PKK’nın yeri: Mekapın ve toprağın altı...
16 Aralık 2007’de dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, “PKK kamplarını BBG evi gibi izliyoruz, kuş bile uçurtmuyoruz” demişti.
Ardından Türk Silahlı Kuvvetleri sınır ötesi harekât yapmış ve üç gün içinde harekât sona erdirilip geri dönülmüştü. Harekâtın neden erken bitirildiği sorusuna bir mülâkatta “çok soğuktu” diye cevap vermişti Genel Kurmay Başkanı Büyükanıt.
Büyükanıt’ın, ‘BBG evi gibi izledikleri Kandil’den Türkiye sınırlarına girip çıkan PKK’lı sayısını Büyükanıt da bilmiyordu o yıllarda, ancak şehit sayısını bilebilirlerdi arşivlerinden, zaten şehitler yalnızca anne ve babalarının ve çocuklarının ve milletin yüreğinde bir kor parçası olarak yanıyorlardı, devlet katında yalnızca sayıdan ibârettiler...
Aradan altı sene geçti...
Mevcut Genel Kurmay Başkanının Kandil’i ve PKK kamplarını ‘BBG Evi gibi’ izlemesi de gerekmiyor artık.
İmralı’yla bizzat gelerek görüşme yapmak istiyor Kandil, Cemil Bayık bizzat seslendiriyor bunu, “Rahatça gelip görüşebilmeli ve süreci müzakere edebilmeliyiz önder Apo ile...” diyor.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine süre veriyorlar demokratikleşme paketiyle ilgili ve “eskiye döneriz” diyorlar gerekenler yapılmazsa, eskiye yani kan dökmeye, metrolarda bombalama eylemleriyle bebekleri öldürmeye, otobüsleri yakmaya, karakolları basmaya...
Şehirlerde büyük ayaklanmalara başlayacağız diyorlar, gazeteler bunu onların dilinden ‘serhildan’ diye yazarak yayıyorlar tehditlerini...
Karşılarında Türkiye Cumhuriyeti Devleti var, fakat onlar, highlight2 “PKK’lıların yeri bellidir. Mekapın üstünde göğün altında yaşıyorlar işte. Kandil orada. Gel beraber gidelim.”diyorlar, “PKK Kandil’de” diyorlar ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanını Kandil’e davet ediyorlar.
Açılımın hemen öncesinde bir fare gibi saklandıkları mağaralardan “bittik” diye telsiz imdat çığlıkları yollayanlar artık meydan okuyorlar...
Güvenlikçi politikaları terk eden AKP hükümetinin ‘açılım’ diyerek başlattığı sürecin bugün geldiği nokta, bitmek üzere olan dağdaki PKK’yı diriltmek, ona can suyu vermek, dağa çıkışı hızlandırmak, lojistik hazırlık yapması için zaman ve imkân vermek...
Bülent Arınç, “Dağa çıkışlar artık daha nitelikli” diyor bu gelişmeler karşısında, “Ben de Öcalancıyım” diyor.
Ve Yaşar Büyükanıt’tan altı yıl sonra yine Bülent Arınç, “Nefeslerini bile izliyoruz...” diyor...
Nefeslerini izledikleri PKK Ankara’da, PKK TBMM’de, PKK medyada, PKK STK’larda...
Artık dolaylı cümlelerle imâ etmiyorlar PKK ile bağlarını.
“Terörist diyerek barışamazsın” diyor Demirtaş Başbakana azarlar gibi, “Kandil’e gidelim...” diyor, “yüreğin varsa” der gibi...
Bütün şehit aileleri adına B aşbakan ve hükümeti “barışma” sözü veriyor PKK’ya.
Bütün şehit aileleri adına “helâlleşme” sözü veriyor Diyânet İşleri Başkanı Diyarbakır’da, ortaya bir bez atıyor, “İçine kırılan onurları koyalım ve dört tarafından tutup kaldıralım...” diyor, şehit aileleri ve millet adına.
Kim barışmak istiyor PKK ile? Kim barışmak istiyor İmralı ile? Kim helâlleşmek istiyor Kandil’deki katillerle?
Barışmak isteyenin fertlerin önünde bir engel yok!..
Şehit anne ve babaları adına, millet adına barışmak ve helâlleşmek yetkisi ne Başbakanda, ne onun hükümetinde, ne onun bürokratlarında, ne onun medyasında, ne onun âkillerindedir.
Şehit anne ve babaları adına, millet adına helâlleşmek yetkisi sıradan bir AKP bürokratına dönmüş Diyânet İşleri Başkanı ve onun bürokrasisinde değildir!
O yetki şehit ailelerinde ve milletin sinesindedir.
Bu millet anaları ağlayabildiği için bu toprakları vatan edinebilmiş ve bedelini ödemiştir.
Ancak ve ancak Türk milletinin ödediğinden daha ağır bir bedel ödeyebilecek olanlar bu toprakları kendine vatan edinebilir.
Türk milleti vatanını da, ekmeğini de, suyunu da, zenginliğini de, geleceğini de bir arada yaşayarak paylaşmak adına insanlık tarihine eşi bulunmaz yüz yıllar yazdırmıştır.
Bu millete ihânet edenlerin kaderi hep bu ülkeye pasaportla girmek zorunda kalmaktır.
Gerisi Kürtlere kalmıştır...
Kaldı ki kâhir ekseriyeti de birlikte yaşama irâdesini sükûtlarıyla beyân etmektedirler.