Rahmetli Yazıcıoğlu'nu ilk ve son görüşüm!
Yanlış hatırlamıyorsam 1977 yılıydı. İlimiz Ülkü Ocakları’nı temsilen Bekir Yücel (Namı diğer Koca Bekir) ile Ankara’ya, Ülkü Ocakları Kongresi’ne iştirak ettik.
Rahmetli Yazıcıoğlu’nu ilk defa o kongrede gördüm. Ali Batman’dan Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı’nı devralıyordu. Gergin günlerdi. Heyecanlı bir kongreydi. Görevimizi yaptık. O gece Ankara’da, Tokat Öğrenci Yurdu’nda kaldık. Ayrılırken yurdun güvenliği konusunda endişeli olduğumu söyledim. Haklı olduğumu her an bir saldırı beklendiğini dile getirdiler. Maalesef haklı çıktık, kısa bir süre sonra Tokat Öğrenci Yurdu karşıt görüşlü gençler tarafından basıldı, içeri düşen bir patlayıcıyı yerden alıp dışarı atmak isteyen bir ülküdaşımızın kolu koptu.
Ankara’dan Bursa’ya geçtik. Çünkü Bursa’da Efendi Barutçu ile Metin Kaplan’ın mahkemeleri vardı. Efendi’nin savunmasını hayranlıkla dinledik. Savunma yapmıyor mahkeme heyetine konferans veriyordu sanki. O kadar güzel konuşuyor, o kadar saygılı davranıyordu ki, hâkimler sözünü kesmeye kıyamıyorlardı. Efendi’nin hitabeti ve bilgisi, Metin Kaplan’ın vakur duruşundan dava arkadaşları olarak gurur duymuştuk. Dönüşümüz gecikince memlekette bir paniktir başlamış. Özellikle, kulakları çınlasın, Mehmet Kutucu, “Hasan Demir nerede diyor?” başka bir şey demiyormuş. Neyse, bir gece Bursa Ülkü Ocakları’na telefon açtı, orada olduğumuzu öğrenince, derin bir oh çekti. Niçin merak ettiğini, dostları sorsun, söyleyecektir herhalde.
Rahmetli Yazıcıoğlu ile ilk karşılaşmamız bizi işte böyle 30 küsur yıl geriye, o kardeşin kardeşe kırdırıldığı günlere götürdü.
En acısı da Bekir Yücel kardeşimin o tarihten iki yıl sonra öğretmenlik yaptığı Bursa’da karşıt görüşlü kişiler tarafından çapraz ateşe tutulup otomobilinin içinde şehit edilmesidir. Ben Bekir kardeşimin vurulup toprağa düştüğü tarihte Gökçeada 5. Jandarma Komando Alayı’nda silah altındaydım, haberi gazetelerden duydum, kahroldum. Rabbim bu millete öyle günleri bir daha göstermesin. İşte Muhsin Başkan bu zor, bu talihsiz günlerin en merkezinde, acıların her çeşidini yaşamış, işkencelerin her türlüsüne muhatap olmuş ve sonunda Türkiye üzerinde oynanan oyunu çözmüş, herkesten helallik dilemiş, herkese, hatta, hiçbir suçu olmadığı halde beş buçuk yılı hücrede olmak üzere, 7,5 yıl yattığı mahpusluğu dahi bir Yusufiye gibi nîmet bilip, devletine de hakkını helâl etmiş Alperen bir gönüldü.
Daha sonra rahmetli Muhsin Başkan’la defalarca karşılaştık, sohbetler ettik. Ali Batman’dan Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı’nı devralırken delege olduğumu söylediğimiz için, bize, bizden bir şey öğrenmek istediği zaman, “Genel başkanın olarak şimdi sana soruyorum” diyerek söze girerdi.
Yüzü hep güler, efendiliği ve özgüveni ile insanı hemen etkisi altına alırdı.
Kendileriyle son görüşmemiz ise 2007 Genel Seçimleri’ne az bir süre kala olmuştu. Ağır bir ameliyat geçirmiştim. Kalbimin ancak yüzde 28’i çalışıyordu. Ama memleketin hali de bizi bir şeyler yapmak için zorluyordu. Fikrimizi soran herkese düşüncelerimizi iletiyor, ulaşabildiğimiz her siyasi parti liderine memleket hakkındaki düşüncelerimizi ve bu seçimlerde neler yapılması gerektiği kanaatimizi arz ediyorduk. Bu arada Bağımsız Türkiye Partisi lideri sayın Haydar Baş’la bir görüşme fırsatımız oldu. Kendilerine, kendimizce, endişelerimizi ve neler yapılması gerektiğini arz ettik. Sağ olsun, dinlediler. Haydar Hocam, sen bunları bir de Muhsin Bey’e anlat, bizden de selam söyle dedi. Rahmetli Muhsin Bey’den randevu istedik, sağ olsun Genel Merkez’de bizi kabul ettiler. Ben, eski Genel Başkanıma neredeyse bir saatin üzerinde o hasta halimle yüreğimin yangınını ve memleketin halini arz ettim, tarihi bir şahsiyet olarak kendilerinden millet adına beklentilerimi dile getirdim. Sözümüzü kesmeden, sabırla dinlediler. Yemeğe kalma teklifinde bulundular, perhizliydim, izinlerini istedim.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ile son görüşmemiz de bu olmuştu.
Mekânı, Allah Resulü’nün komşuluğu olsun.