"Postal yalayıcılar!"
Kim ki askeri seviyor, ona “postal yalayıcı” deniyor. Hadi asker seven değil, askerin darbe yapanını sevenler için kullanılsın bu “postal yalayıcı” deyimi, yine de iğrenç. Bölücülük, vatanı parçalamak, geçmiş, hal ve geleceğe en ağır hakareti yapmak “fikir özgürlüğü” olacak, bir “darbe istiyorum” demek suç olacak; niye? Vallahi billahi darbe istemiyorum. Darbe yapan ve darbeye yeltenenlerin hak ettikleri cezaları çekmesini dört gözle bekliyorum. Çünkü darbe yapanlardan bu milletin neler çektiğini, darbelerin insanımıza ve milletimize ne ağır faturalar ödettiğini bilecek kadar bilgi, izan ve vicdan sahibiyiz elhamdülillah.. Ama sen hem sınırsız fikir özgürlüğü der, her gün kundaktaki bebekleri, masum insanları katleden, cayır cayır yakan insanlara, “İstediğini yapma hakkına değil amma istediğini söyleme hakkına sahipsin” der, “Yönetime asker gelsin” diyenlere de “postal yalayıcı” diye hakaret edersen, aklından zorun var demektir.
Asker idareye el koysun diyenlere “postal yalayıcı” dersen, sivil bir iktidar için siyasi parti liderinin postalından saçının teline kadar yalamadık yer bırakmayanlara da söylenecek söz olmalı. Darbe isteyen, asker istiyordur. Çünkü askerin kendisini o makamda görmek isteyene darbe yaptığında verebileceği “aferin” ve “dipçikten” başka bir şey yoktur amma, parti lideri yalayıcılarının bu yalama karşısında elde ettikleri, edecekleri neredeyse ülkenin tamamıdır. Önce vekilliktir, bakanlıktır, ihaledir, gazetelerde köşe, televizyonlarda programdır. Yani, servettir servet!.. Asker postalı yalamanın getirisi bin ise siyasi lider yalamanın getirisi on bin olur.
Yani “postal yalayıcılığı” bilgisizlik ve basiretsizlikten ise, “lider yalayıcılığı” çıkar içindir...
O zaman hangisi (daha az) masumdur?
Çevresi kötü
En gücüme giden sözlerden biri de, “Lider iyi ama çevresi kötü” ifadesidir. Kimden duysam, kanım kurur.
Kardeşim, “Lider çevresi” doktorluk gibi, avukatlık gibi okuyarak, sınav kazanarak yahut “terzilik” ve “sıvacı” gibi usta yanında çalışılarak elde edilen bir “meslek” değil. Lider dediğin “çevresini” 75 milyon vatandaş içinden eli ile tek tek seçerek yine eli ile tek tek çevresine kendi yerleştiriyor. “Çevre kötü” ise o “kötü çevreyi” tercih eden, ben kötülerle çalışmak istiyorum diyen liderin kendisidir. Sen sıradan bir vatandaş olarak liderin çevresine şöyle bir yaklaştığında korumalar, randevu istediğinde kapısındakiler bakalım seni o çevreye sokuyorlar mı?
Bilemem...
Dene de gör...
Burhan Kuzu aradı
Anayasa Komisyonu Başkanı Sayın Burhan Kuzu’nun MHP Genel Başkan Yardımcısı Sayın Oktay Vural’a, “Senin bu konulara aklın ermez” demesini, “Bu söz hem de canlı yayında bir partinin Grup Başkan Vekiline söylenmez” diye eleştirmiştik.
Sayın Kuzu, aradılar...
“Söyledik de, niye söyledik” dediler ve o söz öncesi kendisine atılan lafları Meclis kayıtlarından okudular. Doğrusunu söylemek gerekirse kimsenin duymak istemeyeceği sözlerdi. Üzüldüm, canım sıkıldı. “Yine de” dedim, “Sayın Kuzu, sizce bu sözler doğru muydu?” Açık yüreklilikle itiraf etti, “Bana yakışmadı. Ama ben de insanım!”
Ne diyebiliriz ki!
“Men dakka dukka!”
“Neyse” dedi Sayın Kuzu. “Sayın Şandır’la o gün konuştuk, meseleyi kapattık..”
Kendimizi unutmuşuz
İki gün önceki yazımızda askerin de, milletvekilinin de yüksek egolarından, her şeyi kendilerinin bilebileceğini, diğer ölümlülerin fazla bir şeye akıllarının ermediğine inandıklarından bahsetmiştik. O yazımızda unuttuğumuz bir “ölümsüz” kitle de biz “gazeteciler”dir. Eğer biri gazeteci ise, cebine bırakınız basın kartını, bir gazete kimliği koyabildiyse yahut bir gazetede hasbelkader bir köşe sahibi olmuşsa artık o “Her şeyi herkesten çok daha iyi biliyor”dur.
Biz gazeteci olarak her konuya maydanoz olan, hastalığı doktordan, futbolu antrenörden, siyaseti siyasetçiden çok daha iyi bilen bir mesleğin sahibiyizdir.