Şahin'e kim dur diyecek?
MİNİ YORUM
Marka var küçültür; marka var...
Başı Maliye ile dertten kurtulmayan Aydın Doğan “Bazı markaları satıp küçüleceğim” demiş. “Sat-kurtul” iktidarın sevdiği stratejilerden biridir, işe yarayabilir. Ama keşke Aydın Bey “daha nice yıllara” kadeh kaldırmak yerine, yıllardır ısrarla istihdam ettiği bazı markalarla ilgili zamanında “at-kurtul” kararı almış olsaydı. En azından, ülkenin en büyük medya grubundan geriye giderek küçülen değil, duruşuyla büyüyen bir “imaj” kalırdı...
Şahin’e kim dur diyecek?
Tandoğan, mitingindeki onbinlerin “Türkiye’yi böldürtmeyiz” haykırışını sansürleyen TRT yönetiminin, “Dediğim dedik, çaldığım düdük” anlayışını TBMM’ye taşıyacak MHP’li milletvekili yok mu?
TRT’nin “kesin yine AKP’ye çakmışlardır” önyargısıyla, Yeniçağ’a uyguladığı “statik manşet sansürü”nün son kurbanı MHP oldu. Halbuki zahmet edip baksalar normal ülkelerin, normal devlet yöneticilerinin duymayı en çok arzu ettiği söz vardı manşette: “Türkiye’yi böldürtmeyiz”
Olağan hallerde, artık hepiniz biliyorsunuz; TRT 2 sabah haberlerinde Yeniçağ’ın 3. veya 4. sayfasından “ne alaka” dedirtecek bir haber cımbızlar ve gazeteyi muhtemelen “iki sütuna beş santim” gördüğümüz bu haberle sunar seyirciye... Böyle yapınca, izleyicilerinin “Millet giderken aya, Yeniçağ kalmış yine yaya” deyip, gazeteciliğimizden umudu keseceğini düşünüyor olmalılar. İnternet var, manşetlerimizi poster gibi camına penceresine asan esnaf var, “Gördün mü Yeniçağ’ın manşetini....” diye kulaktan kulağa yayılan fısıltı gazetesi var.
Anlayacağınız TRT bizim manşetimizi okusa ne oluuuur, okumasa ne olur!
Geçen gün de dedim; TRT’nin “top 20” sine girmek için, önkoşul “yağ ihtiva etmek” ise, öyle 3., 4. sayfa da kesmez, o zaman direk 15. sayfasımızı açacaklar. Tek yağlı sayfamız; Emin Usta’nın Mutfağı’ndan tarifler... Yağlı, ballı; TRT’cilerin ağzına layık...
Ama iş o değil...
TRT bir kamu kurumu. Yayınlarını “tarafsızlık” esasına göre sürdürmek “zo-run-da”. Bu TRT’nin Genel Müdürü’nün, Haber Dairesi Başkanı’nın veya herhangi bir kraldan çok kralcı spikerinin keyfine kalmış, tercihe bağlı bir tavır değil. Öyle kimse gelip de “beni bu koltuğa oturtanların yüzü suyu hürmetine...” diyerek, vatandaşın alınterinin üzerine çöreklenemez.
Dün baktık sansür cephesi TRT 1’i de kapsayacak biçimde genişletilmiş.
Demek ki TRT’yi yönetenlere göre “Türkiye’yi böldürtmeyiz” manşeti asla ve kat’a sızmamalı seyirciye.
“Türkiye’nin bölünmemesi” konusundaki bir tavır beyanı, sizi neden bu kadar rahatsız etti Sayın Şahin?
Türkiye’yi böleriz de, böldürürüz de mi demek lazım, sizin manşet geçirmeyen ön libero kıvamındaki haber spikerlerinize takılmamak için?
Milleti sansürlediler
Bu soruları biz de sorarız sormasına, hatta sıkça soruyoruz, sıkça rahatlarını bozuyoruz “sultan’s of the TRT” anlayışına sahip olanların ya; bu sefer bu soru bizden çok TBMM’deki 69 MHP milletvekilinden herhangi birinin ağzına yakışır.
Çünkü manşete çıkardığımız “Türkiye’yi böldürtmeyiz” lafını eden Yeniçağ değil, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli... Ve bu sözü alkışla, tezahüratla, salladıkları bayraklarla sahiplenen onbinlerce MHP’li... Hatta inancım o ki, kendini MHP’li olarak tanımlamıyor bile olsa, ülkenin bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalışına karşı tepki göstermek için orada Tandoğan’da olmak, içinde birikenleri haykırmak isteyen yüzlerce, belki binlerce “milliyetçi” !
Yani önce; MHP’yi sansürledi TRT... Sonra “Bin yıllık kardeşliği yaşayıp, yaşatmaya” talip olan onbinlerce MHP’liyi...
Ve bu ülkenin “Bu ülkeyi böldürtmeyiz” diyen her bir ferdini sansürledi aslında.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisini, dalga dalga yayılan Türk bayraklarını, bir ve bütün yaşayabilme kabiliyetinin delilini, mozaik değil; üzerinde asırlar yükselen mermer bir kaide olduğumuzun resmini sansürledi...
Bakalım bunun hesabını sormayı, hangi MHP’li milletvekili kendi ağzına yakıştıracak?
Merak ve heyecanla bekliyorum...
Bir siyasi partinin kendini savunma, hakkını arama kapasitesini değil; bir milletvekilinin milletin alınterini, emeğini koruyup kolladığını görmek için...
Çünkü o onbinler bilerek ve bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek TRT’nin en büyük finansörü durumundalar. Her ay elektirik faturalarını yatırırken bir aylık emeklerinin karşılığını TRT ile paylaşıyorlar. Bu anlamda TRT’de temsil edilmek en çok onların hakkıyken, ilk kısılan onların sesi oluyor...
“Neden?”
Yandaşları beslemek için
İşte bu nedeni soracak bir MHP’li vekil çıkacak mı; elindeki soru önergesini İbrahim Şahin’e doğru sallayarak, “dediğim dedik çaldığım düdük diyemezsin, sen AKP’nin değil, devletin memurusun” diyecek mi, “bu millet çocuklarının rızkını, siz çiftkimlikli yazarlarınızı ihya edin, yalılarda yaşatın, besili yandaşlar istihdam edin diye paylaşmıyor sizinle” deyip, cümle aleme ama en çok “sultan’s of the TRT” ye “ahlak” dersi verecek mi?..
Gözüm Meclis TV’de, bu sorunun cevabını bekleyeceğim...
Not: Herkesin birbiri hakkında kesilmiş önyargılar, yargısız hükümler, makul şüphe bile oluşturamayacak düzmece iddianameler biriktirdiği bir çağdayız. “Vayy gazetenin avukatlığını yapalım istiyorlar” diyen aklı evveller -illa- çıkacaktır.
Biz hergün hem kendimizin, hem okuyucularımızın hakkını çatır çatır savunuyoruz, söke söke de alıyoruz. Yani Yeniçağ için birşey istiyorsak namerdiz. Kendilerine vekalet veren onbinlerin hakkına sahip çıkmak, milletin vekillerine düşer; biz onlardan rol çalmak istemiyoruz, “Sahne senin MHP’li vekil” diyoruz hepsi bu!
Cellatlarına aşık olanlar
Ana fikri “Anti-demokrat devrimci Haso’dan, liberal demokrat Hasan Abi’ye dönüşümün 40 yılı” olan gecenin resimleri yayımlandı.
Hasan Cemal’i alkışlamaya koşan “demokrasi tribünü” birbirinden “renkli” simalarla doluymuş.
Tam tahmin ettiğimiz gibi; baş köşede Haso’nun “ebed-müddet yol arkadaşı” eski gerilla Cengiz Çandar...
Sonra, Türk Tarihi’nin hakkından gelerek, toplumu her türlü çarpıtma ve kışkırtmaya açık “uyuyan güzeller”e dönüştürmek, hükümeti devirip, yerine “AB - ABD ile uyumlu bir iktidar” tesis etmek üzere seçilen “Karen Fogg’un şekerleri” kontenjanından M.Ali Birand, Oral Çalışlar, Şahin Alpay, Murat Belge...
Bir de köşelerinden “şimdi Yakup 2’de olmak vardı anasını satayım... Haso’yla kadef tokuşturmak... Eski mahallenin çocuklarıyla karides güvece banmak.. Aaaah!” çekenler var tabii.
Mağdurları da kutladı
Cemal’e “demokrasi adına” uzun ömürler dileyen Nedim Hazar mesela; Zaman yazarı. Ve “Kurban olurum Hasan Cemal’in vakarına, vicdan ölçüleriyle hareket etmesine, yakışıklılığına, jantiliğine, soğukkanlılığına, Ece Bar’ına, havasına...” methiyesi düzen Ahmet Hakan... Cemal’i hep 27 bildirisinden sonraki “demokratik dik duruşu” ile hatırlayacağını yazmış...
Bir kere daha, “darbe olsun” diye bombalı eylem planları hazırladığı günlere filan dönecek değilim. Ahmet Hakan’ın hafızası için bu kadar kolay unutulabilir olmaması gereken başka bir Hasan Cemal vak’asından bahsedeceğim. Hani şu Ahmet Hakan’ın Kanal 7’de çalıştığı günlerde zuhur eden, kendi ifadesiyle “Hiç ayırt edilmeksizin bütün bir İslami kesimin hedef tahtasına oturtulduğu 28 Şubat” ...
Hani o, “darbenin ezip geçtiği mağdurların sesi” olarak ekrana çıkarken, Hasan Cemal’in “haktır” diye körüklediği, bir “dinci hareket”e karşı yapıldığı için savunduğu 28 Şubat.
“Sen 28 Şubat’ta Çevik Bir’e posta koydun mu? ’Kazıklı Voyvoda’ya yakışır tehditler ortada dolaşırken direnişe geçmeyi başardın mı? Şimdi almışsın Başbakan’ı, hükümeti, bakanları, yargıyı, medyayı, kanaat önderlerini arkana eylem koyuyorsun... Kekremsi duygularımın nedeni budur...” yazalı şunun şurasında daha kaç gün oldu Ahmet Hakan?
Söz konusu Hasan Cemal olunca neden bir anda geçiverdi o “kekremsi” duyguların? Nasıl oldu da senin ideolojine ve ekmek parana musallat olan 28 Şubat’ın hamisi olarak, senin dünyanda kendisini “celladın” olarak konumlayan Cemal’le böyle tutkulu, gözünü kör eden bir aşk yaşamaya başladın?
28 Şubat darbesini savunan Hasan Cemal ile o gün susup, bugün demokrat kesilen Genç Siviller arasında ne fark var ki birinin maskesini indirmeye çalışırken, diğerini “kahramanın” yapıyorsun?
Sen aslında bir Hasan Cemal mağduru değil misin? Bu ülkenin demokrasisi gerektiğinde askerle, gerektiğinde sivil darbecilerle iş tutan Hasan Cemal’in mağduru değil mi?
Bahçıvansın biberin yok, gazetecisin olan bitenden haberin yok be Ahmet Hakan.
Asıl haberler bizde
Öyle Ece Bar’la, jantilikle, etrafa havalı kesikler atmakla olmaz bu iş; bence Nedim Hazar da, sen de, “başörtüsü” kararından ötürü Anayasa Mahkemesi’ni “kinin koçbaşı” ilan eden Mustafa Karaalioğlu da, AKP mahallesinden Akif Beki de bir kere daha okusunlar Hasan Cemal’in kitaplarını; üşenenler için Hulki Cevizoğlu’nun “Kod adı 68”ini tavsiye ederim; “Haso’nun demokrasi darbeleri”nin sıkıştırılmış kaydı yerine geçer.
Okumak, düşünmek, hatırlamak gibi zahmetli işlere gelemiyorsanız, bir gün buyrun çayımızı için, size Hasan Cemal, bonus olarak da “selametçi babanızın muteber saydığı Cengiz Çandar” demokrasilerinin nasıl işlediğini anlatalım. Anlatalım ki, bir gece Bebek’te bir İtalyan lokantasında CIA ajanları ile kafa kafaya ne konuştukları ortaya çıktığında dudaklarınız uçuklamasın...
Pulur’dan, ‘şaibe temizleme’ notu
Lube Ayar, pazar günü Milliyet’te “Nice yıllara Hasan Abi” başlığıyla yayımlanan haberinde, “Hasan Pulur”un da, Hasan Cemal’in 40. yılını kutlamak için buluşan ekibe dahil olduğunu yazmıştı.
Odatv.com’un haberinden anlıyoruz ki, haftasonu zehir olmuş Pulur’a. Gün boyu eş dosttan gelen “Yahu senin ne işin vardı ikinci cumhuriyetçilerin gecesinde” sitemlerine cevap vermek durumunda kalmış. Gerisini odatv.com’dan okuyalım:
“Hasan Pulur gazeteyi açıyor. Şaşırıyor. Kızıyor. Muhabir hanımı arayarak soruyor:
- Kızım sen beni tanıyor musun?
- Evet hocam
- Peki ben orada mıydım?
- Demek ki benzettim hocam...”
Ve dün... Milliyet gazetesini alanlar, üçüncü sayfada Hasan Pulu’un köşesinin altında şu notu gördüler:
“Bazen umulmadık şeyler oluyor, insan kendi gazetesinde, kendi köşesinde kendisiyle ilgili bir haberi düzeltmek zorunda kalıyor. Hasan Cemal’in meslek hayatındaki 40’ıncı yıl toplantısına benim de katıldığım yazılmış ve adım liste başına konulmuş. Düzeltiyorum; ben böyle bir toplantıya katılmadım.”
Medya mahallesinde kabul görmek için “Hasocu” kesilen sazanların tersine, medya mahallesinin köklü sakinlerinden Pulur, bu not ile üzerine düşen “bir günlük” gölgeden kurtulmayı tercih etti.
Daha kimler varmış, kimler!...
Pulur örneğindeki gibi, muhabir kurbanı olan yoksa diğer konuklar; Aydın Doğan, Altan Öymen, Zafer Mutlu, Ertuğrul Özkök, Mehmet Y.Yılmaz, Hıncal Uluç, Tayfun Devecioğlu, Yalçın Doğan, Ali Bayramoğlu, Mehmet Tezkan, Ferhat Boratav, Ümit Aslanbay, Celal Başlangıç, Meral Tamer, Osman Ulagay, Ali Acar, Ece Temelkuran, Okay Gönensin, Tuğrul Eryılmaz, Erdoğan Aktaş, Ümit Kıvanç, Yıldırım Türker, Enis Berberoğlu, İsmet Berkan, Asaf Savaş Akat, Yavuz Baydar, Emre Aköz, Bülent Erkmen...
Bu 40 yılın sadece “iktidarlı gün ortakları” olduğunu düşündüğüm Mustafa Karaalioğlu, Eyüp Can, Akif Beki...
Çandar’ın kan izlerini yokedip “faşistler”in üstüne attırdığı cinayet gibi anıların tazelendiği gecede “garip ama gerçek”: Taha Akyol...
“Jantiliği”ne aldanmış...
En imrendiğim, en çok gıpta ettiğim gazeteciydi Hasan Abi... Ciddiyeti, vakarı, vicdan ölçüleriyle hareket etmesi falan etkiliyordu beni... Yakışıklıydı... Jantiydi... Ve de soğukkanlıydı... Duyardık: Ece Bar’a gidermiş, gayet havalı bir şekilde etrafı keser gibi yaparmış...
Takdirimin doruklara çıktığı günü ise gayet net bir şekilde anımsıyorum.
“27 Nisan Bildirisi” yayınlanmıştı. Ben dahil en demokrat bildiğimiz isimler bile aşırı temkinli davranıyordu... “Bildiri yanlış oldu ama hükümet de hak etti bunu” falan diye laf çevirmeler...
Ve 28 Nisan sabahı... “Hasan Abi” bütün haber kanallarına tek tek çıkıyor. Ve hep aynı şeyi söylüyor... Hem de en sert bir şekilde:
“Bu bildiri demokrasiye vurulan bir darbedir. Hükümetin emrindeki askerler, böyle bildiri yayınlayamazlar... Burası muz cumhuriyeti değildir.”
Ben Hasan Cemal’i hep bu çıkışıyla hatırlayacağım... - Ahmet Hakan / Hürriyet