Pusuda bekleyen buhran!..
"Büyük ve güçlü Türkiye" artık çok gerilerde kaldı...
Kendi kendine yeten, öz kaynaklarıyla ayakta durmaya çalışan, dengede tutmaya çalışılan ekonomisiyle olabildiğince büyümeyi hedefleyen o güzelim Türkiye, ne yazık ki mazide kaldı...
Tüm renklerin içinde beyaz en çok ve en çabuk nasıl yorulduysa, Türkiye'de her şey aynı hızla kirlendi;
Siyaset kirlendi, ekonomi kirlendi, yaşam kirlendi, tarım kirlendi, eğitim kirlendi, doğa kirlendi, denizler ve ormanlar kirlendi, en vahimi de sosyal ilişkiler kirlendi...
Ve ne yazık ki, her şeyin olabildiğince temiz olduğu, devletin-siyasetin-rejimin- toplumun erozyon yaşamamak için çabaladığı dönemlere bakılırsa, hiçbir şey-hiçbir açıdan eskisi gibi değil artık...
Üstelik, hiçbir şey de gelecek açısından umut vermiyor, hiçbir şey parlak görüntü yansıtmıyor, hiç kimse kendini huzurlu hissetmiyor ve gelecek kaygısı varlıklıdan yoksula kadar (bir avuç vurguncu-talancı-ihaleci-rantiyeci zavallı dışında) toplumun çok önemli bir bölümünü cenderede tutmaya devam ediyor...
17 yılın yıkımı!..
Konu "gelen gideni aratır", konu geçmişe özlemse, bugünler dünü aratıyorsa ve geçmişte yaşananlar bugünlere bakıldığında herkese "ah vah" dedirtiyorsa, özlenen Türkiye konusunda kimse gerçekleri yadsıyamaz...
Velhasıl, "hangi Türkiye'ymiş o özlenen memleket" demeyin, "neredeymiş o Türkiye" diye başınızı kaşıyarak çevrenize saf saf bakınmayın...
Kafanız karışmasın, çünkü bir hayali anlatmıyorum, tam aksine daha 17 yıl önce hepimizin yaşadığı bir ülkenin fotoğraf albümünün sayfalarını anımsatmaya çalışıyorum...
Yani eskiden ne olursa olsun; son yıllarda toplumu acımasızca saran ve kıskaçlarda sarsan sosyo-ekonomik buhranlara bakınca bile, geçmişin bugünden çok daha iyi olduğunu vurgulamaya çalışıyorum...
Sadece sosyo-ekonomik bir saptama değil bu; eğitim, tarım, sanayi, ithalat-ihracat, döviz dalgalanmaları, büyüme göstergeleri, gelir-gider dengesi, milli gelir dağılımı, sağlıklı yaşamak, ayakta durmak ve politik istikrar açısından da geçmiş bugünden çok daha iyiydi...
Sakın ola kimse ANAP, DYP, REFAHYOL ve diğer siyasi iktidarlar döneminde "durum çok mu iyiydi, memleket çok mu refah içindeydi, gidişat çok mu parlaktı" demesin...
Çünkü "gelen gideni aratır" sözünün kıskacındaki saptamalar bile tek başına yukarıdaki soruya çok güzel yanıtlar verir...
Ve "geçmiş de zaten kötüydü, yoktur eski ile yeni arasındaki fark" diyebilmek, Türkiye'nin son 17 yılda içine düştüğü sosyo-politik buhranla karşılaştırıldığında, ne yazık ki haksız bir yaklaşım olmaktan kurtulamıyor..
Tehlikeli çıkmaz!..
İşte, yazının başından itibaren sıralanan saptamaları haklı kılan "tek mesele"ye bakmak bile, dün ile bugün arasındaki büyük uçurumu gözler önüne sermeye yetiyor; İşsizlik...
Yani, insanların geçmişte pek görülmeyen çöpten gıda toplamasına, meydanlarda kendini yakmasına, cinnet geçirip ailesini katletmesine, son 15 gündeki siyanür vakalarının da gösterdiği gibi, toplu intiharlara bile sebep olan, geçim sıkıntısı ve pusuda bekleyen buhran gibi işsizlik...
Geçmişte de vardı işsizlik ama son yıllarda bu sıkıntı öylesine dehşet verici boyutlara ulaştı ki, AKP iktidarının çarpık ekonomik politikalarının körüklediği çıkmazlar bu açıdan da bir yangın yerine çevirdi ülkeyi...
Konu sosyo-ekonomik çarpıklığın penceresinden yatırım-istihdam dengesizliğini gözler önüne sermekse, çok basit örnekler vermek bile yeterli olabilir....
Türkiye'de tarım çöktüğü için bu alanda ve yine bu sektörün oluşturduğu tarımsal sanayide işsizlik büyüyor...
Bir dönem yoğun ithalatın yapıldığı Orta Doğu ülkelerine yönelik diplomatik şaşkınlık ve ağır vergilerin fabrikaları, sanayi tesislerini kapatması ile başlayan işsizlik tırmanıyor...
Ve diğer yandan, artan nüfus hızına rağmen, başta Suriye olmak üzere Orta Doğu, Afrika ve Balkanlar'dan gelen göçmenlerin dayattığı yoğun işsizlik de buhranı derinleştiriyor...
Eğitim, çarpıklık, ekmek!..
Evet; bu ülkede artık her yol işsizliğe çıkıyor, her sıkıntı ne yazık ki işsizliği körüklüyor ama sayıları 300'ü aşan üniversitelerden mezun olan milyonlarca genç ekmek parası kazanacakları bir işi bulamıyor...
İşte, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) ağustos ayı işsizlik istatistiklerine göre, Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 980 bin kişi artarak 4 milyon 650 bin kişiye yükselmiş... Kentlerdeki genç kadın işsizlik oranı son 2 ayda yüzde 40'ı geçmiş...
İŞKUR'a kayıtlı işsiz kadın sayısı ise geçen yıla göre yüzde 22.8 artışla 2 milyon 42 bin 844'e ulaşmış...
TÜİK verilerine göre, Ağustos 2018'de yüzde 20.8 olan mevsim etkilerinden arındırılmamış genç işsizliği de Ağustos 2019'da yüzde 27.4'e yükselmiş...
Son 1 yılda genç işsizliği 6.6 puan artmış, bu oran 2005'ten bu yana en yüksek seviyeye çıkmış... TÜİK verilerine bakıldığında, genç nüfusta tarım dışı işsizlik oranı yüzde 32.8'e ulaşırken, şehirlerde yaşayan 15-24 yaş arasındaki 3 gençten 1'inin işsiz olduğu belirlenmiş...
Velhasıl; ülkenin her köşesinde altyapısız, hocasız, vizyonsuz baraka üniversitelerinin sayısı hızla artarken, üniversiteli işsiz sayısı 957 binle Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırmış...
Bırakın Türkiye'nin her açıdan kangrenleşerek toplumu buhrana sürükleyen meselelerini, işsizlik tek başına bu ülkeyi yaralamaya, toplumun sıkıntılarını kanatmaya ve gelecek kaygısını büyütmeye devam ediyor...
Her çarpıklık sosyo-ekonomik çıkmazları arttırabilir ama işsizlik var ki; işte o bunaltıcı sorun, hiç kuşkunuz olmasın ülkenin huzurunu bozmak için en büyük mesele olarak büyümeye, sarsmaya, öfkelendirmeye devam ediyor... Kimin umurunda acaba?..