Sakıncalı Amiral
Hürriyet muhabiri Toygun Atilla “biyografi” formunda yazmış ama “roman” gibi Oramiral Nusret Güner’in hikayesi.
Bir çocuk düşünün, her gece yatmadan önce üç duası var;
- Kulhuvallah...
- Elham...
Bir de;
- “Deniz subayı olamayacaksam öleyim...” Büyüyor çocuk...
Bu dualarla daldığı rüyaları bir bir gerçekleştiriyor. “Deniz subayı” oluyor; hem de en parmakla gösterileninden...
Dereceler, takdirler, iftiharlar;
Yükseliyor “altın çocuk” ... “Donanma komutanı” oluyor...
Derken;
Gümmmm...
Düşmanın yapamadığını yapıyor ülkesinin medyası, siyaseti, yargısı; kalbi su almaya başlıyor. Dışarıdan bakınca “zirvede”, ama bir de içine sor, vicdanı dibe vurmak üzere, batıyor...
Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasına
6 ay kala “olamayacaksam öleyim” dediği mesleğini “devam etmektense öleyim” diyerek terk ediyor!
Yok yok bu trajedinin harcında;
1 Mart tezkeresi...
57. Hükümetin neden yıkılması ve AKP’nin neden iktidar olması gerektiği!..
Kardak...
Mavi Marmara ve İskenderun saldırılarının “devlet katı”na aksi...
Mavi Marmara’dan sonra Başbakanlık’ta yapılan toplantıya dair verdiği bilgiler iktidarın “aldatma”yı bir strateji olarak benimsediğinin ibretlik belgesi gibi:
“Hükümet üyeleri, ‘Mavi Marmara’ya koruma ve refakat için savaş gemileri göndermeyelim ama basına savaş gemilerimizi gönderdik diye beyanat verelim’ teklifini getirdiler...”
“Kürdistan’ı kuruyorlar” diyor üzerine basa basa:
“AKP’nin ağzına da bir tutam bal çalıyorlar. Diyorlar ki, ‘Evet siz burada eyalet sistemi yapın... Yarın Irak’takileri de size bağlayacağız...’ Kendi planlarını, bizi razı ederek yaptırıyorlar... Hükümet Osmanlı’daki gibi Kürtlere sahip çıkacağını sanıyor. Milliyetçilik, ulusalcılığı kaldırırsan ayrılıkçılık olmaz diye düşünüyor. Ama ya yanılıyorsa?..”
En acı ifadesi “Millet olarak bunu kabul ettik...”
Bu kitap “hepimizi” suç ortağı yapıyor, okurken acıtıyor biraz da...
Darbelerle hesaplaşma heveskârlarına bakir bir mecra sunuyor:
“Ecevit’in koalisyon hükümeti dönemini hatırlayın. Hükümet kötü. Ekonomi kötü. Algı bu... Hükümet değişmesi ile ne oldu da üç ayda her şey yoluna girdi. 12 Eylül Askeri Darbesi’yle ilgili terörün bir anda bitmesini sorgulayanlar bunu da sorgulamalı.”
***
Oramiral Güner, Donanma Komutanlığı’ndan istifa mektubunu 21 Eylül 2012 günü kaleme aldı; o gün Balyoz Davası’nın “karar”ı açıklanmıştı.
Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i çok eleştiriyor ama ona göre sonradan bu zulmün mağdurları arasına katılan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un da suçu çok...
Silah arkadaşlığının gereğini ellerinden geldiğince yaptığına inandığı iki komutan var:
Eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner...
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit...
Engin Alan’ın mertliğini selamlıyor:
“İleride onu içeride tutanlar, vicdan azabından geceleri uyuyamayacak!”
***
Denizde darbe olmaz, bu bir darbe davasıysa niye denizci sayısı karacılardan fazla?
Aynı oranda karacı hapse girseydi Necdet Özel görevde kalabilir miydi?
Medya iftira manşetlerine başladığında Genelkurmay neden “Adalet Bakanlığı işlem yapmıyor” diyerek, Deniz Kuvvetleri’nin suç duyurusu dilekçelerini işleme koymadı?
Askeri Savcılık neden Gölcük’te döşeme altından çıkan dijital verileri oraya kimin koyduğunu ortaya çıkarmaya yanaşmadı?
Parmak izleri, kamera kayıtları, kaybolan hafıza kartları; neden hiçbiri soruşturulmadı?
Donanma Komutanı tatbikattayken 14 yaşındaki kızını ifadeye çağıran savcı neyi amaçladı?
TSK “kumpasçıları” fark etmedi mi, eleştirilerine cevabı net:
“Ben bunları takip ettiğimde, sen bana bunları fişliyorsun diyordun!”
TSK’ya dair “son tahlil”i:
“Darbe planladığımızı düşünürler korkusuyla “harp oyunları” oynamayı bile bıraktık... Kağıttan kaplan değil, sabun köpüğünden kaplan. Kağıt uçsa da şekli bozulmaz. Sabun köpüğü üfledin mi gider; darmadağın olur...”
Bir de Erdoğan’a onu “tarihe geçirecek” bir teklifi var ama yazıyı “fragman” sayın, o da kitaba kalsın!.