Rubab çalan romantik gençlerdir belki!
Habertürk program yapımcısı Mehmet Akif Ersoy''un, Kabil sokaklarından yaptığı yayınların birinde, ''yanına gelen bir Taliban mensubunun, Malatya İnönü Üniversitesi''nden kabul aldığını söylediğini'' aktarması ortalığı karıştırdı.
"Sonunda üniversiteleri de mi teröristlere açıyoruz" diye bağırıldı, çağırıldı.
Derhal soru önergeleri yazıldı.
Tepkiler üzerine İnönü Üniversitesi Rektörü açıklama yaptı.
***
Taliban mensuplarının Türkiye''ye giriş çıkışı konusunda, Ersoy''un duyurmasıyla ortaya çıkan kontrolsüzlük tam fecaattı.
Ama…
Hepinizi iki dakika dürüst ve samimi olmaya davet ediyorum:
Bu habere gösterdiğimiz tepkinin şiddeti çok mu "orantılı"?
***
Sanırsınız, Mehmet Akif Ersoy, bir Taliban mensubunun Türkiye''de üniversite okuyabileceğini bildirmeden önce, çocuklarımız için dünyanın en güvenli, en korunaklı alanlarıydı Türk üniversiteleri!
Önceki gün bu haberi öğrendiğimiz ana kadar kampüslerimizden içeri bir tek terörist girebilmiş değildi!
Öyle bir şok hali…
***
Yahu, İzmir''in orta yerinde Fırat''ı kim katletti?
Bir dönemin fenomen PKK''lı tarifiyle "Gitar çalan romantik devrimci gençler" mi?
Eğer öyleyse, Ersoy''un "öğrencimiz" olacağını duyurdukları da başka bir kesimin "Rubab çalan romantik gençleri"nden ibarettir belki!
***
Taliban, terör örgütü.
PKK değil mi?
DHKP-C değil mi?
MLKP değil mi?
Bunların bir kısmı kamplarda eğitildikten sonra metropollere sızdırılmış olan, bir kısmı sonradan karşımıza bir katliamın "intihar eylemcisi" olarak da çıkan militanlarının üniversitelerde yaptığı kıyımı, "karşıt görüşlü öğrenci kavgası" diye örtbas eden medyanın ta kendisi değil mi şimdi, Taliban üzerinden "üniversitelerde terör" kaygılı manşetlere imza atan?
***
Terör örgütlerini de mi "yerli ve millî(!)" olanlar ve olmayanlar diye ayıracağız yani?
Üniversite kampüslerinde yuvalananlar "bu topraklarda palazlanan teröristler" ise üç maymunculuğa devam, "ithal terörist" ise mi veryansın etmeli? Kaldı ki, Öcalan paçavralarıyla halay çekince "tehlike"den saymadıklarımızın ne kadar "bu toprakların beslemesi" olduğu da tartışmalı…
Üniversitelerimiz zaten terör örgütlerinin kıskacı hatta kimi kampüsler kuşatması altındaydı; "Taliban militanı üniversiteli" meselesi de bu çok vahim hale tüy dikti.
***
Söz konusu olan çocuklarımız; can…
Söz konusu olan vatan…
Ve istememiz gereken sadece "Hiçbir Taliban militanı" değil "Hiçbir terörist" olmalı üniversitelerde!
DAYANIŞMAYA ERİŞİM ENGELİ
Zaman su gibi akıp geçiyor.
Ege ve Akdeniz''in en nadide koylarının, köylerinin, yayla ve ormanlarının "kül" olmasının üzerinden neredeyse bir ay, başta Bozkurt olmak üzere Karadeniz yerleşimlerinin yanlış imar uygulamaları yüzünden "sel" olmasının üzerinden ise 15 gün geçti.
Akdeniz''de ömürlerinin o güne kadarki her bir gününün yanışını, Karadeniz''de ise sel sularına kapılıp kayıp gitmesini izledi insanlar.
Evleri gitti; eşyaları, o eşyaların yaşattığı anıları…
Kiminin hayvanı, kiminin arabası, kiminin iş yeri; bütün yatırımları gitti…
Dahası canları; günlerce cansız bedenlerini taşıdılar sevdiklerinin Bozkurt''ta…
Çamur her gün yeni cesetler kustu; her gün yeni umutları yuttu.
Kaldırılması devam eden "enkaz" demir kapı, taş duvar değil "hayat"tı.
Şahit olduğumuz onca trajedi, hem daha dünmüş gibi hem de hayatın olağan akışına kapılıp unuttuk gitti. Yakıp yıktığı yerlerle baş başa bıraktık bile ateşi ve seli; silinmez izlerini.
Bu mu bizim "toplumsal dayanışma" anlayışımız şimdi?
***
Afet bölgelerine gidip karınca kararınca bir işin ucundan tutmaya çalışan gönüllüler var hâlâ ama benim kast ettiğim bir "iklim".
Bakın etrafınıza var mı "acıyı paylaşan millet" haleti ruhiyesi?
Yok.
Çünkü, anlamsız bir şekilde "olmasın" istendi.
Göz görmeyince gönül katlanır diye herhalde…
Gözden uzak olan gönülden de uzak olur diye…
Afetlerin insani boyutu büyük oranda görünmez hale getirildi medyaya uygulanan "kaos havası yaratacak yönde yayın yapmayın" yasağı eliyle.
***
Kaos yok şimdi.
İnfial yok.
Eşine ender rastlanır hızda bir "normalleştirme" var;
"Sıradanlaştırma"…
"Hiç olmamış gibi" kayıtsız yaşayabilme kabiliyeti.
Güç mü bu şimdi?
Yoksa mekanikleşme göstergesi mi?
***
Toplu ağlama törenleri düzenleyelim, durmadan ağıt yakalım, karalar bağlayıp umuda dair hiçbir detaya filizlenme şansı tanımayalım demiyorum tabii de, ülkenin bir yerinde evlatlarını yutan toprağı avuçlayıp feryat eden anne babalarının sesi inletirken hâlâ ortalığı, ekran aracılığıyla topluma dayatılan kaygı düzeyinin de şeftali sosunun ete mi yoksa balığa mı daha çok yakışacağı, yahut esas oğlanın zengin kızı mı yoksa fakir ama gururlu olanı mı tercih edeceği düzeyinde olması da biraz fazla değil mi?
Bazen, "acıda birlik" de yükseltmeye yaramaz mı milletlerin direncini?