Renkli devrim senaryosu
Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan’da iktidarlara karşı yapılan CIA destekli renkli devrimler, Türkiye’de iktidarın iktidarını sağlamlaştırmak için tezgahlanıyor. İlk hedef Cumhuriyet’in direncini kırmak
TÜRKİYE programlanmış bir psikolojik savaşın hedefi durumunda. Bu savaş, Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan’da sahnelenen renkli devrimlere çok benziyor. Ancak bir farkla: Bu ülkelerde renkli devrimler iktidarlara karşı yapılmıştı. Türkiye’de hedef iktidar değil, iktidarın iktidarını sağlamlaştırmak, ebedileştirmek ve onun aracılığıyla ılımlı İslamı kurmak.
Türkiye’de hazırlanan renkli devrimin hedefine, hedeflerine gelince: Mustafa Kemal Atatürk. Kemalist Cumhuriyet, Türk Silahlı Kuvvetleri, başta Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Yargıtay olmak üzere bütün Yargı ve Cumhuriyet Halk Partisi.
Psikolojik savaş kasası
Psikolojik savaşın elinde dört hazine var: 1. Aleviler, 2. Kürtler, 3. Ermeni sorunu, 4. Kıbrıs.
Bu dört hazine psikolojik savaş kasasında duruyor, istendiği ve gerektiği zaman kasadan çıkartılıyor. Bu psikolojik savaşın maddi ve manevi finansörleri: ABD ve Avrupa Birliği.
ABD’nin kullandığı araçlar: Pentagon, CIA tarafından desteklenen sivil toplum örgütleri ve vakıflar:
1. NED (Demokrasi İçin Ulusal Barış; The National Endowment for Democracy): NED’in tasarlanmasında katkısı olan Senatör Allen Weinstein, 1991’de, Demokrasi Projesi’nden bağış alan kuruluşlar Demir Perde’yi yıkmaya çalışırken şunları söylemişti: “Bizim bugün NED olarak yaptığımız 25 yıl önce CIA tarafından gizlice yapılıyordu.” (Yeni Soğuk Savaş, s. 50 ve sonrası)
2. Özgürlükler Evi (Freedom House).
3. IRI (International Republican Institude): NED’in para bağışlarını dağıtıyor.
4. NDI (National Democtaric Institude) NED’in para bağışlarını dağıtıyor.
5. George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü.
6. USIAD (United States Agency for International Development).
Bu konuda iyice bilgi sahibi olmak istiyorsanız, size, Mark MacKinnon’ın “Renkli Devrimlerin Sırrı Yeni Soğuk Savaş” ını (Destek Yayınları) okumanızı önerebilirim.
Gazetecileri satın alıyorlar
NED’in desteklediği kuruluşlar, ilkin, ilgilendikleri ülkelerde yandaşlar buluyorlar. Onların yardımıyla hedef ülkede bürolar açıyorlar. Ardından radyo istasyonları, televizyon kanalları geliyor. Gerekirse bunları kendileri kuruyorlar. Amaçları doğrultusunda yayın yapmak için gazeteler, dergiler, yayınevleri, araştırma büroları kuruyorlar. Gazeteciler, yazarlar satın alıyorlar ve saat çalışmaya başlıyor. Bu senaryo Sırbistan’da, Ukrayna’da, Gürcistan’da uygulandı ve başarıya ulaştı. ABD’ye muhalif iktidarlar düşürüldü, bunların yerine ABD yandaşı liderler ve yönetimler geçti.
Üç ülkede başarıya ulaşan yerli militanlar bir başka renkli devrime katkıda bulunmak amacıyla hedef ülkelere ihraç edildiler. Bu yöntem Kazakistan ve Kırgızistan’da başarıya ulaşamadı.
Aynı yöntem, Ecevit’in koalisyon hükümetini düşürme öncesinden başlayarak Türkiye’de de uygulanmakta. Hedefleri iktidara getirdikleri AKP hükümeti değil. Tam tersine, ılımlı İslam projesine karşı olanları tepeleyip AKP iktidarını sağlamlaştırmak. Son olarak, Dersim ve Koçgiri komplolarını bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
* Özdemir İnce / Hürriyet
++++++
Paranoyadan besleniyor
Belli ki AKP’nin iktidarda kalma stratejisi tamamen “paranoyalar” üzerine yürütülecek artık.
İktidardaki 5 yıldan sonra birden “darbe yapmak isteyenler var” diye ayağa kalkıldı. Hukuk ve ahlak dışı operasyonlarla iktidara soru soran ve herhalde tehlike olarak görülen Türkiye’nin önemli aydınları toplandı. Eziyet altında tutuluyor.
Toplumda “cuntalar kurulmuş, bombalar patlatılacak, suikastlar yapılacakmış, maksat arbede yapmakmış” paranoyası oluşturuldu.
Liberal maskeli faşistler kanalıyla yürütülen Göbelsvari propagandalarla halkın önemli bir bölümü buna inandırıldı.
Ordu karalanırken, bütün kötülüklerin anası olarak büyük Atatürk’ü gösterme çabaları demokrat olmanın bir özelliği olarak sunulmaya çalışıldı.
Ama bunlar yetmiyor. Çünkü her gün ortaya atılan düzmece belgelerde kimi dehşet tablolarına rağmen ne ordunun ne de başkalarının bir darbe yapacağı hatta bunun düşünü bile kurmayacağı açıkça ortaya çıktı.
Oyun bozulmaya başlanınca ortaya yeni bir paranoya sürüldü: “AKP’yi kapatmak istiyorlar” yaygarası başladı şimdi de.
Hukuk dışı telefon dinlemeleri üzerine Yargıtay Başsavcılığı’nın inceleme başlatması bahane edilerek “Parti kapatılacak” propagandası yapılıyor şimdi. Tartışmaya başlayanlar halkın kafasını muhallebiye çevirmeden de bu işten vazgeçmeye niyetli değil.
Domuz gribi, GDO’lu gıdalar, milyar dolarlık yolsuzluklar, Deniz Feneri, devleti ele geçirme operasyonları, itelenen, işkence çektirilen aydınlar bu arada unutturulmak isteniyor.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Karşı darbecilerin yargılaması
Türkiye Cumhuriyeti, dünyadaki sayılı siyasi devrimlerden biridir. Devrimin siyasi önderi Kemal Atatürk’tür. Devrim, 1938 yılına kadar sürmüş; Atatürk’ün ölümünden sonra nispeten korunmaya çalışılsa da özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası Amerikan emperyalizminin maşası olan iktidarlar tarafından delinmiş, yozlaştırılmış, çarpıtılmıştır.
1923’ten 1938’e dek 15 yıllık süre içinde Cumhuriyet Devrimleri, ne yazık ki toplumun tümünü kapsayacak şekilde bir yaşam biçimine dönüştürülememiştir. En büyük engel, emperyalistlerle işbirliği içindeki dinciler ve toprak ağaları olmuştur.
Bu arada dünyadaki siyasi devrimlere baktığımız zaman adı üstünde devirir geçer; engel tanımaz! Devrimin yargılanabilmesi için, karşıdevrim olması gerekir. Gelelim bugüne... 15 yıllık süre içinde yapılan devrimler aradan geçen 70 yılda tümüyle ortadan kaldırılamamıştır ama bugün yapılanlar örneğin Dersim İsyanı’nın bir “katliam” olarak topluma anlatılması, isyandaki eşkıya başı Seyit Rıza’nın bir kahraman gibi gösterilmesi devrimi yargılama çabasından başka bir şey değildir. Yaşadığımız süreç karşıdevrim sürecidir ve Cumhuriyet Devrimlerine bağlı aydınların Silivri toplama kampında yargılanması da bu sürecin bir parçasıdır!
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
Sanki sırra kadem bastı
Üçüncü mektup geçen hafta patladı... Mektubu yazan birer kopyasını savcılık, Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı ve siyasi partilere göndereceğini belirtmişti. Ancak medyadan başka hiçbir yere gitmediği anlaşıldı. Mektubu yazan subay üstlerinden “amirim” diye söz ediyordu. Bu bir subaydan daha çok polisin mektubuna benziyordu...
Gelelim sadede...
Birinci mektup postaneden adi postayla yollanmıştı. Postaya verildiği tarih ve postane belliydi. Postanedeki kamera kayıtları incelenerek bu kişi bulunabilirdi.
Bu tür bir çabayı hiç duymadık.
İkinci mektubu yazanın bulunması çocuk oyuncağıydı. E - maili gönderen kişi iki gün içinde bulunabilirdi. Bu kadar basit ama önemli bir araştırma yapılmadı.
Üçüncü mektubun gönderildiği postane de bulunur, kamera kayıtlarından mektubu gönderen tespit edilebilirdi. Böyle bir çalışmadan da hiç haberimiz olmadı...
İhbar mektupları gündemi sallıyor... Albay Çiçek bu mektuba dayalı olarak tutuklanıyor. Hem TSK hem yığınla insan töhmet altına sokuluyor. Ama bu mektupları gönderenlerin bulunması için çaba gözlenmiyor. Tuhaf!?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Şu yemek meselesini bir daha düşün istersen
Kürt Açılımı’nda en parlak, en zekice, en kapsamlı ve en etkili teklif AK Parti Milletvekili Nursuna Memecan’dan geldi...
Partisinin Kızılcahamam kampında şöyle demiş Nursuna Hanım:
“Doğu ve Güneydoğulu milletvekilleri Batıya, Batılı milletvekilleri de Doğu ve Güneydoğu’ya gidip insanlara misafir olsunlar. Aynı sofrayı paylaşsınlar. Yemek yemeden olmuyor bu işler. Aynı sofrada yemek lazım... Çünkü yemek yediğinde konuşursun, konuşunca da birbirini anlamaya başlarsın”.
Nasıl? Harika değil mi? Fakat...
Şöyle küçük bir sorunumuz var:
“Başmüzakereci” olmak için yanıp tutuşan Nursuna Hanım, bu amaçla Sıraselviler’deki evinde Başbakan Erdoğan’ın şerefine bir yemek daveti vermişti ya...
O yemekten bir sonuç alamamıştı...
Acaba diyorum bu “yemek” işini bir daha düşünse mi?
* Ahmet Hakan / Hürriyet
+++++
İzmir’in kaymak tabakasından!
Vay canına!
Dalyanköy’de çipuraları kalamarları götürürken, “fıstık”, işine gelmeyince “faşist” öyle mi?
Doğma büyüme İzmirliler bile, İzmir’in nimetlerinden Ahmet Türk kadar faydalanmamıştır.
Gözünü seveyim Ahmet Türk, şunun şurasında üç beş kişiyiz, birbirimizi biliriz...
Bak, DTP Milano Milletvekili Sırrı Sakık’ın hiç sesi çıkıyor mu?
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Güvenilirliği sorgulanmalı
4457 sayılı Türk Akreditasyon Kurumu (TURKAK) Kanunu’na göre; ülkemizdeki laboratuvarların “akreditasyon belgesi” alması gerekiyor.
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı da; bünyesindeki morg salonu, biyoloji, kimya, fizik ve narkotik laboratuvarları için TURKAK’tan akreditasyon belgesi istedi... Ama sadece narkotik laboratuvarı için alabildi... Başka bir deyişle; laboratuvarlarının tamamına yakını, “standartlara uygun” bulunmadı ve başvuraları reddedildi... Elimde daha ne hikâyeler var ama Kurum’un son aylarda zaten yerlerde sürünen itibarına iyice zarar vermemek için “şimdilik” anlatmıyorum.
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Deniz Feneri’nin ‘kurban’ oyunu
Kadıköy’den S.H.’den bir uyarı:
“Çocuğuma, ödev diye bir ‘kurban’ resmi vermişler. Puzzle gibi parçalar bölüp üzerinde rakam yazmışlar; 3, 5, 10 gibi ve bunu satmalarını istemişler. Toplanacak para da Deniz Feneri aracılığı ile güya kimsesiz çocuklara gönderilecekmiş. Çocukları kullanarak bu şekilde insanları sömürmeleri ya da ödev adı altında bu faaliyetleri yapmaları konusunda ilgililer neden duyarlı davranmazlar?”
* Yalçın Bayer / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
Zaaf değil nefretmiş!
Bunca zaman “eski solcular” ın namı diğer “eski tüfekler” in liberalleşme sürecinin menfaatperestlikten kaynaklandığına inanıp onların “nefis” veyahut “zaaf” larına yenildiğini düşündük. Mete Tunçay’ın Star’dan Fadime Özkan’a anlattıklarına bakılırsa “zaaf” larına değil “nefret” lerine yenilmişler.
Solun “millileşmesi” alerji yapmış bünyelerinde.