Peki ya Akdamar’ın “ağlattığı” kadınlar!
Şef Derya Sazak yönetimindeki Milliyet korosu (Akil Fuat Keyman’dan Can Dündar’a kimler var kimler...) Van’ın Akdamar Adası’ndaki Ermeni kilisesi önünde serenad yapıyor:
- Büyülü bir güzellik...
Van gölünde güle oynaya yaptıkları Akdamar yolculuğunu, Yaşar Kemal’den alıntıladığı cümlelerle, aynen şöyle aktarıyor Sazak:
- Dünyada hiçbir göl, hiçbir deniz, hiçbir su Van Gölü’nün maviliğinde olamaz... Deli eden bir mavilik...
İtirazım var;
Bence, “mavilik”ten ziyade,“cahillik” Akdamar’ı “harikalar diyarı” gibi tanıttırabilir bir gazeteciye!
Anadolu’yu “Yaşar Kemal romanlarından ibaret” sanıyor olmanın etkisidir belki. Üzerine kalem oynattığın coğrafyaya, ahkam kestiğin tarihe bu denli yabancı olunca böyle oluyor demek ki.
-Tamam Bilal Şimşir külliyatı okusunlar demiyorum ama- zahmet edip bir “tık”la soruverseler Google’a, bu Amerikan şirketi bile anlatıyor o “deli mavi” Van Gölü’nün aynı zamanda bir “Kan gölü” olduğu gerçeğini...
***
Tam sayfa ayırmış Milliyet; Genel Yayın Yönetmeni, köşe yazarları ve muhabirlerinin Akdamar gezisine.
“İsa’nın doğacağını duyan kralın katlettiği çocuklara ağlayan kadınlar” ın “dokunaklı ve düşündürücü” freskolara yansıyan hikayeleri var; ama uğradıkları mezalimi okudukça, dinledikçe arkalarından ağladığımız “analarımız, kızlarımız” yok Ayşegül Sönmez imzalı yazıda!
Akdamar’da ağlayan kadınları yazmaya soyunan bir kadın nasıl ürpermez Akdamar’ın “ağlattığı” kadınların hatırasının gölgesinde... Kalemi nasıl titremez, nasıl karşı gelmez bu vahşeti perdelemeye...
“Nasıl”ını idrak benim vicdan sınırlarımı aşıyor ama yok sayabilmiş işte... O yazıda;
Ermenilerin işkenceleri sonucu aklını kaybeden Nezo Hatun yok!
Ermeni zulmünden kurtulmak için kendilerini ateşe verip pervane gibi döne döne;
“Gelin kızlar, bizim düğünümüz var.
Bugün bizim düğün günümüzdür...” diye diye ölüme giden Zeve’li genç kızlar yok!
Vanlı Seher’in yıllar sonra gözyaşları içinde anlattığı şu insanlıktan çıkış belgesi yok:
“Akşam oldu mu bizim içimize Ermeniler gelirdi. 150 tane kadar kadın içinden 10-11 tanesini seçip götürürlerdi. Sabaha kadar bu kadınlara tecavüz ederlerdi. Bu kadınlar öyle olurdu ki kan revan içinde kalır, bırakıldıklarında bacaklarını gere gere yatar, oturamayacak durumda kalırlardı.”
Defalarca tecavüze uğrayan 7 yaşındaki Fatma ve 9 yaşındaki Güfaz’ın hazin öyküsü yok!
Zorla götürülürken kendilerini köprüden Mermit Çayı’na atan iki gelinin, Zahide ve Fatma’nın adı yok!
Van’lı Derviş Efendi’nin gözleri önünde tecavüze uğrayan kızları Hayriye ve Şadiye’nin trajedisi yok!
Şehirlerini basan Ermeni çetecilerden kaçabilmek için Van Gölü’ne yönelen Türkler... Onlara “kurtarıcı” kılığında vapurlarını açan Van-Akdamar arasında taşımacılıkla meşgul Ermeni zenginler... Van Gölü’nün ortasına gelindiğinde bu vapurların nasıl birden zulümhaneye dönüştüğü... Katledilen erkekler göle atılırken, kadınların Akdamar’da nasıl “ömür boyu Ermeni tecavüz”üne mahkum edildiği...
Ve...
Bu akıbete uğramamak için kendilerini göle atan Türk kadınlarına dair bir tek bir satır yok Milliyet’in Secere-i Akdamar sayısında!
Her nevi isim konulmuş da Akdamar’ın Türk tarihine kayıtlı “nüfus cüzdanı”nda yazılı asıl adı “tecavüz adası” anılmamış...
***
915’ten 13. yüzyıl freskolarına, yıkım kararının alındığı 1951 yılından, yıkımın “Yaşar Kemal’in müdahalesiyle(!) durdurulduğu” ayrıntısına oradan iktidarın son yıllardaki “Haç”lı ihyasına kadar ne ararsanız var da “1915” atlanmış(!) nasıl olduysa!
Freskolardaki kadın figürlerine “çağdaş barış anneleri” yakıştırması yaparak “açılıma takla yolu” döşemek bile akıl edilmiş de şunun şurası 100 yıl önceden yükselen feryatlar es geçilirvermiş!
Halbuki görünürde kulakları da var ama;
Karınlarına süngü batırıldıktan sonra “ciyaklayarak kuş yavrusu gibi yere düşen” Van’lı çocukları,
Diri diri derisi yüzülen Seyyat Onbaşı’yı,
Ekmek pişirdiği tandırda küçük çocuğu cayır cayır yakılıp da “al, kebap” diye yemeye zorlanan Vanlı kadınları,
Kızını kendi elleriyle boğazlaması istenen, reddedince de her “hayır” dediğinde bir organı kesilerek işkenceyle öldürülen Hacı Molla Sait’i,
Ağzına balta sapı büyüklüğünde bir kazık çakılan, dili koparılıp bu kazığın üstüne çivilenen 70 yaşındaki Gevaş müftüsünü duymamışlar!
***
Akdamar’daki Ermeni Kilisesi’nde kullanılan -İran’dan Hint’e- bütün akımlar bir bir sıralanmış. Biri hariç:
Gerçekçilik!
Halbuki Ermeniler kendileri bile Amerika’da yayınladıkları Goçnak gazetesinde bakın ne yazıyorlar:
“Van’da 1500 kadar çoluk çocuk ve kadından başka Türk kalmadı!”
1883 doğumlu Salih Taşçı yıllar sonra şöyle anlatıyor en acı yıllarını:
“Van gölünde eskiden yelkenli gemiler vardı. O kadar çok zulmettiler ki, gemilere doldurdukları insanları, öldürmekten bıktıkları insanları, diri diri suya attılar. Ermeniler o ihtiyar insanlarımızı alınlarından, ellerinden duvarlara çivilediler...”
***
Hadi diyelim “milli tarih şuuru” kıtlığı var sizin mahallede... Peşinde olduğun şey “gerçek” ise; Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı, MHP Kayseri Milletvekili Yusuf Halaçoğlu’nun daha geçenlerde “bir kere daha” tekrarladığı şu isyanı nasıl not etmesin aklının bir köşesine:
“Van 1915’te Ermeni ve Rusların birlikte saldırıları sonrası düştü. 80 bin insan öldürüldü ve burada 50 Türk kadını alınarak Akdamar Kilisesi’ne götürülmek istendi. Götürülürken, kadınlar iffetlerini korumak için kendilerini göle attı ve iffetlerini korudu. Ama maalesef biz onlar için oraya bir iffet anıtı dikemedik.”
(Milliyet’in Akdamar güzellemesiyle bir anlamda bu eksik de giderildi bence; o satırlar pekala “utanç anıtı” olarak dikilebilir Türk kadınlarının kan ve gözyaşlarının karıştığı Van Gölü’nün orta yerine...)
***
Şimdi o gölün üzerinde, bütün bunlar “yokmuş gibi” yapıyor, 32 dişin meydanda “peyniiiiir” pozu veriyor ve sonra da kendine “gazeteci” diyorsun ya!..
Aynı “unvan”la anılmak bilsen nasıl ağır geliyor bana!