Sadece onlar bilebilir

Türkiye’de, “Akan kanı çoğaltmak için tezgâhlanan ve CIA’ya dayanan pis tezgâh”ı aydınlatabilecek iki kişi var: Akan kanı çoğaltan cinayetlerin izlerini temizleyen Cengiz Çandar ve Hasan Cemal!
Hayri Kozakçıoğlu’nun “Bugüne kadar susanlar konuşsun” çağırısına destek veren Necati Doğru, konuşması gerektiğine inandığı bir ismi işaret etti: Emekli Orgeneral Kenan Evren!
Doğru’nun yazısından kimi satırlar: “İpekçi’nin öldürüldüğü dönemde darbe yapmış komutanlar, 31 yıldır bize; ” memleketi kan gölünden kurtarmak için yönetime el koymak zorunda kaldık “ dediler. Şimdi ” kuklalaştırılmış katil Ağca’nın Abdi İpekçi’yi öldürmesi esasen bu kan gölüne akan kanı çoğaltmak için tezgâhlanmış, ucu gidip gidip CIA’ya, Pentagon’a, Gladio’ya dayanan pis bir tezgâhtı ve biz bu pis tezgâhın aleti olduk “ demeye zorlanıyorlar.
(...) Bugün Ağca önemli değil. Onu Abdi İpekçi’yi öldürmeye kimlerin ve hangi merkezlerin, ne amaçla kurguladığının bilinmesi önemli. İpler dışarıda hangi güç merkezinin kontrolündeydi; burası 31 yıl geçmesine rağmen simsiyah karanlıklar ve sisli örtüler altında kaldı. ”

Doğru soru, yanlış adres
Tecrübeli yazar, bu kez doğru sorunun cevabını yanlış adreslerde arıyor gibi geldi bana. Söz konusu olan “akan kanı çoğaltmak için tezgâhlanmış, ucu gidip gidip CIA’ya, Pentagon’a, Gladio’ya dayanan pis bir tezgâh” ise, Türkiye’de bunu aydınlatacak sadece iki ismi geliyor aklıma:
“Akan kanı çoğaltmak” ve “darbe zemini” yaratmak uğruna, Rus ruleti oynarken vurulan Mustafa Kuseyri cinayetini milliyetçilerin üzerine atabilmek için tetiği çeken arkadaşları Nejat Arun’un elindeki kan izlerini silen Cengiz Çandar ve yine “darbe zemini oluşturmak için kan akıtmak” senaryosunda Sıhhıye Orduevine bombalı eylem planlayıcısı olarak rol alan 9 Martçı Hasan Cemal!
Cemal “Darbe tertiplerinin ’aşağıda’ki ’operasyonel’ boyutu hayatidir. Bombasıyla, dinamitiyle, tabancasıyla, dezenformasyonuyla çalışır bu mekanizma... Ben yaşadım bütün bunları.” diye avaz avaz itiraf ettiği halde, kimse kapısını çalıp da “Yahu aynı işleyiş 1980’de, örneğin Abdi İpekçi suikasti için de geçerli. Kimdi size bu akılları verenler bir anlatın da Ağca ile aynı akıl hocalarından mı talimat alıyordunuz anlayalım” demiyor. Bu bile yeterince garip değil mi?

Devlet gazetecisi(!)
Madem Necati Doğru’nun gündeme getirdiği sorunun “doğru” olduğunu savunduk. “Neden doğru” olduğunu delillendirirken de onun satırlarına başvuralım.
Tarih: 12 Mart 2008. Doğru, Vatan’daki köşesinde Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’a Mehmet Ali Birand’ı da ekleyerek soruyor: “Gazeteci midirler, yoksa devletin gazeteci kılığına sokup gizlediği görevlileri midirler?”
Camlı Köşk’te, ABD’nin işgal sonrası Cumhurbaşkanı yaptığı Talabani ile “Türk derin devletinin temsilcileri” gibi poz veren bu isimlere bakarak yaptığı tespit şu: “Celal Talabani ile gazeteci Hasan Cemal, biri gazeteci diğeri Cumhurbaşkanı gibi değil ”iki cumhurbaşkanı gibi“ yan yana iki koltukta oturuyorlar. Karşı koltukta Cengiz Çandar ile Mehmet Ali Birand, gazeteci gibi değil; ” Ankara-Washington-Bağdat siyasi ekseninden sorumlu devlet temsilcileri ve Talabani’nin meslektaşı “ gibi.”
Doğru o gün “Bunu da yazmalıyız” demişti.
Yazmalıyız; çünkü “karanlığı” ancak onun içinde yanacak bir “ışık”la aydınlatabiliriz. Açısı ne kadar geniş olursa olsun bizim dışardan tutacağımız projeksiyon, dip köşeyi görünür kılamayabilir. Yüzlerini “karanlıkla” perdelemeyi başarabilir, perde arkasında kalmayı sürdürebilir birileri. Onun için şimdi “karanlığa” bakma zamanı. 18 Şubat 2005’te Bebek’te bir İtalyan lokantasının önünde belgelenen zifiri karanlığa...
Lokantadan süzülen ışık huzmeleri de, bizim dışarıdan tutmaya çalıştığımız projesksiyon gibi cılız kalmış değil mi? Hala karanlıkta kimi yüzler. Ama onları yakından görenleri seçebiliyoruz en azından: Eski MİT Müsteşarı Sönmez Köksal, eski TRT Genel Müdürü Cem Duna, Ukrayna ve Gürcistan’daki “sivil darbe”lerin “resmi sponsoru”, dünya borsalarındaki dengeleri belirleyen Yahudi kökenli ünlü spekülatör George Soros’un Türkiye’deki tabuları yıkması için yılda ortalama 2 milyon dolar fon aktardığı TESEV’in Başkanı Can Paker ve ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi CIA Ajanı Mark Parris’e, Filistin kamplarında eğitim gören eski gerilla Cengiz Çandar ile Ankara sokaklarında talim yapan eski provokatör Hasan Cemal eşlik ediyor! Haliyle onlar görüyor, biliyor
karanlıktaki yüzleri ve gündemlerini.

İlginç bir milat
Sadece Saddam’ın idamı, Butto’nun öldürülmesi, Ahmedinecad ve Merkel gibi yeni liderin yeni politikaları, eski doğu bloku ülkelerindeki hükümet darbeleriyle dengesi değişen dünya siyaseti için değil Türkiye için de sarsıcı bir dönemin miladı oldu o tarih. Bir kere hemen akabinde, AKP’nin de dahil olduğu kara propaganda dönemini takiben KKTC’de Denktaş dönemi kapandı. Türkleri katil ilan eden Orhan Pamuk Nobel aldı. Danıştay’a saldırı düzenlendi. Nükleer fizikçileri taşıyan uçak düştü. 27 Nisan bildirisi yayımlandı. Şemdinli provokasyonu yaşandı. Ümraniye soruşturması başladı ve dinlemeler, operasyonlar, tutuklamalar vs... Cumhuriyet mitingleri yapıldı. AKP yüzde 47 oy alarak yeniden iktidar, Gül de Cumhurbaşkanı oldu. Hrant Dink öldürüldü. Malatya’da Zirve Yayınevi, Trabzon’da Santoro cinayetleri işlendi. AKP’ye kapatma davası açıldı ve sonuçlandı. Ekonomik kriz yaşandı. Sayısız terör saldırısında onlarca şehit verildi. TSK hedef haline getirildi, Kozmik Oda’ya girildi...
Sayarken bile yoran bunca olay, -unuttuklarımız da vardır- daha fazlası geçti Türkiye’nin üzerinden. Hemen hepsi, “Bu kadar da olmaz” diye bir hassasiyet, güvenlik eşiğimizin kalmadığını gösterdi. Yani hem milletin hem devletin sınırları kaldırıldı o tarihten sonra.

Gladyonun merkezinde
İpekçi suikastının üzerindeki perdenin aralanmasına katkıda bulunmak isteyen kim varsa “kontrgerillayı öğrendiği için öldürüldü” yazıyor.
Oysa Abdi İpekçi’nin ”varlığını öğrendiği“ için öldürüldüğü ”kontrgerilla“nın merkezine giren bir Türk gazetecisi var:
Cengiz Çandar!
Allah ömür versin, hala hayatta ve turp gibi maşallah!
Ortadoğu halklarını Amerikan emperyalizmine karşı ayaklandırmaya çalışırken Çandar’a, 1998’deki ifadesiyle ”Kader çizgisinin bu ülkeyle garip bir oyun içinde“ olduğunu keşfettiren neydi?
Sadece bu sorunun cevabı bile karanlığın ucundaki ışık olmaya yeter belki.
Darbeleri yapan darbecilerin rolleri zaten ayan beyan ortada, madem tetiği çekene değil çektirene bakmalı, o zaman o tetiklerin hizmet ettiği darbeleri de yapana değil yaptırana sorun, anlatsınlar ”karanlığı “!

* * *

Tetiğin arkasındakiler hala karanlıkta
Abdi İpekçi’nin katili M. Ali Ağca’nın tahliyesi ile Hrant Dink’in ölüm yıldönümü aynı günlere rastladı... İki gazeteci cinayetinin ortak yanı sistemli şekilde saptırılması, tetiğin arkasındakilerin hâlâ karanlıkta kalmasıdır. İpekçi, bir söylentiye göre, kontrgerilla örgütünün varlığını öğrenmiş, CIA bağlantılı olduğunu saptamış, bunu da ölümünden bir ay önce görüştüğü CIA şefi Paul Henze’ye söyleme talihsizliğinde bulunmuştur. 12 Eylül darbesine giden kanlı süreci hızlandıran İpekçi cinayetinin ardında CIA’nın bulunduğu yolunda ciddi kuşkular vardır. Dink cinayetinin ardında kimler var? Tam bilinmiyor. Ancak Dink’in avukatlarından Ergin Cinmen’in şu sözleri önemlidir: “Hem Trabzon jandarması, hem İstanbul ve Trabzon’da emniyet müdürü düzeyindeki polis şefleri, Yasin Hayal’in bir yıl öncesinden Hrant Dink’e karşı eylem yapacağını biliyordu. Ama söz konusu illerin valilikleri ne İstanbul ne de Trabzon’daki polis şefleri için soruşturma izni vermediler. Bu karara itirazlarımız da idare mahkemelerince reddedildi...”
Cinmen gidişatı özetliyor: “Şüpheliler açıkça korunup kollanıyorlar. Bunda bir kasıt vardır ve sorumlusu bugünkü siyasi iktidardır...”
Her iki cinayetin, kolları Emniyet’in, MİT’in, yargının, TSK’nın içine uzanan ama aynı zamanda yukardan kollanan çeteler tarafından işlendiği çok bellidir.
l Melih Aşık / Milliyet

* * *

İnsanda biraz utanma olur
Star Gaztesi iki gündür kızılca kıyamet koparıyor “Biz bu filmi çok gördük. Erdoğan’a “diktatör” diyenler 20 yıl önce Özal’a da aynısı diyordu. Eeee, eğilimleri ANAP’ta tek elde toplayan Özal ile, AKP’de tek elde toplayan Erdoğan çok mu farklı? Knedileri itiraf etmiyor mu “devam siyaseti” yaptıklarını? Sanırsın Özal demokrasi kahramanıydı! Rüzgara kapılan Nazlı Ilıcak dünkü Sabah’ta “Dün, Baykal, Özal’a “sivil diktatör” diyordu; bugün, Erdoğan’a da aynı şekilde hitap ediyor” eleştirisini! getiriyor. Tahmin edin şimdi okutacağım satırlar kimin? “Bugünün tohumları Turgut Özal döneminde atıldı. ANAP Genel Başkanı Özal, işine gelen gazeteleri koruyup kollayarak, kızdıklarını tehdit edip yıldırarak, basının yozlaşmasında çok önemli bir rol oynadı. Özal ’iki buçuk gazete kalacak “ diyordu. Dün tohumlar ekildi; bugün fırtına biçiliyor.” Biliyorum kötü bir şaka gibi ama Nazlı Ilıcak’ın ta kendisine!

* * *

Ağca katil de PKK’lı Sakık değil mi ?
Önceki gün “İpekçi bir kere daha öldü” sürmanşetiyle çıkan Milliyet’in iç sayfalarında yazarlar “Ağca ile anıları”nı anlatıyor, “Ağca ile çektirdikleri fotoğrafları”nı yayımlıyorlardı. Dün de İpekçi cinayeti hükümlüsünün gözlerini bantlayarak, protest bir tavırla “Yüzünü görmek istemiyoruz” sürmanşeti ve şehit ailelerinin acısını yansıtan “Ateş düştüğü yeri yakar” manşetiyle çıktı gazete. Çok “anlaşılabilir” bir tavır. Ancak iç sayfalara baktığımızda yüzüne “çarpı” konmuş Ağca sayfasının karşısında, Diyarbakır Cezaevinde Can Dündar ile poz vermiş Şemdin Sakık sayfası vardı. Ne yüzünde bir bant, ne çarpı! Ayağına kadar gidip fikirlerine başvurdukları, “yeni bir insani boyut” macerasına giriştikleri Şemdin Sakık kim? Asker, öğretmen, doktor, hemşire, mühendis, korucu, öğrenci, genç, yaşlı, kadın, çocuk, bebek binlerce insanın katlinden sorumlu bir PKK yöneticisi. Binlerce ocağa ateş düşüren “öldür” emirlerini veren adam. O katil değil mi?
Nasıl İpekçi ailesi, gazeteciler ve Milliyet okurları Ağca’nın yüzünü görmek istemiyorsa, binlerce şehidin ailesi de Sakık’ın yüzünü görmek istemiyordur. Ama kendi manşetinizde dediğiniz gibi, galiba gerçekten de ateş sadece düştüğü yeri yakıyor!

* * *

Yanaşmayana kariyer hayal
Başarılı bir kadın gazeteciydi, ekranda da pırıltısını sürdürdü. Maalesef kariyeri pek istediği gibi gitmedi. Yandaş gazetelerin birine dışarıdan iş yapmaya başladı ama asıl gelir kaynağı televizyonda bir türlü sağlam bir limana çekemedi gemisini...O da çareyi insan ilişkilerinde aramaya başladı...
Sınırsız bir medya dünyasının kapısı açılıyor insanın önüne: Devlet televizyonları, yandaş kanallar, gazeteler, belediye işleri, danışmanlıklar, yönetim kurulu üyelikleri, şirketler, bakanlıklar hatta... Tek yapmanız gereken birkaç fasıl gecesine gitmek, nargilecilerde görünmek, içkisiz kebapçılarda oruç açmak, onların sofralarında oturmak, biat etmek... İki kahkaha, birkaç tatlı söz, iltifat, pohpohlama derken...
Birkaç gün sonra telefon çalar ‘Yandaş TV’de bir program yapacağız, sizi düşünüyoruz’ diye... Hem kimileri birkaç gazeteye, birkaç televizyona iş yaparak 105 bin TL kazanmıyor mu? Gece yarıları yayınlanan ve hiç izlenmeyen programlar için bölüm başına 50-60 bin TL’lık paralar dönmüyor mu?
Peki kim mi bu genç gazeteci? Sizsiniz, yandaşlara yanaşıp iş bağlamaya çalışan hepinizsiniz... l Oray Eğin / Akşam

* * *

MİNİ YORUM
Kemalizm çökerse...

“Kemalizm çökmüştür” diyen Mümtaz’er Türköne’ye cevap Engin Balım’dan geldi:
“Kemalizm çökerse altında kalan çok olur... .Emperyalizm gelir dersimizi yeniden verir.”
Ne yapalım Sayın Balım, kimileri çift dikiş yapmadan anlamıyor demek ki!...

Yazarın Diğer Yazıları