Parti devletinin sonu yoktur

Devletin ekonomideki payı düşük veya yüksek de olsa, piyasaya müdahale etmesi, verdiği imtiyazlar, uyguladığı iktisat ve mali politikalar yoluyla ekonominin tümünü etkiler.

İktisadi düşünce tarihi içinde, devlete bakış açısına paralel olarak, devletin ekonomi içindeki yeri ve müdahale sınırları da değişmiştir. Piyasa ekonomisi içinde doğrusu da budur. Devletin ekonomideki büyüklüğü ve devlet müdahalesine ihtiyaç iktisadi gelişmenin farklı aşamalarında farklı boyutlarda olur. Ayrıca ekonomik konjonktüre, sosyal sorunlara, siyasi eğilimlere bağlı olarak da devletin ekonomiye müdahalesi değişir.

Söz gelimi Türkiye''de 1933 yılına kadar iktisat ve mali politikaları piyasa ekonomisinin gelişmesi için kullanılmış, ancak 1929 buhranının getirdiği şartlar nedeni ile devletçilik dönemine geçilmiştir. Devletçilik döneminde devlet 5 yıllık sanayi planları yapmış ve 1933-1938 yılları arasındaki ilk sanayi planında hedeflenenin üstünde kamu yatırımları yapılmıştır.

1929 buhranı sonrasına piyasa dinamikleri ekonomik istikrar sağlamada yetersiz kaldığı için, devlet müdahalesi öngören Keynesgil uygulamalar öne çıktı. 1970 sonrası ise Keynesgil politikalar dinamizmini kaybetti. İstikrar yeniden bozuldu. Bu defa da bugünkü Neoliberal politikalar uygulanmaya başlandı.

Klasik iktisat, tek cümleyle devleti zorunlu kötülük olarak tarif etmiştir.

Marksist düzen devleti reddeder. Marksist yaklaşıma göre ''''Devlet, egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya'''' olmalıdır. Ama Sovyetler Birliği''nin 70 yıllık tarihinde devlet örgütlenmiş proletarya değil, Komünist Partisi''nin devleti, yani parti devleti oldu.

Fakat, Stalin''in totaliter hükümeti, devleti kullanarak etnik temizlik, sürgünler yaptı. Kıtlıklar karşısında kayıtsız kaldı. Milyonlarca insan katletti ve milyonlarca insanı sürgüne gönderdi.

Sonuçta Sovyetler dağıldı, devlet malları oligarklara geçti. Yani totaliter parti devleti gibi devlet mirası da kötü oldu.

Söylemek istediğim, hangi Sosyo-Ekonomik sistem olursa olsun eğer devlet bir partinin emrine verilirse, tersten keser ve toplumsal refahının düşmesine neden olur .

Türkiye Başkanlık sistemine geçtikten sonra ve Cumhurbaşkanının partili devlet başkanı olmasından sonra; Devletin kurumsal yapısı bozuldu. Otokrasi tırmandı. Devlet parti devleti oldu.

Otokrasinin ve partili cumhurbaşkanının devamı için devletin de parti devleti olmasından başka çözüm yoktur.

Mamafih, her seçimde AKP iktidarı devlet imkanlarını kullandı. Devlet bütçesi ile popülizm yaptı. Devlette denetim mekanizmaları ve şeffaflık kalktı.

Gerçekte ise kalkınmanın ilk şartı, kamu kaynaklarının etkin kullanılmasıdır. Popülizm ön planda ise, bu kaynaklar çar-çur edilmiş demektir.

Bugünlerde Kanal İstanbul tartışması da, parti devleti anlayışının ne anlama geldiğini ortaya koymaktadır.

Devlet, kamu-özel iş birliği yolu ile yapılan yatırımlar için, iki garanti veriyor. Birisi talep garantisi, diğeri de dış kredide devlet kefaleti. Yol-köprü-hastane ihalesini alan bu yatırımları alt taşeronlara veriyor. İş bitince de işletmeyi bir yabancı şirkete devrediyor. Uzun yıllar bütçeler bu yatırımlara ayrılacaktır.

Normal devlette, devlet yatırım yapar, bütçede yoksa borçlanıp yapar, topluma bu kadar maliyet getirmez. Türkiye''de yapıldığına ve bu da uluslararası tahkime bağlandığına göre, ortada ''ihaleyi alan ile ihaleye veren arasında ne var'', sorusu akla gelir. Aynı soruyu tahkim mahkemeleri de sormak zorundadır.

Parti devleti devam ettiği sürece, Türkiye''nin iki yakası bir araya gelmez. İstikrar yolunda hiçbir önlem dikiş tutmaz.

Yazarın Diğer Yazıları