PKK/YPG'ye karşı harekatın önü gerçekten açıldı mı?
Tarihte ne kadar geriye bakarak olayları kavrayıp gelişmeleri anlayabilirsin geleceği de o kadar iyi görür karşılaşabileceğin sorunları tespit eder çözüm yollarını bulabilirsin.
İşte bu prensipten hareket ederek 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü geçen Cumartesi günü "Tarihçiler Geleceği Konuşuyor" temalı "Türkiye ve bölgemizin gelecek 10 yılları" başlıklı bir panel düzenledi. Prof. Ümit ÖZDAĞ'ın yönettiği panelde üç değerli bilim adamı konuşmacıydı: Prof. Yusuf HALAÇOĞLU, Prof. Hasan KÖNİ, Prof. Zafer TOPRAK.
Konuşmalar ister istemez gündemin en üst sırasında olan ve bölgenin geleceğini derinden etkileyen Suriye'deki savaşa, güvenli bölgeye, Suriyeli göçüne geldi dayandı.
Konuşmalardan bir kez daha gördük ki tarihi bilmeyenlerin mevcut sorunları algılaması ve geleceği öngörüp uygun politikalar belirleyebilmesi mümkün değil. Prof. HALAÇOĞLU özellikle Suriye bağlamında bunları örnekleriyle açıkladı.
Prof. Toprak, konuşmasını ekonomi tarihi penceresinden örnekleri ve uyarılarıyla yaptı. Özellikle nüfusun bir ülkenin milli güç unsurlarından biri olduğuna dikkat çekti. Nüfusun azalmasının ve demografik yapının değiş(tiril)meşinin yarattığı sorunlara dikkat çekti.
Prof. Köni, bizzat yaşadığı örnek olaylardan da yola çıkarak iklim değişikliğinin Türkiye'de ve bölgemizde yaratacağı sorunları gözler önüne serdi.
İklim değişikliği 1990'lı yılların sonundan bu yana gelişmiş ülkeler ve özellikle ABD tarafından bir ulusal güvenlik tehdidi olarak görülüyor ve tehdit listelerinin başlarında.
Türkiye'de ise iklim değişikliği henüz magazinsel seviyede ele alınıyor ve henüz tehdit algılaması içinde değil.
Örneğin Eylül ayı Milli Güvenlik Kurulu toplantısında kırmızı kitap olarak da bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesinin güncellendiği açıklandı. Acaba iklim değişikliği ulusal güvenliğe yönelik tehdit sıralamasına girdi mi merak ediyorum?
İklim değişikliğinin Avrupa'nın güneyinden Afrika'nın ortalarına kadar olan genişlikteki bir hatta dünya genelinde en büyük etkiyi göstereceğine ilişkin öngörüler var.
İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin yaşandığı bölgemizde ülkelerdeki dönüştürme ve rejim değişikliği süreci göç üzerinde çarpan etkisi yaratmış durumda. ABD böyle bir sonucu görememiş olabilir mi? Buna evet dersek çok masum düşünmüş oluruz. Halbuki olup biten artık bir dış politika aracına dönüşen stratejik göç mühendisliğinin uygulama alanlarından başka bir şey değildi.
Bölgemizdeki Stratejik Göç Mühendisliğinden en çok etkilenen ülke de maalesef Türkiye'dir.
Ama PKK, ABD, Avrupa, İsrail'in Suriyelilerin dönmesini istemediğini net görüyoruz. Tam da bu nedenle Türkiye'nin tek taraflı bir operasyonuna bugüne kadar izin verilmedi.
Dün itibariyle Erdoğan-Trump telefon görüşmesinden sonra yüz seksen derece değişen bir ABD daha doğrusu Trump politikasıyla karşı karşıyayız. Amerikan devlet mekanizması ve Avrupa devletlerinin bu kararın uygulanmasını değiştirmek için devreye gireceği kuşkusuz. Önümüzdeki günlerde bunu göreceğiz.
Beyaz Saray açıklamasından sonra Trump'ın twitleri de geldi. Her iki açıklamanın odağında IŞİD'le mücadele var, YPG'ye karşı operasyonun iması bile yok. Erdoğan'ın açıklamalarında IŞİD konusunda ağırlıklı yer aldı, YPG'ye operasyondan bahsedilmeli.
Beyaz saray açıklamasında IŞİD'lilerin Türkiye sorumluluğunda denmesi kucağımıza atılan bomba gibidir. Adeta Türkiye'ye yönelik YPG tehdidiyle IŞİD tehdidini yer değiştirtiyorlar. YPG'ye değil IŞİD'e bak bak diyorlar. Sayıları söylenenden az vs diye küçümsemek doğru bir analiz değildir. Birkaç çapulcu denilen PKK ile mücadelenin seyri ortada.
Trump'ın twitlerinde Kürtlerin uzun yıllardır Türkiye ile savaştığını, kendisinin 3 yıldır bu savaşı önlediğini, Kürtlerin ABD adına IŞİD'le savaştığını ama karşılığında çok büyük para ve teçhizat aldıklarını söylemesi öylesine söylenen ifadeler değil. Bundan sonra IŞİD'le savaşacak ülkeler/gruplar arasında Kürtleri (yani YPG) de ayrıca zikretmesi iyi niyetli değildir.
PYD/YPG'yi halen Kürtlerin temsilcisi gibi görmesi, sanki Türk-Kürt savaşı varmış gibi konuşması, IŞİD'e kaşı mücadelede edecek aktörlerden sayması, bundan sonrasında YPG'yi korumama yönelik algı oluşturma maksatlı.
Görünen o ki Türkiye'nin Fırat doğusunda bir operasyon yapmasının onun da IŞİD odaklı olması şartıyla şimdilik sadece kapısı aralanmış gözüküyor.
Ama Trump'ın Türkiye Kürtlerle savaştı söylemiyle bundan sonra Türkiye'nin YPG'ye yapacağı operasyonun Türk-Kürt savaşı olarak görülmesinin önü açılmıştır.
Dolayısıyla henüz YPG'ye karşı operasyona izin verilmediğini görmek, şartlı sınırlı bir operasyon izninden bahsetmek gerekir.
Diğer taraftan ilk gelen bilgiler ABD askerlerinin ilk etapta TelAbyad-Resulayn arasındaki 150 km.lik hattaki 5-6 km derinlikteki hava-kara devriyelerinin yapıldığı tampon bölgeden çekileceği yönünde. Bu şeride TSK kontrolündeki ÖSO gruplarından oluşan milli ordu adlı yapılanmadan unsurların ve SDG bünyesindeki Arap aşiretlerin konuşlanarak TSK ile YPG arasına girmeleri beklenmeli.
Operasyonun sonrası Kasım'daki Trump-Erdoğan görüşmesine göre şekillenir. Bu arada gidişatı değiştirecek daha çok sular akar köprünün altından.