Ramazan ve bayram düşünceleri!
Ramazan ayı boyunca sarf edilmeyen güzel bir söz kalmadı. İnsanlık, huzur, barış, mutluluk, maneviyat, erdem, sevgi, aşk gibi ne kadar estetik ve insani kavram varsa ramazan ve bayram dolaysıyla bol bol tüketildi. Bayramın son anına gelindiği şu anlardan itibaren bir dahaki bayrama kadar büyük bir şevk ve iştahla sarf edilen bu sözler artık bir kenara bırakılacaktır. Büyük dünyevi mücadele yarından itibaren yeniden başlayacak, manevi ve moral anlamda edilen ne kadar güzel temenni varsa ihtimal ki hepsi birden bir kenara bırakılacak.
Ramazan sonrası!
Bir ay boyunca mübarek Ramazanda fukaranın payına bol bol dua, temenni ve güzel sözler düştü. Yoksullar ramazan çadırlarında yedikleriyle, titreyen ellerden devşirdikleriyle, sadaka ve kılı kırk yararak verilen fitrelerle bir dahaki Ramazana kadar idare etmek durumunda kalacaklardır. Fitrelerin, sadakaların çadırların rehinesi haline gelen garip gureba karnını doyurabilmek için bir dahaki Ramazanı beklemek zorundadır.
İmanı kâmil varlıklı kesim ise, Ramazan dolayısıyla ara verdiği yerden yeniden başlayacaktır. Daha açıkçası tutulan oruç nedeniyle ara verilen dünya nimeti tüketimi yeni bir ivme kazanacaktır. Geçici olarak ertelenen zevkler, hazlar ve tatminler yeniden dönecekler. Tıka basa yemek, çekilemeyen duman ve yapılamayan israf yeniden yaşamın gerçeği haline gelecek. Bunu belki de bir çokları Ramazandan, oruçtan intikam (!) alır gibi yapacaklar. Bazıları için keyif vericilere, dumana, alkole dönüşler muhteşem olacak!
Komşu evlerdekiler açmış tokmuş; yaşamanın temel ihtiyaçlarından yoksunmuş kimsenin aklına bile gelmeyecek. Bazı zatı muhteremler işleri daha da ileri götürecek fakirin açlık, yokluk, yoksulluk ve düşkünlük hallerini alabildiğine sömürmeye devam edeceklerdir.
Bunun nedeni söylemde ve gösterişte mazlumdan, eylemde ise zalimden yana tavır almanın bazıları için Türkiye’de bir gelenek haline gelmesidir. Bir başka deyişle sefalet, dilencilik, yoksulluk, düşkünlük ile el avuç açıcılığın ve perişanlığın normal karşılanır olmasıdır.
Dilenciliğin kurumsallaşması!
Aslına bakarsanız İslam bir yaşam biçimidir. Yani maddeye, dünyaya ve insana karşı bir tavır alma biçimidir. İslam herhalde yoksula karşı ağıt yakmak, geçmişi hatırlayıp göz yaşı dökmek, kutsalları kutsamak değildir. Gerçek müminlerin bulunduğu yerlerde süper sefillerin ve ultra zenginlerin yeri olamaz. İslam’ın yaşam biçimi haline geldiği yerde de dilencilik asla kurumsallaşmaz. Bilinmelidir ki, bir yerde dilenenlerin, yoksulların, el avuç açanların sayısı arttıkça müminlerin müminlik kalitesi de azalır. Hele hele dilenmenin kurumsallaştırıldığı yerlerde İslam’ın sosyal dayanışma ruhundan bahsedilemez. Onun için birileri şu kadar çadırda şu kadar fukaranın “karnını doyurduk” ya da şu kadar “yardım ettik” diye övünmeye hakkı yoktur. Önemli olan yoksulu doyurmak, dilenciye yardımcı olmak değildir. Asıl olan yoksulların sayısını azaltmaktır. Hâlbuki Türkiye’de her yıl yoksulların sayısı geometrik bir diziyle artmaktadır. Dağıtılan gıda paketleri, kömür dağıtımındaki artışlar ve yoksullar için kurulan çadırların sayıları yoksulluğun ürkütücü boyutlarının gösteren kanıtlardır. İnsanları gıda paketlerine, dağıtılan kömür miktarına ve çadırda verilen yemeğe muhtaç halden çıkarmak esas olmalıdır. Bunun yolu da her yıl yapılan yardımların sayısının artırılmasından değil de azaltılmasından geçmektedir. Bu nedenle fakiri fukarayı yalnızca seçim zamanlarında ve Ramazanlarda hatırlamaktan vaz geçmek gerekir. Onları yılın her gününde muhannete muhtaç olmaktan kurtarmak onlara yapılabilecek en büyük yardım olacaktır. Bunun yolu da iş sahası açmak ve onları işsiz olmaktan kurtarmaktan geçmektedir.