Rüyalar gerçek olsa...

Hararetli bir şekilde Fransa’nın haddini aştığını, sıkı bir dersi hak ettiğini savunan arkadaşımın telefonu çaldı. Tahmin edin neydi kullandığı melodi:
Je Veux!
Oluşan manzara, ülkemin boykot tarihinin tek karelik özetiydi aslında.

***


Sene 1998, Türkiye’nin duyarlı boykotçuları Abdullah Öcalan’ın sınırlarında barınmasına izin veren İtalya’ya karşı.
Bir galeyan ki, Allah Allah!
Sokaklar meydanlar dolup taşıyor, toplu yemin törenleri var başınızı çevirdiğiniz her yanda:
“Bundan sonra İtalyan malı alana...”
Sene 2007, Çankaya’daki “First Lady” nin koluna bak ne var orada?
Aaaa Prada!
Velhasıl 2011’de İtalyan markaları iyiden iyiye göz bebeği oldu devlet katında. Başbakan ekonomi politikasını anlatırken şu tavsiyede bulundu halka:
“Porche’ye bineceğinize Fiat’a binin!”
Fatih Terim’in Fiorentina - Milan serüveni yetti, “teröristin hamisi İtalya”, “bizim İtalya” oluverdi netekim!

***


Sene 2006. ABD’nin Irak işgalinde Müslümanları hedef alan sivil katliamları ayyuka çıkmış, katillere en büyük destekçi İngiltere... Dön öbür tarafa, gün geçmiyor ki İsrail bombalarıyla paramparça olan bebek hayatların haberi düşmesin ajanslara.
Yine çok kararlıyız, taviz yok “Biz çocuk katillerinin ürünlerini tüketmiyoruz!”
ABD, İsrail ve İngiliz markalarını içeren listeler hazırlanıyor.
Dört yıl sonra 2010’da bir haber daha:
“Cephane bizden değil! Terörist İsrail’in insanlık dışı ve aşağılık saldırılar üzerine boykot başlatıyoruz!”
Nasıl yani!
İyi de bir önceki boykot ne zaman bitti?
Irak’ta işgal, Gazze’de terör sürdüğüne göre alınan ilk boykot kararına hâlâ uyuluyor olması, dolayısıyla da boykot içinde boykota ihtiyaç duyulmaması gerekmez miydi!
Neyse olmuş bir kere, Gazze’li çocuklara ağlayan anneler, kendi çocukları mızıldanmaya başladıkça boykotta olduklarını unutup Danone’leri tıkamışlar ağızlarına!
Yeni boykot öyle olmayacak ama; azimli halk bu defa:
ABD-İsrail markalarını içeren listeler güncelleniyor ve acil postalanıyor eşe-dosta; Nokia’nın “akıllı telefonları”yla!
“Kınıyoruz” diyor ekrandaki spiker; önündeki IBM bilgisayarın ekranındaki metin uyarınca!

***


Sene 2009. Çin’de Doğu Türkistan Türkleri’nin maruz kaldığı zulme ancak uyanıyor iktidar. Çin mallarına boykot çağrısını yapan bizzat Sanayi ve Ticaret Bakanı. Bu yazıyı okurken bulunduğunuz yer neresi olursa olsun, şöyle bir süzün etrafı, sonucu söylememe gerek var mı?

***


Geldik 2010’a... Boykotçu Türkiye bu kez Türkiye’yi “soykırımcı” ilan eden İsveç’e karşı. İyi de nasıl oldu bu iş, İkea’ya giden ziyaretçi sayısı son bir yılda tavan yaptı. Çatılı mesire yeri oldu İstanbullu’ya İsveç mağazası!

***


Sene 2011.
Telefonunda Je Veux çalan arkadaşım Fransa’yı boykot edecekmiş...
Güleyim mi, ağlayayım mı?
Hayır, biz zaten 2006 yılında “Ermeni soykırımının inkârının suç sayılması”nı, ihlal edenlere hapis ve para cezası verilmesini öngören yasa teklifini kabul ettiklerinde almamış mıydık bu kararı?
“Onuruna Fransız Kalma” parolasıyla boykota başladıktan sonra boykotu ilk delenler kimler oldu acaba?
Hem Başbakan Erdoğan, hem de Cumhurbaşkanı Gül gitmedi mi “terbiyesiz”, “izansız” Sarkozy’nın Elysee Sarayı’na!
Gül eşi Hayrünisa Hanım’la Eyfel Kulesi’nin önünde gazetecilere pozlar verirken de Türkiye 10 yıllık “soykırımcı”ydı, “Bakın bizim için kırmızı beyaz ışıklar yaktılar” diye çocuklar gibi sevindikleri o ülkede!

***


Parlamenterlerini yolluyorsun “muhatap” bulamıyor.
İşadamlarını yolluyorsun otelden kovuluyor!
Telefon ediyorsun, sözüm ona posta koyacağın, ayar vereceğin, tehditle dize getireceğin adam cevaba bile tenezzül etmiyor!
Uğradığın bunca hakaretten sonra “soğuk duş” etkisi başgöstermiş ve uyanmışsındır diye düşünüyor insan haliyle... Ame nerdeee!
Cumhurbaşkanı Gül, “yüzyıllara dayanan dostluğu feda etme” diye yalvarıyor Sarkozy’ye “en sert mesajında”!
Pardon da biz ne zaman dost olduk Fransızlarla?
Arkadaşların aklı hâlâ Fransuva’nın Kanuni’den yardım dilenen annesindeyse başka ama benden uyarması o yüzlerce yıl geride kaldı, şimdi Carla oturuyor tahtta; üstelik de lohusa!
Unuttun galiba ama, sen “Mısır sorunu”nu başına bela eden Fransa yüzünden attın kendini Tanzimat / Islahat uçurumuna!
Aynı Fransa, 1. Dünya Savaşı’nda “düşman” safında çıktı karşına... Yetmedi, Yılmaz Özdil de dün yazdı, tuttu vatanını işgal etti. Güneydoğu’daki Ermeni çetecilerin hamisi kimdi?
Tarih bilmeye de gerek yok, “Libya kazığı”nın acısı ne çabuk geçti?
Ne derin “düş politikası”ymış uyanamadılar gitti.
Kendileri uyanamadılar bir de milleti uyutma çabasındalar, “kaçıyormuş” Fransa Cumhurbaşkanı bizimkinden...
Tabii öyledir, korkusundan tir tir titremektedir!
Neydi acaba “uyutulmadan” önce dinledikleri ninni: “Rüyalar gerçek olsa...” olabilir mi!



BASINDAN SEÇMELER


Bizim “sivil”celere bak hele

Anıtkabir’de Ata’sını bekleyen Türk askerine tahammül edemeyenler Fransız generalin karşısında hizaya geçtiler

...öyle bir korku ki Atatürk’ün muhafız ve tören taburunun 91 yıl sonra TBMM’den çıkarılmasını selamlayan Emre Aköz, Anıtkabir Komutanlığı’nın da lağvedilmesini istemiş! Neymiş, Anıtkabir’de asker bulunması da “vesayet rejimi” görüntüsüymüş!
Hafta sonu, Fransa’nın Yaşar Kemal’e verdiği ödülün takdim törenindeydiler sıra sıra: Mehmet Barlas’tan Derya Sazak’a, Hasan Cemal’den Mehmet Ali Birand’a, Oral Çalışlar’dan İsmet Berkan’a... Askeri vesayete karşı mücadelenin neferleri olan bu meslektaşlarımız, Fransız generalinin karşısında, hiç rahatsız olmadan sıraya geçebilmişler.
Fransa, Yaşar Kemal’e 1983 yılında verdiği “Legion d’ Honneur” yani “onur lejyonu-komutan” rütbesinin bir üstü olan “Grand Officier” yani “büyük komutan” nişanını da verme kararı almış. Paris, nişanı vermek üzere törene, Legion d’Honneur Grand Şansölyesi Orgeneral Jean-Louis Georgelin’i göndermiş.
General de haliyle askeri üniformasıyla nişanı takmış. Anıtkabir’de Ata’sını bekleyen Türk askerine bile tahammül edemeyen bizimkiler ise “Fransa’da sivil yok mu?” diye sormayıp Fransız askerin usta edebiyatçımıza nişan takmasını alkışlamışlar.
Mehmet Ali Güller / Aydınlık




Öpüldünüz beyler

Neymiş efendim...
Fransa bize akıl öğreteceğine, Cezayir’de yaptıklarına baksınmış.
Sana ne taaa Cezayir’den?
Allah’ın salağı.

***


Antep neden Gazi? Maraş neden Kahraman? Urfa Neden Şanlı? Niye taktık bu sıfatları bu şehirlerimize? Kim silah zoruyla oturdu buralara daha dün? Yedi Cüceler mi? “Biz soykırımda yok olduk” diyen Ermeniler, hangi ülkenin askeri üniformasını giyip, katliamın feriştahını yaptı oralarda? Sütçü İmam’ı mandıracı filan mı zannediyorsun?
Fransız suçu arıyorsan... Antep kanıt. Maraş kanıt. Urfa kanıt.

***


İlla tarihi ayıp arıyorsan...
Unutuyorsun! Asıl ayıp bu.
(Yana yakıla NATO’nun askeri kanadına dönmek isteyen Fransa’yı veto etme hakkı varken, zart diye yolu açan kim?)

***


(Bir milyon Ermeni’yi doğradık diyen Pamuk efendiyi, Çankaya Köşkü’ne törenle davet edip, pamuklara saran kim?)

***


(Fransız işgali altında inim inim inleyen Gaziantep’in Belediye Başkanı, bu rezalet ortaya çıkana kadar Fransız malı makam aracı kullanıyordu... Hangi boykottan bahsediyorsun?)

***


Irzına geçenle...
Enseye tokat oluyorsun.
Neticede ne bekliyorsun...
Fransız öpücüğü mü?
Yılmaz Özdil / Hürriyet




Büyük devlet eylemle konuşur

Emekli Büyükelçi Uğur Ergun anlatıyor: “Eskiden Londra’da hiçbir ülke diplomatına ceza uygulanmazdı. İngilizler ilk olarak 1985 yılında Londra’da yanlış yere park eden diplomatların arabalarına kelepçe takma uygulaması başlattılar. Uygulama özellikle Arap diplomatları hedef alıyordu. Bir ara benim büyükelçilik önüne park ettiğim arabama da kelepçe taktılar. Derken kelepçe uygulamasına aniden son verildi. Meğer bir Sovyet diplomatının aracına da kelepçe takılmış. Ama aynı gün Moskova’da İngiliz Büyükelçiliği’ne ait 90 araca birden kelepçe takılınca İngiltere uygulamaya son vermiş...” Büyük devlet budur... Lafla değil eylemle konuşur...
Melih Aşık / Milliyet




İngiltere bir sivil demokrasi midir?
Elbette evet. Ama Kraliçe’nin muhafız alayı sittin senedir aynı kıyafetlerle tanıdığımız bir askeri birliktir... Bir ülkenin sivil olup olmadığına, bazı kurumlardaki “simgesel nöbetçilerin” kılık kıyafetiyle karar verilmez.
Fatih Altaylı / Habertürk




Hamamda tellak makamı

Restin “e” sini atıp “a” koyarsanız “rast” olur ki... Hamamda tellak makamıdır... Nitekim (Kızılca)hamam’daki kapalı toplantıda, nasıl olsa Amerika’dan duyulmaz diye seslendirmişti Davutoğlu:
“Sayın Başbakanımız Toronto’da Obama’ya rest çekti...”

***


“Geç oldu, temiz oldu” derken... Cannes’da ikisi
sarılmazlar mı?..
Bu kez yalaka: “Sarıldılar...”, “Kucaklaşma uzun sürdü...”, “Obama kendine doğru çekti...”, “Alttan ve üstten kavradı...”, “Birbirlerini sıktılar...” Böylece “m” gelmiş ve rest olmuştu mest...

***


Şimdi sıra Fransa’ya rest çekmekte...
Daha geçen gün: Atatürk ve arkadaşlarını, Dersim’de “kanlı katliam” yapmakla ve kitleleri yok etmekle suçlayan Başbakan’dı... Bangır bangır duyurdunuz dünyaya... “Süngünün ucunda çocuklar, ateşe atılan kadınlar...”
Lüzum yok Ermeni’sine, Fransız’ına... Sırf Atatürk’ü yaralamak, Cumhuriyeti paralamak için... “Büyük katliamın” belgelerini Ermeniler değil, ülkenin Başbakanı TBMM kürsüsünden açıklarken... Sesiniz çıkmadı... Korktunuz çünkü... Şimdi “yalan” deyin...
Anladılar anladılar...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet




Akılları fikirleri kurnazlıkta

Elektrik faturalarına yansıtılan TRT payı, Enerji Fonu, Belediye Tüketim Vergisi, Sayaç Okuma Bedeli, İletim Hattı Bedeli gibi haksız kesintileri belki on kez eleştirmişimdir.
Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK), kamuoyundan gelen yoğun tepki üzerine, aklınca bir “çözüm” geliştirmiş ve bu kesintileri gizlemeye karar vermiş...
Bu paraların hepsi bundan sonra da aynen alınacakmış ama “görüp de kızmamamız için” elektrik faturalarında detaylı olarak österilmeyecekmiş...
Yani “mazruf” aynı kalacak ama “zarf” değiştirilecekmiş...
EPDK’nın işi bu mudur yani?
O koltukta oturanların aklı neden vatandaştan alınan haksız paraların azaltılmasına değil de hep böyle “kurnazlıklar”a çalışır?
Mustafa Mutlu / Vatan

Yazarın Diğer Yazıları