Pazarlamacılar kralı

"Türkler 1 milyon Ermeni’yi katlettiler” İddiasını yedirdi ve Nobel’i aldı

Pamuk kapı kapı gezip ansiklopedi satanları andırıyor. Kapıdan kov bacadan giriyor. Önünü kesiyor, kolunu çekiştiriyor. Bakalım ne zaman “Allah rızası için bir kitap alın” düzeyine getirecek işi?

Romancı olacağına pazarlamacı olsaydı da “Nobel” alırdı. Yüksek kabiliyet, bulunmaz yetenek. Her şeyi pazarlıyor. Ve başarıyor. Pazarlamacıların kralı olurdu. Dünyanın en büyük şirketinin CEO’su yaparlardı, pazarlama nobelini de ona verirlerdi.
Çürümüş maydanoz.
Kokmuş köfte.
İçi geçmiş karpuz.
Küflenmiş ekmek.
Bunlara müşteri çıkmaz, kimse almaz. Orhan Pamuk’u “çürük maydanoz-kokmuş köfte-içi geçmiş karpuz-küflenmiş ekmek” leri pazarlama göreviyle görevlendirin cansız duyguları tetikler, ölmüş talepleri parlatır, bitmiş beğenileri canlandırır sadece Türkiye tüketicisine değil bütün dünyaya “çürük maydanoz-kokmuş köfte-içi geçmiş karpuz-küflenmiş ekmek” satardı.
Yemezlerdi.
Yiyemezlerdi.
Fakat satın alırlardı.
Bu çarpık, hastalıklı, özürlü durum ancak ve ancak Orhan Pamuk’un “pazarlamacılığı” sayesinde olur. Romanlarını alanlar, 30 sayfasını okuduktan sonra bırakıyorlar, fakat yine de almaya devam ediyorlar.
Esasen gerçeği çarpıtan bir kokmuş propaganda olan “Türkler tarihte 1 milyon Ermeni’yi kestiler, öldürdüler” iddiasını Orhan Pamuk, ortaya bilgi, belge koymadan, müthiş pazarlamacılığı sayesinde bütün dünyaya yedirdi ve Nobel’i de aldı.
Büyük businessman.
Müthiş iş adamı!
Şimdi yeni bir pazarlama uğraşına girdi, bir haftadır gazete manşetlerinden inmiyor, TV’lerde “bir kez seyrettik Orhanımız’a doyamadık, tekrarı yayınlansın” programlarında “İstanbul’un küçük burjuva semti Cihangir’de babası top atınca fakir kalmış güzel bir kıza baba parasıyla zengin olmuş bir ibiş erkeğin aşkını” tezgâha koydu, satıyor.
Arsız bir pazarlamacı oldu!
Müşterinin önünü kesiyor.
Kolundan çekiştiriyor.
Malı gözüne sokuyor.
Porno ağırlıklı olduğu anlaşılan yeni 500 sayfalık romanı için izin vermiyor ki “bu iyi bir edebiyat ürünü müdür, yoksa zengin erkek-fakir kız konularını milyon defa işlemiş Yeşilçam filmlerinin çok kötü bir edebiyat salçalı kopyası mıdır” okuyan karar versin.
Okuru aptal yapıyor.
Okuru embesil sayıyor.
Dün bir, bugün iki. Okur daha romanı okumadı. Yazar alıyor karşısına “Orhan Pamuk büyük romancıdır ezberine teşne” magazinci kadın gazetecileri, “son romanını kaç yılda yazdığını, daktilo ve bilgisayarla değil mürekkepli kalemle yazdığını âşık olduğu kızın küpesini, sütyenini, külotunu, büfe üzerinde duran biblo köpeğini çalarak biriktiren zengin adamın, kızın bekâretini nasıl bozduğunu, kapalı toplumlarda bekâretin, açık toplumlardaki bekâret anlayışından farklı olduğunu” uzun uzun anlatıyor.
Ve gazetelere manşet.
TV’lere söyleşi.
Ayıptır.
Romanına güveniyorsan biraz zaman ver, okur okusun. Sen sonra konuş. Gerçek bir edebiyat adamına yakışan bu tavrı göstermek yerine, satışı artırmak için “romanın kahramanı Cihangirli fakirlemiş kızın küpesini, kolyesini, reçel yapmak için kullandığı ayva rendesini, hela taşının sifon zincirini” topladığını, bunlardan bir müze kuracağını ve kitabı satın alanların bu müzeye ilk girişinin bedava olacağını anlatıyor.
10 yıldır küpe topluyormuş.
Fakat ortada müze yok.
SPK’nın harekete geçmesi gerekir. Orhan Pamuk’un kurulmamış bir müzenin giriş biletini kitabın içinde bir lotarya olarak sunması, halktan para toplama kanununa girer. Savcıların harekete geçmesi gerekir.
Sırrı: pazarlama!
Yüksek kabiliyet!
Bulunmaz yetenek!
Pazarlama kralı!
* Necati Doğru / Vatan


++++++


Nobel’i ayağa düşürdü
Orhan Pamuk’un son hali, mankenden olma şarkıcıların promosyon turlarındaki gibi. Kanal kanal gezip kitabını pazarlayan Pamuk’un isim seçiminin çok stratejik olduğuna inanıyorum. ‘Masumiyet Müzesi!’ Bu isim bundan sonra yazacakları için bir yumuşak geçiş döneminin başlığı sanki. İmajını mahallenin halim-selim çocuğuna çevirme çabası!
Hakkı Devrim, Pamuk’un gidişatını -ne yalan söyleyeyim- bende hayal kırıklığı yaratacak derecede çok sahiplenmiş. “Eeeee evrensel tanınırlık böyle bir şey” diyor. Oysa tam da buna tezat değil mi hareketleri? Kapı kapı gezip ansiklopedi satan insanlar gibi değil mi, parayı bastırınca ‘kurulup kurulmayacağı muamma olan müze’nin biletine dönüşen kitabı sattırma gayreti?
Edebiyatı da, Nobel’i de ayağa düşüren hareketler bunlar.
Bence Pamuk Ahmet Hakan’ın aşağıdaki uyarılarını dikkate alsın. Mutlaka:
Nobel ödülü almak, bir yazarı, “gazetelere röportaj vermek” , “ilginç haber konuları yaratmak” ya da “duvarlara kitap tanıtım afişleri” ni asmak gibi gereksiz angaryalardan kurtarır...
Nobel ödülü, en büyük pazarlama aracıdır... Ekstra pazarlama çabası, en hafifinden “cool” görüntüyü bozar...
Uluslararası çapta ünlü bir yazar olduğunuz zaman, “Perihan” ya da “Tuna” gibi tanıtım atağı yapmanıza gerek yoktur... Sınıf bilinci diye bir şey var yahu...
Bir kitabın promosyon çalışmalarının tamamını, yazarın bizzat kendisinin yürütmesi, Nobel almış bir yazara zayıflık görüntüsü verir...
Nobel ödülü almış bir yazarın, son kitabında yer alan nesneleri bir müzede sergilemesi gereksiz bir atraksiyondur... Perihan’ı çıldırtmaya ne gerek var?


++++++

Hrant hangisini tutardı?
Hasan Cemal soruyor:
“Milli maçta hangi takım için yüreği çarpardı sevgili Hrant’ın?.. Türkiye’yi mi tutardı?.. Ermenistan’ı mı?..”
Hrant Dink’i iyi tanıyan bir arkadaşı “Zor bir soru!” demiş. Ama eklemiş de “Bence Ermenistan’ı tutardı. Ermenistan aynı zamanda mağdur, ezik ve küçük bir ülke... Bütün bunlar da evrensel solculuğu tetikleyen duygular...”
Hrant Dink sadece solcu olduğu için mi Ermenistan’ı tutardı?
Hiç de zor bir soru değil. Bir Ermeni olarak elbette Ermenistan’ı tutardı. Üstelik bu sanıldığı kadar ayıp da olmazdı. Dink’in bir Ermeni olarak Ermenistan’ın sportif, kültürel... başarılarına sevinme hakkı elbette vardı. Ama o hakkı olmayanlara uzanmayı denedi.
İnancımız gereği ölünün ardından konuşmuyoruz. Dink suikastini biz de kınıyoruz. Yine inancımız gereği.
Ama Dink’in ölümünün yarattığı duygusal zemini kullanarak O’nu bir barış güvercini haline getirmeye çalışmak, O’nun üzerinden toplumu Ermeni olmaya zorlamak neyin nesi?
“Ben Türk değil Türkiyeliyim ve Ermeniyim” diyen Dink elbette bugün Ermenistan’ı tutardı. “’Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur” yazan Dink elbette Türkiye’ye taraf olmazdı. “1915’te olan bir soykırımdı, çünkü dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok” demecini veren Dink, pek tabii ki Gül’ün Erivan gezisini destekler ve Hasan Cemal gibi ’acıları yaşayanların ruhuna saygı duruşunda bulunmasını’isterdi.
Hrant Dink hayattayken biz O’na öfke duymuştuk. Kızmıştık. O’ndan şikâyetimiz vardı. Dink bu ülkenin insanlarının ’masal kahramanı’değildi, hiç olmadı. Lütfen bunlar hiç olmamış gibi Dink’i ’Yaşasın dost Ermenistan’ senaryosunda ’iki halkı birleştiren figür’olarak kullanmaya kalkışmayın!

++++++

Mutlu, TOPTAN’IN avukatlIĞInI yapan Koru’ya verdİ verİŞtİrdİ:
‘Kıyakçı’ değil ‘ayakçı’ gazeteci

Ben Meclis Başkanı’na soru sormuşum!
Yetmemiş, bir de “Cumhurbaşkanı yalan mı söyledi” diye çıkmışım okurlarımın karşısına...
Hani ben sık sık, “Gazetecinin ilk işi soru sormaktır” diyorum ya...
İşin kolayına kaçarak “kıyak gazetecilikmiş” benim bu yaptığım!
“İktidar desteğiyle gazetecilik yapmak, servet içinde yüzmek” değilmiş “kıyak gazetecilik” de, soru sormakmış!
Bana gazetecilik-yazarlık dersi veren bu adamın tek özelliği, Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı’nın peşinde, “dişe tırnağa dokunur tek bir soru sormadan” dolaşması!
Bu sayede aynı anda bilmem kaç gazeteden maaş alıp, bilmem kaç televizyona program yapıyor. Ayda on binlerce YTL’ye para demiyor!
Eee insanın böyle arkadaşları olursa, “soru sorma” dan gazetecilik yapar elbette! Sadece kendisine “servis edilen” leri yazar, olur biter...
Uzun söze gerek yok:
Soru sormak, bu iktidar kaleminin dediği gibi “kıyak gazetecilik” falan değildir!

* * *

Başbakan “düdük” çalınca, koşup sıraya girmedim, girmem!
Kulaklarımda İsmet İnönü’nün “gazeteci kulağı çeken eli” değil, Sedat Simavi’nin sözleri küpe gibi durur:
Bu yüzden gerekirse kalemimi kırarım ama asla satmam!
Haydi sıra sende “ayakçı” gazeteci...
Yüreğin yetiyorsa, yüzün kızarmayacaksa aynı sözleri sen de söyle...
Söyleyebilirsen tabii!
* Mustafa Mutlu / Vatan

++++++

Amberin’e...
Şiddetle tavsiyemdir
Gül’ün Erivan’a gidiyor olması demek Amberin Zaman için 1-0 demek. Hani Cumhurbaşkanına açık mektup yazdı da, Ermenistan adına bir dizi talepte bulundu ya... Elde var 1. Ama maç devam ediyor. Sırada sınır var, ticaret var... En önemlisi sözde soykırım meselesi var. Bunun için de ’bitiş düdüğü çalana kadar’mücadeleye devem etmek gerek. Amberin bunu yapıyor. Taraf’ta tam sayfa Erivan rehberi yayımlayarak, Erivan’a gidecek Türkler’e “soykırım müzesi” ni ziyaret etmelerini ’şiddetle önererek’ yapıyor. “Tabii yüreğiniz kaldırırsa” ajitasyonu ile yapıyor. Amberin, ’anıtı’ veya ’müzesi’olmayan Hocalı’ya gidip toprağından yükselen çığlıkları işitmeni şiddetle tavsiye ederim. Veya Kars’ta, Iğdır’da, Kayseri’de, Sakarya’da... Anadolu’nun herhangi bir köşesinde Ermeni komitacılarca katledilen Türklerin ’toplu mezarları’nı ziyaret etmeni şiddetle tavsiye ederim. ’Yüreğin kaldırırsa tabii.’


++++++

MİNİ YORUM

Yoksul kalmadı ki(!)
Deniz Feneri Derneği ’son yoksula ulaşana kadar’ çalışmalarını sürdüreceğini açıkladı.
Yandık desenize... Ülkemizde yoksulluk ve açlık sınırında yaşayan milyonlarca insan var. Bu da nerden baksanız üç-beş gemicik, birkaç otel, irili ufaklı beş altı medya grubu daha oluşturabilecekleri saha demektir.
Ne yapsak? Açlığı, işsizliği, evsizliğimizi yok sayıp, bağrımıza taş basıp, zengin taklidi mi denesek acaba?
Din simsarlarından paçamızı kurtarabilir miyiz dersiniz?
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları