Paşa Beyim
Her nefsin ölümü tadacağını bile bile sevdiklerimiz ve yakınlarımıza ölümü yakıştıramamak gibi bir alışkanlığımız vardır. Nitekim Paşa Tambay’a ölümü yakıştıramamıştım ancak Necip Dinçer’in tarihi tespitleriyle Paşa Bey’e gıpta ettim.
“Bir Ülkücünün 40 yıllı ömrünü başkaları bin yılda yaşayamazlar. Mücadele hayatında ihaneti ve mutluluğu aynı anda yaşayabilen kaç insan vardır ki. Ülkücü için en mutlu an inandığı ve uğrunda ölümü göze aldığı fikri mücadelesidir. Paşa Tambay da mücadelesi sırasında öldü. Trafik kazasında ya da yatağında uyurken değil. Ben gıpta ettim. Keşke bana da nasip olsa” diyen Necip Dinçer’i tereddütsüz onaylayan Ozan Arif ile uzun uzun bakıştık. Birkaç dakika önce yan yana oturduğumuz ağabeyimizin kaybına inanamayan biz, ona gıpta etmeye başlamıştık bile.
Paşa Beyim, özge ilde güneş artık sensiz doğacak.. Bir müddet sonra çoğumuz unutacağız seni. “Erciyes’te gerekirse ölürüz” sözünün çınladığı kulaklarımız senden sonraki kahırları da işitecek. Omuzlarımız senden sonra da dostlarımızın tabutlarını taşıyacak. Ellerimiz senden sonra da dua için açılacak. Lakin senin yerin dolmayacak.
Her ülkücü gibi duygusaldı Paşa. Ülkücülüğünün sorgulanmasına asla tahammül edemezdi. Nitekim Erciyes’i yasaklayan hastalıklı zihniyetin çapsız sataşmalarına isyan ederek “Bizim ülkücülüğümüzden, bizim Milliyeti Hareket Parti’liliğimizden şüpheye düşenler önce analarının nikahından şüpheye düşsün” diye parlayıvermişti. Ahde Vefa Derneği de onun bu cümlelerini fotoğrafıyla beraber cenazeye katılanların yakalarına taktı.
Dedim ya hepimiz gibi duygusaldı. Hatta hepimizden fazla duygusaldı. Erciyes’in yasaklanmasını içine sindirememiş, “Bir kişi bile olsak Tekir’e çıkıp bir taşın üzerine oturup kurultay yapacağız” diye kararlılık sergilemişti.
Kayseri’de Ülkü Ocakları Başkanlığı yaptığı dönemde yetiştirdiği gençlerin bugünkü duyarsızlığına nasıl da üzülürdü. Çoğu zaman kabahati kendinde arardı. “Eksik anlatmışız. Bu eksiklik bizim” diye hayıflanırdı.
Onun için gece gündüz kavramı yoktu. Gecenin ikisinde, üçünde arar “Senin de benim gibi uyumadığını biliyorum” sözleriyle başladığı girizgah endişelerinin destanına dönüşürdü. Herkes uyurken Türk düşmanlarının uyumadığına dikkat çeker, uykusuzluktan şikayet etmezdi.
Hunat Camii’nde uğurladığımız Paşa beyimizin cenazesine Erciyes’e gelemeyenler bile geldi. Dargını, kırgını bile helalleşti onunla ama Balgat’tan gelen emir üzerine onun namazında saf tutamayanları gözler zaten aramadı.
Paşa Tambay’ı kaybettik. Cezaevi arkadaşlarının “Bizim koğuş eksiliyor” sözleri içime akıttığım yaşları göz kapaklarımdan süzüverdi.