Şaka değil, ciddi ciddi aklıevvel çıktılar
“O kadar da değildir” diyordum. Zaaflarındandır, kişiliksizliklerinden, baş yardakçı olacağım yarışında gözlerinin dönmesindendir; bile bile salağa yatıyorlardır kimi zaman. Olanı olmamış, olmayanı olmuş gibi göstermeden önce eni konu hesap yapıyorlardır. Vardır bir bildikleri. “Misyon adamı”dırlar; okuyucuya dolap çeviriyorlardır. Bir ’plan’ın parçasıdır, okuyanın her bir yeriyle ayrı ayrı güldüğü metinler.
E ’plan’da zeka gerektirir nihayetinde... Bir tür Banu Alkan sendromudur topluma yaşattıkları, “Zekamı sezmenize izin vermeyecek kadar zekiyim” ayağı!
Dün Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil’in, sözüm ona kuyruğuna teneke bağladıkları yazıları okuyunca hayal kırıklığına uğradım. Meğer “o kadar”larmış. Balonmuş hepsi. Bir “iğneleme”de tıss, sönüp gittiler.
Meğer, okuduğunu anlamaktan dahi aciz bir sürünün, sürmeli koyunlarından farksızlarmış...
“Anlaşılabilir” ile “kabul edilebilir” arasındaki farkı idrakten yoksun olanlar, adıyla sanıyla “aydın” sırasına girmiş, heyhat!
Aklıevvelmişler... Ki dilerim, bu filmin final sahnesinde bir maske düşmez suratlarından aşağıya... Aklıevvel kalırlar, cezai ehliyetleri yok deyip geçeriz.
Çünkü; yok eğer değilse... Çok net olarak ifade edilmiş bir gerçeği; “Şiddetse her türlüsünü kınayın, faşizmse her türlüsüne karşı koyun, mağduriyetse bütün mağdurlara kalkan olun; siz teröristi kahraman yaparsanız, bir gün ülkesi için kahramanlık yapmak isteyenler de bunun yolunun terörden geçtiği yanılgısına kapılabilirler. O zaman ona ”terörist“ diyemezsiniz. Benim yasadışılığım meşru, sizin yasa dışılığınız harbiden yasadışılık diyemezsiniz. Benim cinayetim ”hak arayışı“, sizin cinayetiniz vahşet diyemezsiniz. Bizim taşımız, sopamız, molotof kokteylimiz, mayınımız ”kanatsız barış güvercini“, sizin yumruğunuz ”barışa darbe“ diyemezsiniz... Derseniz de yemez kimse... Size yedirmeye kalkışır. Önünü alamazsınız, başa çıkamazsınız...” çığlığını...
Göz göre göre, alenen; “tehlikeli” gibi, “utanç verici” gibi, “edepsizlik” gibi, “peşmergelere yalatılası” gibi sığ bir saldırganlıkla çarpıtıyorlarsa...
Ya herbirimizi ayrı ayrı “moron” varsayabilecek kadar densizleşmişler demektir...
Ya da bir gazetecinin ismi, bedeni, resmi altında, “provokasyonlara karşı bu ülkenin insanlarının gözünü açma gayretini” alıp hedef tahtasına oturtmanın tek bir adı vardır: İhanet...
Allah vere de olmasa. Filmin sonunda maskeleri düşmese. Aklıevvel geldiler, aklıevvel gitseler. Biz de “gaflet” deyip, çakralarını açmaya yollasak topunu birden...
Onlar sağ, biz selamet...
***
Adana’da çömlek patladı
“Adanalılara karşı bu bizim borcumuz” diyerek Başkanlık seçiminde MHP’yi destekleyeceklerini açıklayan CHP İl Başkanı’nı rezil eden üyeler, muhalefetin hangi ayak oyunlarına teslim olduğunu gösterdi
Bir CHP’li AKP’ye oy veriyor, iki CHP’li boş oy kullanıyor. Adana Büyükşehir Belediye Başkan Vekilliği, kura ile de olsa, AKP’ye gidiyor.
Ayrıntılar müthiş, ama Adana’dan çıkan siyasal ders ondan da müthiş. Neden AKP hep ilerde ve kazançlı, muhalefet neden bu kadar beceriksiz ya da kim bilir hangi ayak oyunlarına teslim, Adana bunun somut örneği.
Adana Büyükşehir Belediye Meclisinde AKP 13, CHP 10, MHP 9 üyeye sahip, iki de bağımsız var. Üç partinin de başkan vekili adayı var.
CHP artı MHP eşittir 19. Bağımsızlar AKP’den yana olsa bile, böyle bir seçimde, CHP ile MHP’nin anlaşması, AKP’ye üstün gelmek için yetiyor.
Ne var ki, üç CHP’li kendi partilerine kazık atıyor. MHP ve CHP’lilerin şaşkınlıkları arasında.
CHP’de ilk çömlek üçüncü turda patlıyor. 10 üyeli CHP’den CHP adayına 9 oy çıkıyor. 9 üyeli MHP adayına 11 oy çıkıyor.
Son turda CHP eleniyor, finale AKP ve MHP adayları kalıyor.
CHP ile MHP’nin arasında centilmenlik anlaşması var. Son tura kim kalırsa, diğeri onu destekleyecek.
Bu anlaşmayı bir kez daha perçinlemek üzere, son turdan önce CHP kendi içinde acele bir toplantı düzeliyor. Ankara’dan gelen CHP yöneticileri ile Adana İl Başkanı CHP’nin belediye meclis üyelerine fena halde çıkışıyor:
“Seçim kaybedebiliriz, ama bizim parti üyelerimizden biri, bizim adaya oy vermedi. Bu hiç yakışmadı. Şimdi dürüstlük zamanı. MHP ile anlaşmamız var, MHP’ye destek vereceğiz, üstelik, görevden alınan başkan MHP’den seçildi, Adanalılara karşı bu bizim borcumuz”.
MHP aleyhine sloganlar
CHP’li Meclis üyeleri söylenenleri canı gönülden destekliyor. Toplantı sonunda Adana CHP İl Başkanı yerel TV’lerin önüne geçip, MHP’yi destekleyeceklerini ilan ediyor.
Üyeler son tur seçim için salona geçerken, orada toplanan bir kalabalık koro halinde CHP’lilerin yüzüne tempo tutuyor:
“12 Eylül öncesinde devrimcileri öldürenlere nasıl oy verirsiniz?”.
Ve benzeri sloganlar.
Kim bunlar, orada ne işler var, birileri mutlaka biliyordur.
İçerde son tura geçiliyor, AKP ile MHP 16-16 berabere çıkıyor.
10 CHP oyunun 7’si MHP’ye gidiyor. İkisi boş, biri AKP’ye. CHP’de çömlek ikinci kez patlıyor.
Bu seçimi bu kadar ayrıntılı anlatmamın nedeni şu:
1-Yerel çapta da olsa, CHP verdiği sözü tutamıyor.
2-Yerel çapta da olsa, AKP amacına ulaşmasını biliyor.
Bence Türkiye’de genel siyasal ortam ve gidiş açısından asıl anlam taşıyan bu sonuç.
CHP yönetiminin yerinde olsam, ihanet edenleri çıkar bulurum.
Bunlar açıkça adam satıyor.
Ve neden, neden yapıyor bunu?
Partisini satan nasıl olsa ortaya çıkar, ama bugün, ama yarın. Peşini bırakmam, emin olduğum anda, ihanet edenleri partiden sepetlerim.
AKP 13 oyu ile karşıdaki 19 oyu alt ediyor. Şansın yardımı, kura ile de olsa, başkan vekilliğini kazanarak, muhalefeti rezil ediyor. CHP’nin eşsiz katkılarıyla.
Yalçın Doğan / Hürriyet
***
Muz Cumhuriyeti’nin postası bu kadar olur
Bu devleti kimileri İslam Cumhuriyeti yapmaya uğraşıyor, kimileri de Kemalist Cumhuriyet yaptığını sanmıştı ama geldiğimiz noktadaki gerçek konumu bellidir: Muz Cumhuriyeti
Muz Cumhuriyeti terimi; özü itibariyle; ABD tarafından yönetilen devletleri anlatır. Muzla ilgisi ise; Orta Amerika’da muz üretilen devletlerden kaynaklanıyor. ABD’de 1899’da kurulan United Fruid Company (Birleşik Meyve Şirketi) kısa zamanda bu ülkelerin muz tarlalarını ele geçirmiş ve rüşvetle yönetimlerini de kendisine bağlamıştı.
Darbe kışkırtıcılığı
Aynı Amerika; 1950’den sonra Türkiye’yi muz cumhuriyetine çevirdi. Gerçi Türkiye’de muz yoktu ama bütün Ortadoğu’yu, Balkanlar’ı, Kafkaslar’ı kontrol edecek bir üs gibiydi bu ülke. Bu nedenle ABD, Türkiye’yi elde tutmak için siyasi manevraların yanı sıra toplumsal olayların kışkırtılmasına, askerin bu olayları kullanarak darbe yapmasına yol verdi. Geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Stratejik ortak sandığımız ABD tarafı, bizi ‘Ermeni soykırımcısı’ ilan etti. Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, hatta Cumhurbaşkanı Gül, ABD tarafına sert mesajlarla cevap verdiler. Büyükelçimiz geri çağırıldı. Lakin Obama yönetimi bu açıklamaları hiç ciddiye almadı. Çünkü; Amerika’ya bir yaptırım uygulayacak kadar bağımsız ve özgür değildik.
Vur ensesine
Erdoğan, ‘ABD’ye gitmem!’ dediği halde; tıpış tıpış gitti. Bunun böyle olacağını ABD tarafı iyi biliyordu. Nereden mi? Hani Süleymaniye’de askerimizin başına ABD tarafı çuval geçirip esir muamelesi yapınca ne demişti AKP’nin büyükleri hatırladınız mı? ‘ABD, büyük devlettir, ona nota verilmez.’ veya ‘Ne notası müzik notası mı?’ Siz böyle eğilirseniz elbette ki ABD daha çok vurur ensemize... Rıza Zelyut / Güneş
***
‘Ne ben anlayabildim, ne hukukçular...’
İlhan abi, telefonda yaptığı özel konuşmalarını dinleten ve bu özel konuşmaları iddianamede açıklayan Ergenekon savcılarını mahkemeye vermişti. Tazminat istememiş, sadece “kınanmalarını” talep etmişti. İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi davayı kabul etti ve iddianamede Selçuk’un karalandığını, küçük düşürüldüğünü kabul ederek savcıların kınanmasına karar verdi.
Ergenekon iddianamesinde benim de ismim bu yolla çeşitli yerlerde geçiyordu. Örneğin emekli Orgeneral Hurşit Tolon beni arıyor, Bekir Coşkun’un vefat eden babası için başsağlığı dileklerini kendisine iletmemi rica ediyor... Ulus gazetesinin başına getirmek için benden bir gazeteci ismi istiyor. Balbay’a karısının ne zaman doğum yağpacağını soruyorum, bu bile iddianamede!
Bizi niçin dinlediler? Haydi dinlediler, hiçbir suç içermeyen özel konuşmaları iddianameye niçin koydular? Bunları anlamak asla mümkün olmadı. Ne ben analayabildim, ne hukukçular, ne de başkaları.
Emin Çölaşan / Sözcü
***
Fikirleri neyse zikirleri de o...
Birkaç gündür Vakit’te cinsel sosu özel olarak fazla tutulmuş bir dizi haber yayınlanıyor.
Birilerinden bahsederken illaki onun cinsel hayatına, kimliğine vurgu yapılıyor ve bu dil büyük bir iştahla arzuyla kaleme alınıyor.
Pornografiye ve şehvet diline bu kadar düşkün bir başka ’gazete’ var mı bilmiyorum...
Askeri okuldaki ’seks skandalı’ da Vakit için bir sapıklık tefrikası olmuş. Kaçak dinlenen ses kayıtları İnternet’te yayınlanıyor, öğrencilerin adları deşifre ediliyor, başka öğrenciler üzerinde baskı oluşturuluyor... Öyle detaylı anlatımlar, tarifler var ki; ’pornografi’ demem boşuna değil.
Kuşkusuz cinselliğe bu kadar meraklı bir gazetenin ve o gazeteyi çıkaranın bilinçaltında bu merakın oturduğu bir yer vardır... Belki merak tetikliyordur, belki arzu, belki özenme... Bilmiyorum... Ama bunun psikolojik bir açıklaması illaki vardır.
Oray Eğin / Akşam
***
TRT ve TMSF farelerine çağrı
TRT ve TMSF medyasında program yapan kimi gazete yazarları var.. Bir - ikisi hariç hepsi iktidara çalışıyor. Gazeteciliğin bir etiği olduğunu düşünenler sık sık TRT’ye ve bu arkadaşlara çağrı yapıyor:
- Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, hiç değilse kaç para götürdüğünüzü söyleyin... Soru yanıtsız kalıyor... Yeni Şafak gazetesi yazarlarından Kürşat Bumin geçenlerde TV NET’te konuştu: “TRT ve TMSF medyasında program yapanların ne kadar ücret aldıkları açıklanmalıdır. Bunu hem kurumlar hem de oradan ücret alanlar yapmalıdır. ” Son dönemde en cesur sorgulamaları yapan Akşam yazarı Oray Eğin, benzer bir çağrıda bulunduğu için etik dışı saldırılara uğradı. TMSF’nin bağlı olduğu Bakan Babacan bu konudaki soruları cevapsız bırakıyor. TRT yıllardır bu rakamları gizliyor. Demek ödenen rakamlardan devletin parasını kullananlar bile utanıyor.Paylaşılan ise halkın parası. Kendi paramızın akıbetini sormak hakkımız da yok artık... Çünkü demokrasi geldi!
Melih Aşık / Milliyet
***
AKP’linin ‘ilkeli siyaset’ anlayışı
Yeni Şafak’ta Fehmi Koru’nun dünkü yazısını, bu çevreye hâkim olan “siyasi etik” anlayışının bir belgesi olması için aynen aktarmak isterdim. En ilginç bölümünü aktarayım: “Siyaset, genel kabullerin aksine, her öznesine ‘lkeli olma’ hakkı tanımaz. Sonuçta siyaset toplu halde yapılan bir uğraştır ve halktan yüklüce oy almayı gerektiren bir partiye mensubiyetten geçer. İster sevelim, ister yerinelim, ‘parti disiplini’ diye bir uygulama vardır.”
‘Neresini düzelteyim’ deyişini hak eden bir bakış!
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
***
MİNİ YORUM
Psişik...
E-Posta kutumda günlerdir açılmayı bekleyen bir davet var: Psişik güçlerinizi geliştirmek ister misiniz?
Ne yalan söyleyeyim, sair zamanda olsa belki açmadan “sil” tuşuna basmıştım bile. Ama dün bir “biri bizi delirtmeye mi çalışıyor” nöbeti sırasında, “evet istiyorum” dedim. Psişik güçlerim olsun istiyorum. Gözlerimi kapatıp, derin bir “ımmmmmmm” çekip, medyayı arındırmak istiyorum. Yoksa Rabbim “Bakırköy” dedi, diyecek...