Recep İvedik siyaseti!

Bir toplantıda İtalya Başbakanı Berlusconi’nin Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozi’nin kulağına eğilerek, “Sana karını ben verdim” dediğini öğrenince, siyasette de “piyasa” kurallarının geçerli olduğu hissine kapıldık.
Mâlûm, emperyalizmin ülkeleri sömürme aracı olan kapitalist ekonomide kötü (değersiz) para, iyi (değerli) parayı piyasadan kovuyor ya, kapitalist ekonomilerin uygulandığı demokratik sistemlerde de, galiba aynı şey oluyor, kötü siyasetçi iyi siyasetçiyi piyasadan uzaklaştırıyor.
Ufku olan, oyunu kuralına göre oynamak isteyen, yâni bir kafa, gönül ve alın teri mesâisi olan siyasete ayak oyunlarını bulaştırmak istemeyen, istese bile kâbiliyeti, ahlâkı ve fıtratı gereği zâten bunu beceremeyecek olan “iyi”, siyaset piyasasına bakıyor ve orada gördüğü kravatlı Recep İvedik ve mâsum yüzlü vampirlerle baş edemeyeceğini, en azından onlarla aynı sahada top koşturmasının mümkün olmayacağını hissediyor, köşesine çekiliyor, yâni o iyi kötüden kaçıyor; kötü iyiyi piyasadan kovmuş oluyor.
Üstelik bütün “kötüler” gibi siyasette de “kötüler” cesur oluyor. Ne Allah’a, ne kula hesap vermekten korkmuyorlar. Kazanmak, ne pahasına olursa olsun kazanmak için meşru olup olmamasına bakmaksızın bütün vasıta ve imkânları kullanıyor, bedelinin kendileri, millet, insanlık ve ahret için ne olacağına bakmaksızın her türlü iç ve dış odakla işbirliği içerisine girebiliyor, kötüler, hadi biraz daha insaflı olalım, “çok az iyiler”. Bütün yarışlar gibi siyasette de yarışı, akıllı ve erdemli olan ve gerçekten onu hak eden değil, “Ne pahasına olursa olsun kazanacağım” diyen ve dediğinin arkasında duran kazanır; nitekim öyle de oluyor, piyasa ekonomisinin geçerli olduğu bütün ülkelerde piyasa siyaseti hükmünü icra ediyor, doğudan batıya bütün ülkelerde Recep İvedik ve mâsum yüzlü vampirler ülkeleri ve ülkelerin toplamından ibaret olan dünyayı yönetir hale geliyorlar.
Böylece korkak “iyileri” ve olup bitenlerin köklerine inecek bilgi ve zamanı olmayan kitleleri korkusuz “kötüler” yönetmeye başlıyor.
Bunun böyle olduğunu Türkiye’de vatandaş biliyor ve oyunu “ehven”e değil, “ehvenişer”e veriyor. Bunun yeryüzünde böyle olduğunu biz, Recep İvedik ve mâsum yüzlü vampirlerin yönettiği dünyadaki açlığa, gelir dağılımındaki adaletsizliğe, İsrail’e tanınan katletme yetkisine, Irak ve Afganistan’daki savaşlara, Birleşmiş Milletler kararları ve daha pek çok şeye bakarak elle tutabilir ve gözle görebilir şekilde hissediyoruz.
Belki, “Öyleyse yapacak bir şey yok” anlamı çıkacak, çok karamsar bir tablo çizdik, kabul.
Evet, karanlık en zifir noktaya ulaşmıştır.
Ama kapitalizmin ürettiği “piyasa” (Recep) İvedik’i Buhs’ların, Berlusconi, Merkel ve Sarkozi düzeni, yânî iyileri sisteme sokmayan kötülerin saltanatı çatırdamaya başlamış, onların halkları ve onların yolundan giden bizimkiler yüzünden bizim halkımız bu çöküntünün altında ölüm-kalım savaşı verir noktaya gelmiş, bıçak kemiğe dayanmıştır. İvedikler ve çevreleri ışık hızıyla servet sahibi olurken “ehven” değil “ehvenişer” tercihi yapmak zorunda bırakılan kitleler işsiz kalmakta, hatta canından olmaktadır. Yolsuzluk yapanla yolsuzlukla mücadele edilemeyeceği gibi, konuşanı susturanla da söz söyleme ve fikir hürriyeti ihdas edilemez.
Konuşanın dilinin, hakkını arayanın kafasının koparıldığı, yetim hakkının yenip Allah(c.c.) adının bütün bu kötülüklere âlet edildiği hiçbir rejim, hiçbir sistem, hiçbir şahıs, hiçbir parti, hiçbir kurum ilânihaye yaşayamaz.
Böyle bir sistemde yaşanan her gün, karanlığı anbean koyulaştıran bir nûrun söndürüldüğü, gecenin beslendiği gündür.
Karanlığın zifir noktası ise, şafağın en yakın olduğu noktadır.
Belli ki, önümüzdeki yıllarda Türkiye dahil dünyanın önemli bir kesiminde kötülerin iyileri piyasadan kovduğu bu sistemde bir altüst yaşanacak, kaderde varsa, bu altüst oluşta, gelecek olan alt, mevcut olan üstten daha kaliteli, daha vicdânî olacaktır.
Umudumuz ve duamız budur.

Yazarın Diğer Yazıları