Pirimoğlu birleştirdi...
“Düğün ve Cenaze” üzerine bu sütunlardan birkaç kez yazdığım için aşağıdaki satırlar sizler için yabancı olmayacak. Geçtiğimiz gün Ankara Kocatepe Camii avlusunda tanık olduklarıma yurdun dört bir yanında değişik tarih ve mekanlarda bu satırların okurlarının da şahit olduğundan eminim. “Biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz” özdeyişine benzemekle beraber halen “bizim” demekle onur duyduğum bizim camiada bu sembolik olarak söylenen kırk rakamının elbette üzerinde. Ama yitirdiğimiz diğer değerlere rağmen cenaze konusundaki hassasiyetin, beni duygulandırdığını peşinen ifade etmeliyim.
Yitirdiğimiz değerler deyince, fikri anlamdakileri sayacak olsam ansiklopedi yazmak zorunda kalacağım. Ama yazının başında “düğün ve cenaze”yi tırnak içine almıştım. Kimilerinin son yıllarda “bin” yıla hapsettiği en az onbin yıllık tarihi sürecimizde düğün, cenaze, bayram ve kurultay gibi birliktelik yasa olmuştur, töre olmuştur... Töre’nin teröriye haline dönüştürülmesiyle beraber kurultaylar ve bayramlar yozlaşmış ardından ekonomik sebepler bahane edilerek düğünlerimizde yavaş yavaş dumura uğramaya başlamıştı. Bir arada olmanın vesilesi düğünlere kimin kimlerle geldiği, kimlerin bir arada neler konuştuğuna dair ispiyonlar malum makamlarda kabul gördüğü için düğün davetine icabet edemeyişi bazılarımız “zora sokmama” adına açıklama getirmeye başladılar.
Kimse darılmasın, abarttığımı da iddia etmesin. Öyle milletvekilleri, belediye başkanları, parti ve sendika yöneticileri biliyorum ki oğulları, kızları için hazırlandıkları düğün törenleri için çıkardıkları davetiyelerde neredeyse kılı kırk yarıyorlar. Nede olsa “o gelecekse ben gelmem” diyenlerin sayısı artmış durumda. Oysa Türkmenin töresinde, silah ve davul sesini duyan herkes davetli değil miydi?
Bu tip davetlerde bir de protokol krizi oluşur. Ön masalar, yan masalar, nikah şahitleri, kim kimin yanında oturacak vs. vs. Dostlarım affetsin sıkıntıya sebebiyet vermemek için düğün davetlerine zaman darlığı, hastalık gibi mazeretler sıralayarak bir çoğuna katılamadığımı itiraf edeyim.
Ama cenazeler farklı... Cenazeye davet yoktur. İlk duyan en yakınlarına haber verir. Duyamayan üzülür. O an işini gücünü bırakan çoğunluk, musalladakine son görevini yapmak için neredeyse zamanı durdurur. Çünkü, Allah’ın evi olan camide herkes aynı rütbe ve makamdadır. Safları sık tutmakla yükümlü cemaat, Allah’ın emri icabı namazda sağına ve soluna bakmak zorunda kaldığı için yanındakileri seçme hakkına sahip değildir.
Sözü uzatmayalım. Pazartesi günü Kocatepe Camiinde, Milliyetçi Hareketin analarından Necla Pirimoğlu’nun cenazesindeydim. Kendi oğullarının yanında yıllarca Erzurum’daki ülkücülerin tamamına analık yapan Necla Pirimoğlu, yaşadığı gibi Hak’ka yürüdü.
İtlerin kimsesizliğimize güldüğü dönemde, sağına-soluna, önüne-arkasına bakmadan inandığı dava bayrağını hep yüksekte tutan MÇP’nin Genel Sekreteri, MHP’nin Genel Başkan Yardımcılığını, en önemlisi merhum Alparslan Türkeş’in son nefesine kadar en yakınında sırdaşı, kurmayı olan Ömer Haluk Pirimoğlu’nun bu acı gününde O’nu yalnız bırakmak olmazdı.
“Şu cenazeler olmasa bir araya geleceğimiz yok” diyen Mustafa Mit’e cevap, anında Rüzgarın oğlu Muhittin Çolak’tan geldi. Sıranın hangimizde olduğunu soranların yanında düğünde aynı masada oturamayanlar aynı safta namaz kıldı. Pirimoğlu’na haklarını helal etti.
Bana göre Cumhuriyet tarihinin en başarılı bakanları olan Koray Aydın ve Hüsnü Yusuf Gökalp’le beraber, Türk Milliyetçilerinin belediyeciliği en iyi yapacağını kanıtlayan Yozgat eski Bld. Başkanı Mehmet Erdemir ve Keçiören Bld. Başkanı Turgut Altınok da oradaydı.
MHP’yi temsilen Genel Sekreter Cihan Paçacı ve Genel Başkan Yardımcısı Atilla Kaya’nın yanında Ali Uzunırmak gibi milletvekillerini gördüm. Yılma Durak, Mücahit Himoğlu, Halil İbrahim Oral, Hakkı Duran ile selamlaştım. Ramiz Ongun, Lokman Abbasoğlu, Şerafettin Doğan, Hakkı Şafakses, Şahin Yıldırım, Ömer Demirel, Şevket Bülent Yahnici, Yusuf Okumuş, Mustafa Kafalı, Ayıboğan Ahmet, Salih Dilek, Lütfü Öztürk ve isimlerini bu sütuna sığdıramayacağım yüzlerce ateşin çemberinden geçen kişiler cenazede bir araya geldi.
Nejla Ana’yı Gölbaşı’ndaki ebedi istiratgahına tevdi edip geri dönerken kafama Mustafa Mit’in “Şu cenazeler olmasa bir araya geleceğimiz yok” cümlesi saplandı...
Başta Sevgili Haluk Pirimoğlu olmak üzere Pirimoğlu ailesine ve Necla Ana’nın evlatları olan ülkücülere başsağlığı dilerim.