Sağlık Bakanı’ndan zayıflama reçetesi...

AKP iktidarına en sert eleştirileri okuduğunuz bu sütunlardan hakkı teslim etmek adına bir gerçeği dile getirmeliyim..
Sağlık, iktidarın bence başarılı olduğu tek alan. Uygulamalarda hâlâ süren bazı aksaklıklara rağmen.
Eskiye göre hastaneler, yürütülen tedavi sistemleri, ilaç politikaları çok çok iyileştirildi.
Daha iyisi olamaz mı?
Tabii ki olur.
Bu kadarı yeter mi?
Tabii ki yetmez. Daha düzeltilmesi gereken tonla iş var. Eski günleri unutup da kuru kuruya insafsızca eleştirmek de büyük haksızlık olur.
Başı ağrıdığında hastaneye koşan bir toplumuz. Hastanelerimiz ve dünyanın en başarılıları olduğuna inandığım doktorlarımızın üstünde çok yük var.
AKP iktidarı, sağlıkta önemli reformlara imza attı. Fakat, adeta günübirlik değişen yönergelere, sigortalıdan, önce hastanede, sonra eczanede alınan fark ücretlerine bir de yine neredeyse her gün değişen ilaçlardan alınan fark ücretlerine mutlaka kalıcı çözüm bulunmalı. Acil serviste “hangi hastalara bakılır” kavgası da artık nihayete kavuşturulup durum netleştirilmeli.
Kafamdaki bu düşüncelerle dün Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun, medyanın Ankara temsilcilerine düzenlediği kahvaltılı basın toplantısına katıldım.
Müezzinoğlu, iki önemli projeden bahsetti; Cinsel istismara maruz kalan çocuklar için kurulan Çocuk İzleme Merkezi (ÇİM) ve dünyada bir ilk olacak Gemi Hastane projesi. İkisi de çok önemli. İnşallah en verimli şekilde uygulanır.
Sağlık Bakanı da üzerlerindeki yükten dertli. Türkiye standartlarına göre yüzde 7-8 civarında olması gereken acil servis başvurusunun devlet hastanelerinde yüzde 40’lara ulaştığını söylüyor. Müezzinoğlu, acil servislerde “şu hastaya bakarım, buna bakmam” tartışmalarının ve farklı uygulamaların önüne geçmek için kırmızı, sarı ve yeşil alan tanımları yapacaklarını bildirdi. Bunlar netleştikten sonra hastaneler ona göre acil servislere hasta kabul edecek.
Kamuoyunda çok tartışılan tam gün uygulamasına gelince... Mehmet Müezzinoğlu, yasanın Kurban Bayramı’ndan önce çıkacağını, yetişmezse en geç Ekim ayında hallolacağını kaydetti.
Kahvaltıda ikramları güzelce midemize indirdikten sonra bir meslektaşım, her gün televizyonlarda boy gösteren zayıflama uzmanlarının tavsiyelerini hatırlattı, “hangisine inanacağız” diye sordu. Buyrun! Sağlık Bakanı’nın zayıflama reçetesi;
“Önünüzdeki gıdaların hepsinden almalısınız. Az alacaksınız, ölçülü alacaksınız. Aldığınız kadarından biraz fazlasını da yakma derdiniz olacak. Her türlü vitamindi, yağdı hepsine ihtiyacımız var. Sabah mutlaka kahvaltı yapın. Bunu kendi sağlığınız için güçlü yapın. Çalıştığınız için öğlende sağlıklı beslenin. Akşamı da olabildiğince es geçin. 19’dan sonra asla yemeyin, meyve de olsa yemeyin.”
Sağlık Bakanı’nın söylediklerinden, reçetesinden anladığım ve size de tavsiyem;
Televizyonlarda her önerilen reçeteye sazan gibi atlamayın. Sonra şişip şişip, zayıflıyor... Zayıflayıp zayıflayıp, tekrar şişiyorsunuz..

Postmodern bir darbenin anatomisi

Rahmetli Necmettin Erbakan ile uzun soluklu yol arkadaşlığı yapmış ve 28 Şubat sürecinde de 54. Hükümetin Adalet Bakanı olan Şevket Kazan, yakın tarihe yönelik değerlendirmelerde tanıklığına başvurulması gereken önemli bir isim. Şevket Kazan, 28 Şubat sürecinin her anını yaşadı ve kamuoyunun hâlâ bilmediği pek çok olaya yakın tanıklık etti.
Şevket Kazan, mensubu olduğu Refah Partisi’nin kapatıldığı ve kendisinin de siyasi yasaklı olduğu bir dönemde bizzat tanık olduğu olayları, arşivindeki belgelerle ve medya analizleri ile bir araya getirerek dört ciltlik Refah Gerçeği kitabını yazdı.
Süreç öncesinde ve sonrasında günü gününe ajanda tutması ve belge arşivlemesi Şevket Kazan’ın notlarını tarihe kaynaklık açısından daha da önemli hale getirdi. Kazan, “28 Şubat. Postmodern Bir Darbenin Anatomisi” adlı bir kitap daha yazdı.
“Postmodern Bir Darbenin Anatomisi / 28 Şubat Süreci” adlı çalışma “Refah Gerçeği” adlı eserin üçüncü cildinin yeniden gözden geçirilmiş hali. Kazan, kitabının arka kapağında diyor ki;
“28 Şubat sürecinde REFAHYOL iktidarına karşı gösterilen tepkilerin kaynağı, aslında dört türlü korku psikolojisine dayanıyordu. Bu dört korku psikolojisinden ilki, ‘iktidar şansını kaybetme korkusu’, ikincisi, ‘rant ve menfaati kaybetme korkusu’, üçüncüsü, ‘rejim ve can korkusu’, dördüncüsü ise ‘taassup korkusu’idi.”
28 Şubat davasında Milli Güvenlik Kurulu’nun tutanakları tartışılırken bugünlere nasıl gelinildiğini daha iyi analiz edebilmeniz için bu eseri mutlaka okumanızı öneririm.
Yoksa, küresel emperyalistlerin oyununu hiç görmeden, yerli aktörlerin rollerini boşu boşuna tartışır, okyanus ötesinin kurguladığı iktidarın değirmenine su taşamaya devam edersiniz!..

Yazarın Diğer Yazıları