Provokasyonlar ve siyasi gecikme!
Etnik (Türk/Kürt), mezhep (alevi/sünni), bölgesel (doğu/batı), ideolojik (sağcı/solcu), sınıfsal (işçi/işveren) vb. akla gelen her farklılığı Türkiye'de kitlelerin çatışma aracı olarak kullanmak isteyenler bunu yıllardır başaramamışlardır. Bundan sonra da başaramayacaklardır.
Siyasi partilerin siyaset rant elde etmek için birbirlerine sınırsız ve sorumsuz bir biçimde ettikleri ithamları da halk ciddiye almıyor!
Türkiye'de bugün gerilim, ötekileştirme, ayrıştırma, kutuplaştırma siyasetin akaryakıtını temin ediyor.
Topluma ayrıştırma yerine birleştirme, parçalama yerine bütünleştirme, ihtilaf yerine uyum, çatışma yerine birlikte çalışma duygusu vermesi gereken siyasiler bunun tam tersini yapıyor.
Siyasetin ürettiği gerilimi, memnuniyetsizliği ve huzursuzluğu fırsata çevirmeye çalışanlar da durumdan vazife çıkarıyor.
Fırsat bu fırsat diyen provokatörler toplumu birbirine karşı harekete geçirmek için milli ve dini refleksleri kaşıyor. Bu bağlamda kullanılmadık hiçbir araç kalmıyor.
Hedef alınan aslında toplumun sağlığı ve huzurudur.
Televizyondan 50 kişiyi götüreceğini söyleyenler, sosyal medya üzerinden zulalarda bir şeyler biriktirdiklerini, listeler yaptıklarını alenen ilan edenler dahası kavanozda mermi gösterenlerin birileri için bir şeyleri tezgâhladıkları açıktır.
Bazı sümüklü böcek tavırlı kimseler Atatürk'e, cumhuriyete ve milli olan her şeye dil uzatarak, iftira ederek kendilerini ispatı vücut etmeye çalışıyorlar. Cehaletin verdiği cesaret, iktidarın gösterdiği tolerans onların pervasız bir şekilde tahriklerini sürdürmelerine neden oluyor.
Diğer yandan bir başka tür provokatör ve tahrikçi unsurlar da dini değerlere ve kutsallara yönelik saldırılarla dini refleksleri test ediyor. Cami hoparlöründen Çav Bella marşı çalınması üzerine buralarda her şeyin denetim ve kontrol altında olduğunu bile bile birileri bu defa da Selda Bağcan'ın şarkısını çalıyor.
Bir başka tahrik ve provokatif davranış da virüse karşı sokağa çıkma yasağının getirilmesi, camilerde toplu ibadete ara verilerek halkın korumaya alınmış olmasını başka bir meczup türlerinin istismar etmesi sonrasında ortaya çıkıyor. Bu zevat sokağa çıkma yasağına rağmen "teravih kılacağız" diye sokağa çıkıp polisle müritlerini karşı karşıya getiriyor.
Adam halkın virüse karşı korunmaya alınması için sokağa çıkma yasağı konmasına karşı adeta devlete meydan okuyor. Şunu diyor; "Bayram kültürünü bitirmeye çalışanlara inat, Cuma günü akrabalarımla ve arkadaşlarımla bayramlaşacağım."
Bütün bu yaşananlar sinsilerin, fitnecilerin ajitasyon ve provokasyonlarını fırsat bulduğu her alanda sürdürmeye çalıştıklarını gösteriyor. Türk halkı provokasyon, manipülasyon ve ajitasyonların zirveye vurduğu bir dönemi yaşıyor. İşin ilginç yanı yaşananlar karşısında halk öfkesini ve sağduyusunu saklı tutarken, siyasiler bu durumu siyasi rant uğruna istismar etmeğe devam ediyor.
Siyaseti Makyavelist bir anlayışla sürdüren partiler bu kışkırtıcı ve bozguncu tavırları rakip siyasi partilerin üzerine yıkarak toplumsal huzura en büyük kötülüğü yapıyorlar. Toplum ya da kitleler provokasyon peşinde koşan aşırı unsurlar hariç siyasetçilerden çok daha sağlıklı davranıyor.
Toplumdaki olgunluk, hoşgörü ve toleransın siyasette olmaması Türkiye'nin en büyük talihsizliğidir. Toplumdaki olgunluğa, bir arada yaşama kültürüne ve toleransa siyasetin gecikerek uymasına siyasi gecikme diyebiliriz. Bu anlamda Türkiye'de bir siyasi gecikme halinden söz edilebilir. Bu bağlamda Türkiye'de siyaset toplumun gerisindedir.
Toplum yapılan provokasyonların planlı, hesaplı ve belirli bir amaca yönelik olarak gerçekleştiğini siyasetten daha iyi değerlendiriyor. 1980 öncesi Çorum, Kahramanmaraş, Sivas sonrasında ise Başbağlar olaylarının tadı, yabancı istihbarat servislerinin ve onların kullandığı adamların damağında kaldığı anlaşılıyor. O acıları yaşayan toplum bu tuzağa bir daha düşmek istemiyor. Aynı şeyi siyaset için söylemek mümkün değildir. Çünkü siyasi gecikme siyasetin her alanına sirayet etmiş durumdadır.