIKLAMA: Geçtiğimiz Salı günkü yazımızda Osman Sertkaya adlı kişinin bir mektubunu yayımlamıştık. Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya, bir e-posta yollayarak mektubun kendisi tarafından yollanmadığını, mektuptaki görüşlere de katılmadığını söyledi. Sonra da telefon etti saygıdeğer Sertkaya Hoca, bilgi deryasına daldırdı beni isimler bağlamında, çok yararlandım. Duyuruyorum önemle...