Ramazan şehrayinleri...

Şehrayin şehr-i âyinden geliyor. Büyük şenlik demek. Osmanlı’da şenlik ile Ramazan eş anlamlıdır desek abartmış olmayız; bu şenliğin en büyüğü de bayram ...
O “saadetli” yıllarda Ramazan “Yev-Müşşek” yani “Şüpheli Günler” de Beyazıd, Fatih, Süleymaniye, Çarşamba, Cerrahpaşa, Edirnekapı camii minarelerinde karşılanırdı .
Ve nihayet, o minarelerde ayı gören ilk kişi olmanın “caka”sıyla Kadıefendinin huzuruna dikil iverirdi ecdad ... Sonra...
Ramazan iklimi sokağa ve nihayet sofraya sirayet ederdi. Hurma, pastırma, reçeller, bal, zeytin ve peynir gibi türlü yiyeceklerden müteşekkil iftariyeliklerle iftara merhaba de nirdi. Yemekten çok yedirmeyi seven “Açları doyurun, çıplakları giydirin, yıkılanları yapın” sözü uyarınca kapılar açılırdı zengin konaklarında...
Nar suyu, menekşe, kızılcık veya demirhindi suyu ile iftar kapısı arala nırdı; en kıyağı da Kâbe’den gelmiş zemzem ile...
Ardından Hünkarbeğendi’den kağıt kebabına, balkabağı dolmasından patlıcan dolmasına, etsiz pilavdan türlü tavuk kebabına, karidesten salmaya yetmiş çeşit yemekle iftara devam e dilirdi ...
Baklava, kazandibi, kabak tatlısı, keşkül ve Ramazan’ın baş tacı güllaç ile hafiften şişiveren mide, envai çeşit şerbet veya şurup, boza veya sahlep ile rahatlatılır v e nihayet bu keyif nargile, çubuk veya kahve ile devam e derdi...
Yemekten sonra hava almak için çıktığınız sokakta, Sait Faik’in anlatımıyla; “meşaleler, fenerler, kestane fişekleri; mavi, yeşil, kırmızı yanan, yıldız yıldız dökülen magnezyumlu maytaplar, káğıttan bayrak, marş, mızıka, süslü araba, dizginine çevreler bağlanmış at, fayton, izci, bahriyeli, Mehmetçik; donanmış daire” seyre dilirdi... Sahura telefon alarmı ile değil de sıtma görmemiş sesiyle “Kalmadı sırtımda mintan” manisi ile davul gümbürdeten mahalle davulcusuyla kalkılırdı.

***

Bayram, şehrayinin zirvesi, aynı zamanda Ramazan’a vedadır. O yüzden hüznü ve sevinci bir arada barındırır. Niyazî Mısrî’nin şu satırlarında Ramazan sanki sevgili uğurlanır gibi uğurlanır:
“ Yine firkat nârına yandı cihân / Hasretâ gitti mübârek Ramazân
Nûruyla bulmuşdu âlem yine cân / Firkatâ gitti mübârek Ramazân ”
Bayram yeni sevinçleri de beraberinde getirir, şehrayinin zirvesidir demiştik ya, Akif bayram gelince ufkun, dünyanın bambaşka olacağını söylüyor;
“Âfak bütün hande, cihân başka cihândır, / Bayram ne kadar hoş,ne şerâretli zamandır. ”
Bayram denince akla Yahya Kemal’in gelmesinden daha doğal ne olabilir? Ve tabii ki “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” ;
“ Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede, / Bir mehabetli sabah oldu Süleymaniye’de.
Tanrının m’abedi her tarafından doluyor, / Bu saatlerde Süleymaniye tarih oluyor.”

***

“Saadetli” yıllardan kalan esintiler bunlar. Bugün İslam coğrafyasının her köşesi yangın yerine dönmüş bir durumda.
Yahya Kemal’in “mehabetli sabahı”ndan ne kadar uzağız...
Arif Ozan’ın yıllar önce yazdığı şu dizeler o şehrayinlerin, mehabetli sabahların sona erdiğini acı bir dille ifade ediyor:
“Arif’i söylettin bayram sustun da,/ Bütün dünya bak İslam’ın kastında,
Bilmiyorum Müslümanın üstünde,/ Ölü toprağı mı, yoksa kül mü var?
Bizde seni kutlayacak hal mi var?” Biz en güzel elbiselerimizle bayram “ritüellerimizi” yerine getirip, kahvelerimizi yudumlayarak memleket kurtarma seansları yaparken Türk-İslam coğrafyasının dört bir köşesinde anneler, evlatlar, babalar “âh, bayram bize de uğra!” diyor...
Bu bayramı, Urumçi’de, Gazze’de, Telafer’de, Kerkük’te karşılamak zorunda kalanların dilinde ağıt, gözünde yaş var. Ve umut, o da en asgarisinden; “Bayramlaşacak kadar silahlar sussun, şehitlerimizi gömecek kadar zaman olsun” umudu.
Müslüman coğrafyasındaki tüm bu olumsuzluklara rağmen kendisinde bayram kutlayacak “hâl” bulan bizler için bu bayram yapılacak en mânalı iş ise düşman elinde bıraktığımız insanlarımız için daha fazla dua etmektir.
“Dua mü’minin silahıdır!” diyen bir dinin mensupları olarak, ellerinde duadan başka silahı kalmayan bu insanlar için, o “kıymetli” zamanınızdan biraz ayırınız ve dua ediniz.
Hayırlı bayramlar...

Yazarın Diğer Yazıları