Şahin sonunda başardı
“Devlet memuru zihniyeti”ni tarihe gömmeye çalışan TRT’deki son canlı yayın kazası “Bu yıl da hac mevsimi kurban bayramına denk geldi” incileriyle meşhur özel sektör yayıncılığını aratmadı
TRT Genel Müdürlüğü görevine geldiği günlerde “Bu kadro ile değil 5 kanal, 40 kanalı bile yönetirim” diyen İbrahim Şahin verdiği ilk röportajında “TRT’ye televizyoncu değil, profesyonel bir yönetici aranıyordu. Ben de profesyonel bir yöneticiyim” demişti.
Elindeki 8 bin kişilik kadro ile 40’tan vazgeçtik, altı kanalı dahi yönetemediği için olsa gerek, öykündüğü özel televizyonlardan TRT’ye bolca takviye yapan Şahin, personelinden beklentisini de şöyle açıklamıştı: “Devlet televizyoncusu değil yayıncı olun...”
Kamu yararından önce reyting hesabı yapan özel kanallar gibi TRT’de sıkça ‘sansasyonel’ işlere imza atar oldu. Ee bir özel şirketin mamülünü pazarlaması için ‘reklam’ önemli bir araç ve günümüz medyasındaki önkabul yazık ki “reklamın iyisi kötüsü olmaz” biçiminde.
Unutulmazlar arasına girdi
Hafızanızı tazeleyin, ne demek istediğimi daha kolay anlayacaksınız. TRT ekranından son dönemde aklınızda kalan “hadise”ler neler mesela?
Bol hakaretli, iftiralı, davalık, ‘ne idüğü belirsiz’ olan Tuncay Güney’i ağırlaması... Hakan Şükür’ün “rekor” transferi... Ekranın yandaş gazete yazarlarının sohbet meclisi haline gelmesi...Hepsine negatif değer yüklenmesine rağmen, bu yenilikler, “konuşulur” kılmadı mı TRT’yi?
Maksat buysa, TRT yönetimi yine başardı:
“Miraç Kandili’ni Mescid-i Aksa’dan canlı yayınlıyoruz” diye günlerce süren anonslardan sonra ekrana Kubbetü’s Sahra görüntüsü getirerek yine “unutulmaz”lar arasına girmeye aday ve kurumun adından çok söz ettirecek bir işle gündemdeler... Tam Şahin’in istediği gibi, “Bu yıl da hac mevsimi kurban bayramına denk geldi” incilerini döken özel sektör yayımcılığına denk bir performans göstererek... Hem çizgi film seçimini dahi imamlara danışacak kadar skolastik, hem Müslümanlar’ın ilk kıblesinden şaşacak kadar seküler(!)...
Normal koşullarda Selimiye, Süleymaniye, Sultanahmet gibi İslam mimarisinin şaheser/anıt yapılarından biri olan Kubbetü’s Sahra ile de günün anlam ve önemiyle, görsel yayın arasında istenen uhrevi ahenk sağlanabilirdi pekala...
Ama Mescid-i Aksa tercihi ile bir nevi “Van Minıts” açılımını sürdürmeye kalkışmadı mı TRT? Ve sadece birkaç saniyelik “esir mabed” görüntüsü aktarabilince teşbihte hata olmaz; çarşafa dolanmış olmadı mı?
İsrail’in Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’dan duyduğu rahatsızlık sır değil. 1967’deki bombalı eylemden bu yana sayısız yöntem ile ortadan kaldırılmak istenen kutsal yapının yerine yeni bir “Süleyman Mabedi”nin inşa edilmesi planlanıyor. “Herod tapınağına” ait olduğu sanılan Ağlama Duvarı’ndan yola çıkan arkeologlar Mescid-i Aksa’nın altına açtıkları tünellerle yapının temellerini sarmaya çalışıyorlar.
TRT Din ve Ahlak Programları Müdürü Adem Özkan’ın “Program gayet sağlıklı ve güzel geçti. Ne izinler, ne anlatım ne de programın içeriğiyle ilgili herhangi bir sıkıntı oldu” biçimindeki açıklaması da garip.
Özkan Mescid-i Aksa değilde Kubbetü’s Sahra yayını yaptıklarının farkında değil miydi acaba?
Diyelim ikisi de Kudüs’te, birbirine yakın mesafede diye kameraman karıştırdı. Resim seçici, yönetmen, yayın yönetmeni... Şahin’in Kanal 7’den, STV’den TRT’ye doldurduğu onca “deneyimli personel” bu hatayı fark etmedi mi?
İzleyicinin güven bunalımı
Bu saatten sonra izleyici olarak TRT’nin Doğu Türkistan diye Bişkek’ten, Kandil diye Erciyes’ten, Aspendos diye Miniatürk’ten yayın yapmadığını nereden bileceğiz?
Şahin “özel sektör”ü bu denli örnek alıyorsa, önce bu hataya neden olanları görevden alması, sonra da birincil sorumlu olarak istifa etmesi gerekmez mi?
Yazdıkça başka iddialarını hatırlıyorum Şahin’in. Ve ürküyorum açıkçası. Maç yayın ihalelerini almak istediğini söylemişti bir keresinde. Düşünsenize Japonya-İtalya maçı yerine, Kore-Yunanistan maçı yayınlıyorlar. İki maçta da rakiplerin biri çekik gözlü, biri Akdeniz’li, karışmış diyorlar sonra... Veya Galatasay-Beşiktaş yerine; Altay-Kayserispor maçı veriyorlar mesela; renkler aynı karışır ne olacak... ( Uyuşturularak “din” diye yeni bir küresel ideolojiye inandırılan insanlar ikisi de kubbeli diye Kubbetü’s Sahra’yı, Mescid-i Aksa olarak yuttu diyelim; Afrika’nın balta girmemiş ormanlarından gelen futbolcunun kas sistemini çizebilecek kadar futbol fanatizmi gelişmiş bu toplum ‘takımını karıştıranlar’a isyan etmez mi sanıyorsunuz?)
RTÜK’teki “gelen gideni aratacak” tahminlerinden sonra, insan bir yandan da Allah beterinden saklasın diyor ama; acaba daha beteri var mıdır?
++++++
Akman’ın yüzü kızaracağına gülücük dağıtıyor
Sırtınızda bu kadar kamburla bu işe soyunmaya kalkarsanız işte böyle çok ciddi yolsuzluk iddialarının faturaları birbiri ardına önünüze konuverir.
Deniz Feneri adlı sözde bir hayır kurumunun insanlardan topladığı yardım paralarını Türkiye’ye kurye olarak taşımak.
Almanya’daki asrın dolandırıcılığı olarak kabul edilen bir davanın iddianamesine girmek...
Bu davanın Türkiye’deki esas faillerinden biri olarak Alman Mahkemesi tarafından gösterilmek...
Almanya’da yine insanların dolandırıldığı bir kooperatifin yöneticisi olmak...
Bu nedenle Almanya’ya girmesi sakıncalı durumuna düşmek...
Kendisine yöneltilen suçlamaları Türk kamuoyundan saklamak için Alman resmi makamlarının resmi evraklarında sahtecilik yapmak durumunda kalmak...
Şaşırtıcı tavır
Bu kadar yüz kızartıcı suç iddiası karşısında Akman’ın takındığı tutum ise şaşırtıcı.
RTÜK başkanlığını bırakmak zorunda kalması nedeniyle kameraların karşısına mutlu bir çehreyle geçmesi ve sürekli gülücükler dağıtması hazin ve utanç verici bir görüntüydü.
Bizim mahallede bir İsmet Abi vardı. Yakışıklı ve çok çapkındı. İsmet Abi evliydi, çapkınlıklarını kimseye duyurmadan yapardı. Evini, eşini, çoluğunu çocuğunu hiç ama hiç ihmal etmezdi.
“O iş başka, ailen başka... Bunları birbirine karıştırmayacaksın” derdi hep.
İsmet Abi’nin taktiği basit ve düzdü: İnkâr... Sonuna kadar inkâr...
“Karın seni bir başka kadınla yatakta bile bassa inkâr edeceksin. ’Kim koydu bu kadını yanıma... Bu ne terbiyesizlik böyle... Çabuk çıkarın bunu buradan’diye ortalığı birbirine katacaksın.”
Biz hiçbirimiz İsmet Abi’nin bir kez bile yakalandığını duymadık. Eşine ve çocuklarına hiçbir şey hissettirmezdi. Sanırım Zahid Akman da aynı taktiği uyguluyor. İnkâr... Sonuna kadar inkâr...
* Tufan Türenç / Hürriyet
++++++
AB-AKP ortak yapımı
BAKANLAR Kurulu ilk toplantısında, “İlerleme Raporları ve Katılım Ortaklığı belgelerindeki eleştirileri karşılama” gerekçesiyle hazırlanan Yargı Reformu Strateji Belgesi’ni tartışıp son şeklini verecek.
Çok konuşulacak bu düzenlemede gözler, yargı bağımsızlığı üzerinde olacağından can alıcı tartışma da gündemin ortasına yerleşmiş olan Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısı üzerinde yoğunlaşacak gibi.
Hükümet bu değişikliğin gerekçesini de, “Şu anki yapı sadece Türkiye’ye özgü, yapılacak olan ise Avrupa’daki benzerinin aynısı” üzerine oturtacak.
Görünen o ki HSYK’nın yeni yapısı üzerinde, muhalefet bir yana, yargı kurumları arasında da önemli çatlaklara tanık olacağız.
Çünkü aldığım bilgilere göre, hükümet şöyle bir düzenleme yapmak istiyor:
Şu an HSYK 7 üyeli, bu sayı 20’nin üzerine çıkarılacak.
Muhtemelen yargı dışındaki kurumlara da; örneğin, TBMM’ye ve cumhurbaşkanına üye seçme hakkı getirilecek.
Sayı yükseltildiği için Adalet Bakanı ile bakanlık müsteşarının üyeliğinin sürmesinde sakınca görülmeyecek.
* Şükrü Küçükşahin / Hürriyet
++++++
Oyun içinde oyun var
AKP’nin ikinci dönemiyle birlikte yandaş medyaya farklı bir yayıncılık anlayışı geldi..
Kampanya haberciliği..
Üç, dört bazen beş gazete aynı gün aynı haberi manşetine çekiveriyor.. Haber somut belgelere değil, duyumlara dayanıyor..
Yönlendirmeci yayıncılığın en belirgin özelliği bu..
Gazeteler farklı ama ifadeler genellikle aynı.. Tornadan çıkmış gibi.. Demek ki duyumun kaynağı aynı kişi..
Hedef seçilecek kişi varsa yandaş gazeteler geçmişini didik didik ediyorlar, ne kadar yaramaz birisi olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.. O güne kadar sevdiklerine, anında kızabiliyorlar..
Hedef tahtası
İddia şu, HSYK’nin yüksek yargıdan gelen üyeleri (beş kişi) Ergenekon savcılarını, hâkimlerini değiştirmek istiyormuş.. Bakan ile müsteşar direniyormuş..
İçlerinde birisi var ki tam hedef tahtası.. Ali Suat Ertosun..
Kim diye bakıyorsun..
AKP iktidarının yükselen yıldızı.. Cemil Çiçek tarafından bakanlar kurulu kararı ile devlet üstün hizmet madalyası verilen kişi.. Yine Çiçek’in desteğiyle Yargıtay’a geçmiş.. Gül de HSYK’ye seçmiş..
Acaba başka bir iş mi var diyorum.. Mesela Cemil Çiçek-Sadullah Ergin çekişmesi gibi..
HSYK, Adalet Bakanlığı’nın gönderdiği tayin ve atama listesini aynen onaylamadığı, değişikliğe gitmek istediği için suçlanıyor..
Başı çeken de, Çiçek’in madalya verdirdiği kişi.. Düne kadar kurulda bakanın ne işi var diyorduk..
Bugün iyi ki bakan var diyorlar!
Amaç hasıl oldu..
Söyledikleri şu:
HYSK reformu şartmış!.
Koparılan fırtınanın asıl nedeni bu..
Yargıyı tamamen kontrol altına almak.. Bakanın emrine vermek..
* Mehmet Tezkan / Vatan
++++++
SAYGINLIĞI ZEDELENDİ
Yaptırım olmasın mı?
Sanıkların evlerinin aranmasında ve gözaltına alınmalarında CMK’ya aykırı uygulamaları, toplanan kanıtların her gün bir başka gazeteye sızdırılarak savcılığın bir elek haline getirilmesini, gözaltı işleminin bir tür cezalandırılmaya dönüştürülmesini, sanıkların insan olmaktan kaynaklanan temel haklarının çiğnenmesini, savcılık yetkilerinin bir polis devleti uygulaması haline getirilmesini unutmayalım!
HSYK, savcılık kurumunun itibarını sarsan bu tür uygulamaları cezalandırmayacaksa, neyi cezalandıracak?
Soruşturmanın gizliliği ilkesini bizzat çiğneyen savcıya ceza verilmeyecek mi?
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
Aman ha!
“Benim savcım”a dokunmayın
Deyin ki Ergenekon savcıları ve hâkimlerinden bazıları değişti. Peki ne olur o zaman? Yeni gelenler “suçluları bilerek ve isteyerek serbest mi bırakır?” Sivil yargı bağımsız ve tarafsız değil mi? Eğer ortada sabit bir suç varsa, hâkim ve savcı şu kişi olmuş, bu kişi olmuş ne fark eder?
Ama iktidar ve yandaşlarının telaşına bakınca Ergenekon davası konusundaki kuşkuların gerçek olduğu izlenimi güçleniyor. AKP ve yandaşları “korku ve telaş” içinde aslında şunu itiraf ediyorlar: “Bunlar değişirse iddianamedeki hukuksuzluklar, haksız yere suçlananlar, eziyet çektirilenler bir bir ortaya çıkar, bugüne kadar ustalıkla getirdiğimiz plan bozulur, hedefe giden yolumuz tıkanır.”
Genç bilmem neler
AKP’nin gençlik kolları gibi çalışan Genç bilmem neler diye bir örgüt var. Belli ki iktidar öylesine bir telaşa kapılmış ki bu genç bilmem neler “savcıma dokunma” sloganlarıyla yürümüşler. Bunlar hukukun üstünlüğüne çok saygılı olduklarından Ergenekon davasını sadece bu savcıların yürütebileceğine inanıyor.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
MİNİ YORUM
Sahte ve ‘soğuk’ değil
Ümraniye Davası’nın 2. İddianame duruşmaları başlamışken günün anlam ve önemini es geçmeyelim ve Mahmut Övür’ün Sabah’ta köşe dizisine döndürdüğü Tuncay Güney buluşmasının en can alıcı cümlelerinden birini aktaralım:
“Dikkat ederseniz Ergenekon savcısının elindeki hiçbir kâğıtta Ergenekon’un soğuk mührü bulunmuyor. O zaman fotokopi ile dava açılıyor da şimdi neden açılmasın?”
Yaaa...