PKK'dan mesaj getiren itirafçının ağzındaki baklayı eski gerilla çıkardı
TSK SİLAH BIRAKSIN!
Cengiz Çandar “Hasan Cemal işini iyi yaptı” dedi. Terör örgütünden Kanarya Severler Derneği gibi
bahsetmeye başladı. Sıradaki iş “PKK’yı normalleştirmek”, işçiler de “Bebek İttifakı”nın diğer üyeleri mi?
Hasan Cemal’in PKK’nın ulaklığını yapmak için Kandil’e gidişi ile ilgili bütün soru işaretlerini ortadan kaldıracak iki cümle aktarıyorum: “Ankara’nın kımıldaması gerekiyor. Kımıldaması için konunun üzerinde durmaya, üzerine gitmeye devam edeceğiz...”
Bu cümleleri yabana atmayın. Cengiz Çandar alalade biri değildir. Çekirdekten Amerikan sistemine uygun yetiştirilmiştir. Pentagon ve CIA ile bağı, ülkemize gönderilen büyükelçi görünümlü ajanlarla dostluğu paralelinde güçlenmiştir. ‘Türkiye’nin Kürt Sorunu’ raporuyla PKK’ya siyasallaşmanın yolunu gösteren CIA Şefi Graham Fuller ile ortak makale yazar, Türkiye’nin bölüneceği kehanetinde bulunan ajan görünümlü büyükelçilerden Morton Abramowitz ve sivil darbe mimarı Mark Parris ile sıkı dosttur. Ki bunun kolay iş olmadığını tahmin edersiniz. Her ne kadar kaderinin Amerika olduğunu itiraf etse de, “dostlarının dostları”ndan da gerekli ilgi ve desteği esirgemez Çandar. Memnun etmek için canhıraş çalıştığı “dostlarının dostları”ndan biri de, Türkiye’de 57. hükümeti devirip AB ile ‘daha uyumlu’ (ve tabii ABD’nin Ortadoğu tezgahlarına taş koymayacak) yeni bir hükümet kurulması işini organize eden Karen Fogg’dur.
Ankara kımıldamalı
Filistin kamplarında aldığı gerilla eğitimi sayesinde terörün pratiğine, ilişki yelpazesi ile de teorisine hakim olan Çandar, dünkü yazısında tecrübesini konuşturdu ve Hasan Cemal röportajının önemini açıkladı: “Bir gazetecinin meslek işlevinde ‘büyük’ iş yapması demek, siyasi sonuçlar üretecek çapta bir işe imzasını atması demektir. Hasan Cemal öyle bir iş yaptı ki, Ankara’nın kımıldamasını gerektirdi. ” Ankara’ın nasıl kımıldatılacağını merak edenler, ipucunu Çandar’ın şu satırlarında bulabilir: “Beni bilenler PKK’ya yönelik olarak bir ‘teslimiyet anlaşması’nın asla geçerli olmayacağını, bunun istenmemesi gerektiğini yazdığımı, söylediğimi bilirler.”
Buna göre Cemal’in röportajından çıkarılması gereken sonuç, PKK’nın barış mesajları verdiği ve silah bırakacağı olmamalı. Tam tersine Cemal’in çanak soruları, Çandar’ın öteden beri savunduğu bir tezin, ‘TSK’nın silah bırakmasının gerekliliği’ propagandasına zemin yaratıyor. Hazırlığına girişilen süreç veya Çandar’ın ifadesiyle kotarılan “büyük iş” PKK’lıların güvenlik güçlerine teslim olması değil, aksine TSK’nın bütün hassasiyetlerini, mücadelesini, varoluş nedenini bir yana bırakarak teröristlerin taleplerine boyun eğmesi...
TSK ile psikolojik harp
Peki PKK, TSK’yı kendi çizgisinde harekete zorlayabilir mi?
Direkt olarak bu elbette mümkün değil. Ama Hasan Cemal’ler, Cengiz Çandar’lar, Yasemin Çongar’lar, İlter Türkmen’lerin devreye sokulduğu yer de burası değil mi?
Aktardıkları mesajlar ve normalleştirdikleri kimi isimler aracılığıyla, ‘PKK’nın kamuoyu oluşturması’na yardımcı olurken, uluslararası bağlantılarını da ‘aba altından sopa göstermek’ için kullanacaklar ve siyasi iktidarı yönlendirmeye çalışacaklar. En azından
mevcut fotoğraf buna işaret ediyor.
Kaldı ki Çandar ‘Ankara kımıldayana kadar’ bu baskının süreceğini açıkça ifade ediyor.
Terörün meşruiyeti
Kandil’den gelen mesajlar arasından Cengiz Çandar’ın “karşılıklılık” kavramını öne çıkarması da bu bağlamda değerlendirilmeli.
“Karşılıklılık” kavramı; PKK, Türkiye Cumhuriyeti tarafından adeta bir siyasi güç veya toplum önderi gibi tanınıp, muhatap alınıp, isteklerini yaptırana kadar terörü meşru sayıyor.
Çandar bu noktada, yıllar önce Osman Öcalan’ın yine Hasan Cemal aracılığıyla ‘aktardığı’,
“Bugün Kürt siyasal ulusal birikiminin yüzde 95’i PKK’dan yanadır... PKK bitirilemez!” mesajını hatırlatıyor.
İşin bu yanında da, örgüt bütün Kürtler ile özdeşleşmişçesine bir dil oluşturuluyor. Böylece terör ile ilgili olarak, en azından en çok desteğe ihtiyaç duyduğu iki sahada bölgede ve uluslararası platformlarda ‘hak arama mücadelesi’ algısı yaratılmak isteniyor.
Sizin anayacağınız ‘Kandil’le empati timi’nin mesai geçmişi öyle üç beş gün değil.
Medyada geniş mecralara yayılmışlar. Geçen hafta Etyen Mahçupyan’ın Taraf’ta kaleme aldığı şu satırların, Çandar, Cemal ve PKK’nın tezleri ile benzerliğini ‘aklın yolu’ olarak izah etmek mümkün mü?
“İkinci Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra patlayan çatışmanın temelinde Ermeni ailelerin elindeki servetin cazibesi yatıyordu.(...)Bu durumda Meclis bir silahsızlandırma kararı aldı ve giden heyet Ermenileri de ikna etti. Ermeniler silahlarını teslim ettiler... Sonraki günlerde otuz bin kişi katledildi... Bugün Kürtlere PKK’nın silah bırakmasının ne denli ‘doğru’ olduğunu anlatabilirsiniz. Aslında onlar da aynı şekilde düşünüyorlar, barışın ancak silahsız bir ortamda sağlanabileceğini biliyorlar. Ama bu toprakların tarihini de biliyorlar ve devlete güvenmiyorlar. Mesele budur...”
Cemal, PKK’nın seçimi
Kaldı ki “Hasan Cemal gazeteciği”ne dikkat çeken Çandar da, röportajın bu sistemli çalışmanın mükafatı kabul ediyor: “Kiminle görüşeceğini doğru saptamak, bunun ‘zamanlaması’nı doğru yapmak yetmiyor. O belirlenen kişiye, tam da o zaman dilimi itibarıyla ne sorulacağını, nasıl sorulacağını ve niçin sorulacağını bilmek... Hasan Cemal bunu yaptı. Bunu yapabileceği bilindiği için Kandil eteklerinde Murat Karayılan ile görüştüğü iki odalı, kerpiç tavanlı bir köy evinin kapıları, o kapıdan girip aynı işi yapmak isteyen bunca gazeteciye değil de Hasan Cemal’e açıldı.”
Gazeteci ‘doğru haber’e ulaşmak dışında başka hangi nedenle soru sorar, hangi dengeleri gözetir de, bunu ince ince hesaplamak durumunda kalır ki? ‘Haberci’ değil kimi için ‘mesajcı’, kimi için ‘işbirlikçi’, kimi için ‘dost’ olmakla ilgili farklar mı bunlar?
Çünkü Çandar nasıl Fogg ile makbuz karşılığı işbirliğiyle övünüyorsa, Cemal de Talabani ile dostluğunu etikete dönüştürmekten çekinmemiş: “Geçenlerde Celal Talabani İstanbul’daydı Irak Cumhurbaşkanı olarak. Birkaç Türk gazetecisi dostuyla birlikte yemek yerken de açıldı bu konu..” Sıhhıye orduevine bomba atılmasını planlayan itirafçı Hasan Cemal ile terörist hamileri arasında gazeteciliği aşan çok daha derin bir bağ olduğunu kendi söylüyor.
İtirafçı alışkanlığı
Hasan Cemal’in, “Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Washington ve Ankara’yla birlikte PKK’yı nereye kadar tecrit edebilir? Nereye kadar etkisizleştirebilir?” sorusundaki yüceltme sezilmeyecek gibi değil.
Kuzey Iraklı gözlemciler(!)e dayanarak yaptığı “Türkiye’nin geçen Şubat ayındaki kara operasyonu Kuzey Irak’ta PKK’nın imajını parlatmış.” yorumu düşündürücü. Bu ekibin kronikleşen TSK’nın güvenilirliğini sarsma hastalığı dışında, gözlemcilerin menşei de merak uyandırıcı... Bebek-Brüksel-Washington hattının çocukları olmasınlar sakın...
Cemal, “Karayılan’ın kendine güveni”nden sözederken veya PKK’yı gericiliğe karşı Güneydoğu’nun koruyucusu ilan ederken zaten niyet beyanını ortaya koymuş oluyor.
Yine de soralım “Türkiye Cumhuriyeti yerine TC demek de ne anlama geliyor Hasan Cemal?” Hadi bunu da itiraf et.
Fogg’un şekerleri, ‘akil adam’ oldu
PKK terör örgütünün dağdaki başı Murat Karayılan “Diyalog” için çalınmasını istedikleri kapılar arasında kendince bir hiyeraraşi oluşturmuş. Sıralıyor: İmralı, biz (PKK), seçilmiş siyasiler (DTP), akil adamlar ( İlter Türkmen, Hasan Cemal..) Devleti terör örgütüyle pazarlığa oturtup “arabuluculuk” yapmak üzere önerilen akil adamların Karen Fogg’un Kör Agop’un meyhanesine davet ettikleri, Mark Parris’in Bebek’teki İtalyan Lokantası’nda “loş ışıkta” buluştukları ile aynı isimler olması tesadüf mü? Bu akil adamlar makbuz karşılığı çalışıyor biliyorsunuz... Bu hizmetlerinin bedelini nereye fatura edecekler acaba... Kandil’de kasası sağlam bir banka var mıdır ki?
Bebek katilinin sözcülüğü için sıraya girdiler
“Pişman değiller(!) ama affedilmeliler”
Söz konusu yasa maddesinin adı, “Etkin pişmanlık...” Zaaflı bir madde bu; “etkin” biçimde uygulanamıyor; daha en baştan, adındaki “pişmanlık” ibaresinden kaybediyor zira. PKK’lılarla konuştuğunuzda şunu açıkça anlıyorsunuz; topluca silah bırakırlarsa, bunu “pişman” oldukları için değil, silahlı mücadeleyle artık bir yere varamayacaklarını ama aynı zamanda da, Kürt taleplerinin siyasi zeminde savunulmasının önünde engel kalmadığını gördükleri için yapacaklar.
Karayılan’ın biraz dağınık bir biçimde aktardığı talepler arasında şu cümle de var: “Başkanımız halen hapistedir. Dört bin PKK’lı da hapistedir, bunu unutmayın.”
PKK’yı “silah bırakma” aşamasına getirebilecek temel beklentilerden birini yansıtıyor bu cümle. Öcalan’ın serbest bırakılması, gerçekçilikten de, adaletten de uzak bir talep ve her ne kadar, Karayılan “Başkanımız halen hapistedir” diyorsa da, PKK’lılar da biliyor bunu. Beklentileri daha ziyade, Öcalan’ın ilk aşamada “tecrit” ten kurtarılması, cezaevi koşullarının normalleştirilmesi ve belki ileriki bir aşamada, “Diyarbakır’da ev hapsi” gibi özel bir uygulamanın gündeme getirilmesinden ibaret...
* Yasemin Çongar / Taraf
Dağcı Hasan’a hayran olmuş
Dağları, dereleri, tepeleri aştı. Kandil dağına tırmandı. Karayılan’ın söyledikleri önemli. Sorunu çözmek isteyen siyasetçiler açısından çok değerli ipuçları içeriyor. Örneğin Karayılan’ın Hasan’a söylediği ve Milliyet gazetesinin dün yan manşetinde yer alan ifadeler çok anlamlı: “Asker değişti, siyaset eksik kaldı.” Karayılan silahları devre dışı bırakabileceklerini söylerken de bir yeni duruma işaret ediyordu. Nice haberlere Hasan diyorum...
* Oral Çalışlar / Radikal
“Ben de İmralı’nın postacılığına hazırım”
Milliyet yazarı Hasan Cemal, çok önemli bir iş yaptı.
Kandil’e giderek, PKK’nın dağdaki bir numarası Murat Karayılan’la konuştu. Hiç kuşkusuz gazetecilik açısından, imrenilecek, hatta kıskanılacak bir iş.
Hasan Cemal dağdan, önemli mesajlar getirdi.
Karayılan özetle diyor ki: “Biz bağımsızlık iddiasından vazgeçtik. Federasyondan da vazgeçtik. Üniter devlet yapısı içinde bir çözüm bulabiliriz.”
İki: “Gidin İmralı’daki ile görüşün. (....) Onları da kabul etmiyorsanız, aralarında İlter Türkmen, Hasan Cemal gibi kişilerin bulunduğu bir akil insanlar heyeti oluşturun. Onlar aracılığıyla konuşun.” Bu, hepimizin şahsi duygularımızdan, öfkelerimizden, hislerimizden arınıp bakmamızı gerektiren bir iştir.
Hasan Cemal, bize dağdan bir mesaj getirdi.
Keşke bana izin verilse de ben de İmralı’dan bir mesaj getirebilsem.
Belki hepimizin hak ettiği huzurun ülkemize geri gelmesine hizmet etmiş oluruz. Ben böyle bir postacılığa hazırım.
* Ertuğrul Özkök, Hürriyet
MİNİ YORUM
Gazeteleri maskeyle okumak
On sene önce Öcalan’ın sözcülüğü böylesi heveslenilecek bir makam mıydı? Beş sene önce vekillerin “Kürdistan’ın sınırları çizme serbestisi var mıydı?” Bütün olmazlar büyük bir hızla normalleşirken beni bir korku saldı: İnsanın sevmediği ot burnunun dibinde biter. Hergün bilgi kirliğinin göbeğinde nefes alıp verirken, farkında bile olmadan o amansız virüs bünyemizi çökertir mi acaba? Gazeteleri maske ile okusak az biraz korunur muyuz mikroplardan?