Reklam yandaşları

Vay efendim sen misin TT Arena stadının açılış ilanını - hem de “Başbakan’a kara sevdalı” Star gazetesine- vermeyen...
Veryansının bini bir para Ergun Babahan’ın sütununda:
Zaten bu reklam pazarlama alanı da “başta AK Parti olmak üzere muhafazakar kesimden pek hoşlanmayanların elinde” ymiş de...
Zaten bu nasıl reklamcı kafasıymış ki tirajı dikkate almazmış da... (Sanırsın gazetesi hergün satış rekorları kırıyor yok satıyor bayilerde!)

***

Hani “Allah’ın sopası yok” derler ya; boşa demiyorlar...
Babahan’ın “Bize AKP yandaşı diyenler, bir de şu reklam yandaşlarını görsün de hepsine kapak olsun” içerikli yazısının yayımlandığı gün gazetesi Star’ın üçüncü sayfasında ne vardı dersiniz?
TT Arena Stadı’nın açılışı dolayısıyla “teşekkür” ilanı!
Tamam yine Galatasaray Kulübü’nden değil ama müteahhit firmadan!
Ve VARYAP-UZUNLAR Ortak Girşimi’nin Star gibi, Yenişafak gibi “yandaş” gazetelere vermeyi tercih ettiği bu ilan, -tahmin edersiniz ki- yer al(a)madı “tirajı çok daha yüksek” başka yayın organlarında!
Babahan yarın da VARYAP-UZUNLAR Yönetim Kurulu’nu, tıpkı Galatasaray Yönetim Kurulu’na yaptığı gibi “reklam yandaşı” olmakla suçlayabilecek mi acaba?

***

“Tercih” hakkı olan, görece vizyonu-misyonu uyarınca “ayırma-ayrım yapma” hakkı olan özel sektör bir yana...
Bütün iş ve işlemlerini “ayrımcılık gözetmeksizin” yapması gereken kamu kurumları...
Örneğin Başbakanlık’a bağlı TOKİ yandaş medyayı ihya ederken nerdeydi Babahan’ın aklı?
Belli ki kafası hayli karışık şu ara diyeceğim ama ekrandan görebildiğimiz kadarıyla karışık olan yegane yanı burnu; o da kendi parmağıyla karıştırdığı; kendisini burunzade yok yok burunzede durumuna düşürdüğünden canlı yayında!
Madem Babahan’a göre ölçü “tiraj” olmalı; İstanbul Büyükşehir Belediye A.Ş. Taraf’a ilan yağdırırken niye sormadı:
“Taraf’tan daha yüksek tirajlı şu gazeteye niye vermiyorsun da Taraf’a yediriyorsun ilan pastanın en büyük dilimini?” diye?
Pastadan kendisine de dilim kesil-diği sürece sorun yok mu yani; onlar pastayla doyursun karınlarını, başka-ları bir dilim ekmeğe muhtaç da olsa ne gam ha!
Bu kamu kurumlarından bir tanesi bile bugüne kadar, tabiri caizse zırnık ilan geliri sağlamadı mesela Yeniçağ’a?
Neden?
Hangi ölçüye göre “reklam verilmeyecek gazete” olarak fişlendik biz ekonomik darbe planında?
Tiraja göre mi?
Yoksa muhalet eğilimine göre mi?
Sade kamu kurumları değil, sade AKP sermayesinden bitme holdingler vs. değil; hangi şirket bugün gerine gerine reklam verebiliyor bir muhalif gazeteye?
AKP’nin “Muhalefeti yaşatanı yaşatmam” tavrı karşısında reklam pazarlama alanı iktidar yandaşları değil de muhalif yayınlarını besliyor diyene kargalar bile güler bu devirde!
Yandaş medya olmasa, diğerlerinin yayınları yüzünden AKP kapanır, siz Galatasaraylılar da bu görkemli stadı rüyanızda görürdünüz diye aba altından sopa gösterdiğine göre, değnekçilik epey tecrübe kazandırmış otoparkçı Babahan’a!
Ya diğerleri; “entelektüel değnekçilik”te ikbal aramayan ve hala “gazeteci” titriyle yetinenler; onlar nasıl, hangi yöntemle ikna etsin reklamvereni?

+++

Babahan’ın reklam verenleri suçladığı o yazı
“Başbakan Erdoğan’ı kızdırdıkları paniğiyle cadı avına çıkan Galatasaray yönetimi, Türk Telekom Arena’nın açılışı nedeniyle verdiği teşekkür ilanlarında, bugün peşlerine düştüğü protestoculardan hiç de farklı düşünmediğini ortaya koydu.
Galatasaray Başkanı Adnan Polat ve reklamlarından sorumlu Yiğit Şardan, bir kısım medyayı yok saydı. Standın açılış ve teşekkür ilanlarını göstermelik bir istisna hariç sadece kendi dünya görüşlerine hizmet eden gazetelere verdiler.
(...) Galatasaray yönetiminin mesela Star’dan daha az satan gazetelere reklam verirken bizim gazeteyi ıskalamasının ekonomik kaygılardan değil de ideolojik duruşlarından kaynaklandığını düşünüyorum.“

+++

Dink’ten çok Dink’çiler
Nefret Söylemi ve Nefret Suçları adıyla derlenen kitapta “Hrant Dink’i hedef gösterdi” denilerek hedef gösterilen(!) yazarlardan biri de Melih Aşık’tı; yazmıştık.
Önceki gün bir kere daha konuştuk ve bir kere daha tekrarladı Aşık:
“Benim yazılarımda Dink’i hedef göstermeye dönük tek satır yok!”
2005 yılında, Dink hapis cezasına çarptırıldığında, bu kararı içine sindiremediğini, üzüntü duyduğunu paylaşmıştı kamuoyuyla... Aşık da bunun üzerine sormuştu:
“- Peki 70 milyonu yargılamadan soykırım suçlusu olarak sanık sandalyesine oturtmak içinize siniyor mu?”
Gazetecileri Dink suikastinin azmettiricileriymiş gibi hedef gösteren Vatan Muhabiri Kemalettin Göktaş (Kitabın ilgili bölümünde onun imzası var)’ın tahammül gösteremediği bu soru karşısında, Aşık’ı “nefret suçlusu” ilan etmek şöyle dursun, “Melih Abi” diye başlayan bir mektup gönderiyor Dink tecrübeli gazeteciye. İzleyen zaman diliminde karşılıklı mektuplaşıyorlar bir süre de... Öyle gizli saklı da değil; Aşık gazeteciliği gereği Dink’in söylediklerini paylaşıyor köşesinde!
Hal buyken, sayısız gazeteci ve köşe yazarını, neredeyse “Dink’i öldürenlerden biri” diye tanıtanlara ne demeli sizce?
Dink’ten çok Dink’çi olabilir mi?

+++

‘Korkuyorum sus artık baba!’
Konuşma bir baba-kız arasında metrobüste geçiyor:
Baba: Bak görüyor musun bir yardım derneği daha açmışlar!
Kız: ...
Baba: Cami yapacağız diye götürecekler milletin parasını!
Kız: ...
Baba: Bir de “hayır köprüsü” yazmışlar, sanki biz bilmiyoruz o köprünün kimlerin cebine cukka götürdüğünü!
Kız: ...
Baba: Gördün değil mi; yine götürecekler öksüzün-yetimin hakkını!
Kız: Baba yeter, sus, bize ne; götürürlerse götürsünler!!!
Üzerine konuşmaya gerek var mı?
Alın size korku toplumu!

+++

İyi ki ileri demokrasi
New York’un “demokrat” valisi var, Obama’nın has adamı, David Paterson... Bu vali, beyzbol efsanesi Yankees’in taraftarı... Geçen seneki final maçını, en faça koltukta seyretti.
Gel gör ki, “şerefsiz” New York Post Gazetesi, araştırır... Vali’nin iki yardımcısına, oğluna ve oğlunun arkadaşına “avanta” bilet aldığını ortaya çıkartır... Haşırt diye manşet yapar.
Manşetteki soru basittir: “Avanta bilet rüşvet değil mi?”
Vali tutuşur... Yankees’le temas kurup, parayı ödemek istediğini söyler.
Verir çeki... Ancak, cinlik yapar, eski tarih atar. Böylece, sanki maçtan önce parayı ödemiş gibi olur.
Gel gör ki, “karaktersiz” New York Post’un manşeti, ihbar kabul edilmiştir. “Badem bıyıklı” polis devreye girer. Mürekkep testiyle, çeke atılan tarihin çakma olduğu kanıtlanır. New York Eyaleti Dürüstlük Komisyonu devreye girer iyi mi... Dedim ya, orası bizim gibi “ileri demokrasi” ülkesi olmadığı için, böyle saçma sapan komisyonları var... Toplanır, haşırt diye 62 bin 500 dolar cezayı geçirir Vali’ye. 2 bin 500 dolar bilet parası, 60 bin dolar yalan söylediği için! İşin “hazin” tarafı... Dürüstlük Komisyonu’nun üyeleri, bizzat vali tarafından seçiliyor. Yani, “Koltuğumuzu ona borçluyuz, pisliğini örtelim, aklayalım” demiyor “nankör” herifler!
Netice? Uçtu vali. Obama çıkıp “Kefilim” demedi. Bizim şeref tribünlerine çoluğunu çocuğunu doluşturan bürokratları, VIP localarında saçını tarayarak poz veren generalleri, maçı yazmadığı halde baş köşeye kurulan gazetecileri, koltuğunu beğenmediği için kavga çıkaran siyasileri, el pençe durup ihale kapan kulüp yöneticilerini görünce... “İyi ki ileri demokraside yaşıyoruz” diye mutlu oluyor insan.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

Herkes sanat uzmanı
Televizyon ekranında önceki gece baktık Prof. Mümtazer Türköne konuşuyor... Atatürk heykellerinin ucubeliğinden söz ediyor. Bugünlerde herkes heykellere estetik açıdan bakıyor! Herkes sanat uzmanı. Aklımıza takılıyor... 1950’lerde “Ticani” adı verilen gruplar Atatürk heykellerine saldırırlardı... Acaba onlar da heykellerin estetiğini mi beğenmezlerdi? Niyeydi öfkeleri acaba?
Melih Aşık / Milliyet

+++

‘Silivri’de insan hakları ihlal ediliyor’
Duruşmalar sırasında öğle arasında uzaktan da olsa gazeteci Tuncay Özkan’la bir konuşma fırsatımız oldu. Mustafa Balbay, İzmir’den gelen okur ve dostlarıyla selamlaşıyordu o sırada.
Mahkeme girişinde karşılaştığımız CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak şöyle dedi:
“Silivri’de yalnızlaştırma uygulaması vardır. Bu insan hakları ihlalidir. 60-70 yıl önce Sultanahmet Cezaevi’nde kalan Nâzım Hikmet, Orhan Kemal ve Aziz Nesin bu kadar eziyet görmemişlerdir. Nâzım’a daktilo dahi verildiğini, fotoğraflardan bilinir. Silivri’de ise yok. 21. yüzyılda böyle bir insan hakları ihlali olamaz.”
Öğleden sonra duruşma başlarken uzaktan görüşebildiğimiz Tuncay Özkan’a “Durumunuz nasıl?” dedik, hemen “Çok kötü” dedi.
İnsanın vicdanı sızlıyor.
Mine Kırıkkanat ve Yazgülü
Aldoğan da el sallıyorlar Balbay ve Özkan’a...
Yürekler bir kez daha
burkuluyor.
- ’Yalnızlaştırma’ uygulaması mı?
Özkan “Olabilir. Bizi ayırabilirler” diyor.
Yani, ileride tek hücrelere konulabilecekler. Bu ’tecrit’ anlamına geliyor.
Allah’ım, ne korkunç bir şey...
Mektup yazana dava
- (...)
- Falih Rıfkı Atay’ın torunu mu, bir akrabası kadın bana 13 sayfalık mektup yazmış, herkesin yazdığı gibi...
Baktım, mektubun birinci sayfası kalmış, öteki sayfaların satırları idare tarafından kapatılmış...
Okuyamazsın deniliyor. Bize
zararlı fikirlerin aşılanması isteniyor anlaşılan!
Bir açıdan sansür uygulanıyor.
Bu kadıncağızı bulmuşlar, hem Beykoz ve hem Silivri adliyesinde iki kez yargılandı.
Ancak insaflı bir savcının ’Mektuplarda suç unsuru yoktur’ görüşünden sonra rahat bırakıldı.
Yalçın Bayer / Hürriyet

+++

19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos, 29 Ekim tarihlerinde kutladığımız bayramları tamamen kaldıralım. Bunların hepsinin yerine 14 Ağustos günlerinde tek bayram yapalım: Adı da “AK Bayram” olsun! Neden 14 Ağustos’u önerdiğimi merak edenlere, AKP’nin hangi gün kurulduğunu anımsamalarını öneririm!
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

FISILTI GAZETESİ
Yeni bir gazete arayışı Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasındaki Köşk’e başkan olarak kim çıkacak tartışmasının engeline takılan, Başbakan’ın yazmasına olası itirazları olmasaydı ya Sabah ya da Star’da rahatlıkla yazabilecek olan Fehmi Koru’nun eski gazetesi olan Zaman ile görüştüğü duyuldu.
Serdar Turgut / Habertürk

+++

Nasıl oluyor da bu fotoğrafta... Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah, Türkiye gibi “etkili ve oyun kurucu bir ülkenin” Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu değil de Katar’ın Dışişleri Bakanı’nı daha fazla muhatap almış gibi görünüyor?
Neden Ahmet Davutoğlu, Nasrallah’ın danışmanının tam karşısında oturuyor? Neden Nasrallah’ın hemen yanı başındaki koltukta Ahmet Davutoğlu yok? Türkiye’nin yanında Katar da neymiş?
Ahmet Hakan / Hürriyet

+++

Ses bombası
Reklam kuşaklarında ses otomatikman yükseliyor da, sarsıntı geçiriyor gibi hopluyoruz ya... O zorla duyurma çabasını bir tek reklam kuşaklarında sergilemiyormuş meğer kanallar... Bilgisayar hoparlöründen dinlerken hayli zorlandığım NTV yayını bir bağlandı Ardahan’a; sanki miting alanındayım. Hoparlörün sesini neredeyse yüzde 40 seviyesine düşürdüm... Ses ayarına bakınca kanalın reklam anlaşması mı var acaba iktidarla?

Yazarın Diğer Yazıları