Şaka mı, tiyatro mu, gerçek mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Yunanistan görüşmelerinden söz etmek istiyoruz. Önce, çok dikkat çekici bulduğumuz görüntülerden başlayalım. Hissiyatım ve tespitlerim şöyle oldu: Erdoğan ilk defa, mahcup ve çekingen görünüyordu; üstten bakamıyor, söylesem mi, söylemesem mi tereddüdü içinde, cümleleri seçmeye çalışıyordu. Televizyonlardaki bu hali, gazete fotoğraflarında görmek, pek mümkün değildi. Neden diye kendime sorunca, cevabını tam bulduğumu söyleyemem. Ancak geçmişe gitmek faydalı olabilirdi.
Erdoğan 2002'de AKP Genel Başkanı seçilince Batı turuna çıkıyor; ilk sırada Yunanistan var. Erdoğan, "Yunanistan ile gerçekleştirilecek iş birliğinin Türkiye-Yunanistan ilişkileri, Türkiye-AB ilişkileri ve tüm dünya açısından olumlu olacağını" ifade ediyor. Sonra Almanya'ya gidiyor; Başbakan Gerhard Schröder'le bir araya geliyor; Schröder basına; "Erdoğan'ın isteği üzerine herhangi bir açıklama yapmayacağım; ancak, Simitis'e söylediklerinin takipçisi olacağım" şeklinde bir açıklama yapıyor. Buna göre Simitis, basına kapalı olarak yapılan gizli görüşmede, Erdoğan neler söylemişse, Schröder'e aktarmış olmuyor mu? Bu, Türkiye'ye karşı, tam bir iş birliği değil mi?
2002'den bugüne bakıldığında; Kıbrıs'ta, Ege'de, bölücü terörde, Ermeni saldırılarında, Patrikhane'de, Batı Trakya Müslüman Türk azınlığının(*) haklarında, 2004'te başlayan adalarımızın alenen işgalinde, Yunan vetoları ve AB ilişkilerinde yaşananların izahını yapmak kolaylaşmaktadır. Erdoğan'ın yukarıda söylediği gibi "Yunanistan ile gerçekleştirilecek iş birliğinin... tüm dünya açısından olumlu sonuçlar verdiği" doğrudur; hatta kehanet gibidir, ancak Türkiye için yanlıştır; çünkü sonuçlar hayati derecede olumsuzdur.
Şaka gibi tartışma!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hafta içinde Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos ile görüştü. Erdoğan'ın, görüşme öncesinde (7 Aralık 2017) bir TV'ye açıklamasında; "Aslında, dünyada tüm yapılan antlaşmaların zamanın akışı içerisinde güncellenmesi gerekir. Lozan'ın da bu şekilde tüm bu gelişmeler karşısında bir güncellenmeye ihtiyacı var." şeklindeki, sanki Yunanistan'a bir teklif yapılıyormuş gibi anlaşılmaya müsait konuşması tartışma yarattı(!)
Nitekim, görüşme sırasında Erdoğan'ın bu açıklamasına cevap veren Cumhurbaşkanı Pavlopulos; "Lozan Antlaşması iki ulusun ulusal topraklarının sınırlarını çizmiştir. Bunun tartışılacak, reforme edilecek bir sözleşme olduğuna inanmıyoruz. Hem hukuk profesörü hem devlet adamı olarak söylüyorum ki, biz var olan sözleşmeye yeni anlam ekleyen bir metin ekleyebiliriz. Fakat izin verirseniz anlaşmayı güncelleştirme, gözden geçirme, reforme etme gibi bir kavramı kullanmıyoruz genellikle." dedi.
Bunun üzerine Erdoğan; "Ben hukuk profesörü değilim ama siyaset hukukunu iyi bilirim. Bu belki hukukta yoktur. Siyaset hukukunda da, özellikle 'anlaşmanın güncellenmesi' diye bir şart vardır ve bunu da biz yaparız. Yeter ki ülkeler bu konuda mutabık kalsınlar." diye cevap verdi.
Tabii bu sanal tartışmada Pavlopulos haklıdır; çünkü, çok taraflı uluslararası antlaşmalar, revize edilemez; değiştirilemez, bir bütündür. Erdoğan'ın ileri sürdüğü hukukun dışında "siyaset hukuku" diye bir kavram yoktur; sadece "hukuk" vardır; her alanda geçerlidir. Bir de, "güncelleme" sözcüğü ile ne denilmek istiyor; net değil. Eğer, Ege'de gasp edilen egemenlik haklarımızda, (gerçi Erdoğan bunu telaffuz etmekten kaçınıyor) Patrikhane'de devletleşme ve Batı Trakya Müslüman Türk'ünün azınlık haklarında Lozan'a uyulmuyorsa ki, bu bir gerçektir; bunun adı "Lozan'ın güncellenmesi olamaz; kabahatli olan antlaşma değil, ona uymayandır. O da, Yunanistan'dır.
Şaka bunun neresinde derseniz, cevabı basit: Burada sanki roller değişmiş; baksanıza, bizim tezimizi Yunanlılar, Yunanlıların tezini biz savunuyoruz; bu şaka değilse nedir?
Bugüne kadar; "Lozan, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş tapusu; uluslararası bir antlaşmadır; tartışılamaz; Lozan'ı tartışmak, Sevr'i getirmek demektir" dedik. Nitekim, Yunan Savunma Bakanı Kammenos, "Lozan güncellenmeli" sözleri üzerine alay ederek, "Öyleyse Sevr'e geri dönelim" diyor.
Bizim; gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindekiler, Lozan'ı zaman zaman delmiş olabilirler; ama asla değiştiremezler. Emperyalistler Lozan'ı değiştirmek istiyorlar; ama başaramıyorlar. Lord Curzon, ta o zaman, "Lozan görüşmeleri sırasında sunduğum her öneriye itiraz ettiniz; saygı duyarım; hatta bunları şu gün için cebime koyuyorum, fakat ekonomik sıkıntılar yüzünden bize başvuracağınızda, teker teker önünüze geri sunacağım" tehdidi ile Lozan'ı geçersiz kılacağını iddia etmişti.
17 Aralık 2004 AB Zirvesi'nde, İlerleme Raporu ile önümüze konan şartların başında "Lozan Antlaşması'nın gözden geçirilmesi" maddesi vardı; hâlâ da duruyor. Barzani, ders kitaplarında; Lozan Kürdistan'ın engelidir. Sevr'e göre Devleti kurmak hakkımızdır, diyor. Teröristbaşı Öcalan ve PKK, yayınladığı her bildiride Sevr'i savunuyor, Lozan'a karşı çıkıyor.
Lozan egemenliğimizin tescilidir. Egemenlik, Devlet, Vatan ve Millet varlığı da kutsaldır. Oyun ve pazarlık konusu olamaz. Hele gündem değiştirmenin aleti hiç olamaz.
*1913 Yunan Sevr'i de denilen Atina Antlaşması'nda Türklerin varlığından, eğitiminden, dini özgürlüğü ve mülklerinden açıkça ve ayrıntılı olarak söz edilmektedir.