Pamuk eller cebe

Kişilik haklarına saldırı suçundan 20 bin TL tazminat ödemeye mahkum edilen TRT’nin cezası vatandaştan değil, Tuncay Güney’li skandal yayına izin veren İbrahim Şahin’den tahsil edilsin


TRT, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a 20 bin TL tazminat ödemeye mahkum oldu.
Peki neden?
Ankara 13. Asliye Hukuk Mahkemesi, TRT 2’de yayınlanan ‘Büyüteç’ programında ‘CHP’nin tüzel kişiliğine ve Baykal’ın kişilik haklarına saldırıldığına’ karar verdiği için... TRT yönetimi, yaygın olarak “meczup” olarak tanımlanan, hem şüpheli, hem kaçak... İmam, haham, oyuncu, gazeteci, dolandırıcı, itirafçı, iftiracı, ajan... Ne idüğü belirsiz haldeki birine, canlı yayın riskini bildiği halde, dört buçuk saat boyunca ekranını ‘teslim’ ederek, kurumun söz konusu saldırının zemini, aracı, vesilesi, olmasına yol açtı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yayın organı olan TRT’nin görevi “kamu hizmeti yayıncılığı” yapmak. Bunun anlamı, TRT; Hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda yansız, siyaset üstü bir anlayışla, halkın farklı alanlardaki bilgilendirilme ihtiyacını karşılayarak, milli birlik ve bütünlüğü gözeterek, temel hak ve özgürlüklere saygılı hareket ediyor/etmelidir.
Tuncay Güney’in TRT ekranından sadece Baykal değil başka siyasiler, askerler, akademisyenler, gazeteciler hakkında da tehdit, hakaret ve ithamlar yağdırdığı yayını göz önünde bulundurunca;
Ortada artık bir mahkeme kararı da olduğuna göre ‘hukuk devleti ilkeleri’ ihlal edilmedi mi?
Aynı anda, farklı çevrelerce hem Ümraniye davasının dayanağı, hem işkence altında söyletildiği için yalan ifade, hem delil, hem tutarsızlık örneği sayılan, yani tanımı bile kendi başına bir çelişkiler sarmalına dönüşen laf silsileleri ile sağlanan bilgilendirmek mi, bilgi kirliliği yaratmak mı?
Kişilik haklarına saldırı, temel hak ve hürriyetlerin çiğnenmesi değil mi?
Kurumları birbirine düşüren, bir cadı avının işaret fişeği kabul edilen, kışkırtıcı ve karıştrıcı bir isim etrafında milli bütünlük mü sağlanmış oldu, kutuplaşma ve çatışma mı?
Tek kuruş ödemem
Temyiz kararından sonra TRT’nin tazminat ödemesi kesinleşirse, kendi adıma kuruş ödemem... TRT’den, azımsanmayacak bir maddi bedele de razı olarak, ne dediği belirsiz birini ağırlamasını ben istemedim.
Tuncay Güney’in ekrana çıkarılmasına, programın sunucusunun, yapımcı ve yönetmeninin olup bitene seyirci kalmasına referandum sonucu karar verilmediğine göre siz de istemediniz. Vatandaşın bu yayının içeriğine hiçbir katkısı, desteği ve onayı olmadığına göre, cezasını niye ödesin? Bu ceza TRT kurumunun kasasından ödenecekse, bedel ödeyen alın terini, emeğini, rızkını vergiler yoluyla devleti ile paylaşan vatandaş olmayacak mı?
Peki ya asıl sorumlular?
O programı yaparken sonuçlarını hesaplamayanlar? Yönetirken yayına müdahale etmeyenler? Sunarken, karşısındaki her sözü makbul biriymiş gibi, ‘evet efendim’lerle onay vermekten öteye gitmeyenler? Ve elbette TRT ekranında böyle bir skandala göz yuman, bütün o yayıncı, yapımcı, sunucuları istihdam eden İbrahim Şahin...
Kurumun her açılımından sonra, alkışın, takdirin, teşvikin olduğu her ortamda en ön sırada oturan o... Başında bulunduğu kuruma dönük övgünün protokolünde şahsen yer alan Şahin’den, yapılan hatalar ve işlenen suçlardan sonra ceza protokolüne de şahsen imza atmasını beklemek hakkımız değil mi?
Önce vatandaşın beklentileriyle ilgisi bulunmayan, kamunun ruh ve beden sağlığına zararlı bir yayın için... Sonra da o yayının neden olduğu hasarı tamir için... TRT yönetiminin elini iki kere vatandaşın cebine sokması haksızlık değil mi?
Artık bir koltukta, üç baş makam taşıdığı günlerin birikimlerinden mi olur, ‘düğünde toplanan takılar’dan eşinin bileziğinden, beşi biryerdesinden mi... Köyündeki tarlasını-tezeğini mi satar, umudunu Sayısal Gece’ye mi bağlar bilmem. Ama İbrahim Şahin, bu haksızlığı giderip, sorumlusu olduğu hatanın bedelini ödesin...
Devletin kurumunun güvenilirliğini ben zedelemedim... Hep zarar yazan transferleri yapan, tazminata mahkum olan da, Tuncay Güney, TRT’nin güvenli ekranından hakaret savururken, evde kahvemi yudumlayarak ‘habercilik başarımla’ övünen de ben
değildim...
O zaman niye kazandığım üç kuruşla cezayı ödeyen ben olayım ki?
Sahne sizin Sayın Şahin; pamuk eller cebe lütfen!


+++++


ASIL SKANDAL BU PROGRAMI YAYINLAMAK

Sağduyuda sahtecilik
Tehdit ve hakaretleri seyirciye saygısızlık olarak nitelendiren Rıdvan Akar ve M.Ali Birand, program bandını yayınlamakta sakınca görmediler

32. Gün bir ‘televizyon gazeteciliği başarısı(!)’na daha imza atarak, önceki geceki yayınında ‘olmazı oldurdu’ ve Vakit ile Cumhuriyet gazetesi yazarlarını karşı karşıya getirdi.
“Ergenekon Terör Örgütü’nün, kendi propagandasını yapmak için Türkan Saylan’ı öldürdüğünü” iddia eden Vakit’i Ankara Temsilcisi Serdar Arseven ile eski Haber Müdürü Muharrem Coşkun temsil etti. “Türkan Saylan’ın Vakit tarafından hedef gösterildiğini” iddia eden Cumhuriyet gazetesini ise yazarlar Mehmet Faraç ve Ümit Zileli...
Programdan hafızalarımıza kazınanlar şu sözler oldu: Rantçı... Soyguncu... Haysiyetsiz... Terörist... Dansöz... Kıvır bakalım... Paçavra... Kaçakçı... Aşağılık... Yunan işbirlikçisi... Özgürlük düşmanı...
İnternette yayınlanan görüntüleri bir kaç defa izledim yakalayamadım, arada birkaç “şerefsiz” de savrulmuş...
Bu sözleri kim kime söyledi en ufak fikrim yok. Ekranda birbirine bağıran, parmak sallayan, masaya abanan insanlar bütün küfür ve hakaret lugatlarını eş zamanlı, eş sesli, eş heybetli sergiledikleri için seçmek çok zordu...
Program bütün medya sitelerinde birinci haberdi dün... Katılımcılar esefle kınanıyordu... Bu kınama samimi olarak medya etiği ekseninde yapılıyorsa, asıl kınanması gereken 32. Gün’ün yapımcıları değil mi?
O an, o ortamı paylaşmamış olmak Mehmet Ali Birand’ı aklar mı?
Veya... “Böyle olmaz... Şu anda milyonlar Türkiye’nin dört yazarını izliyor... Fikir tartışması bu değil... Büyük bir saygısızlık yapıyorsunuz...” feveranları... Ayağa kalkıp, hakem maçı bitiriyor edasıyla iki elini yanlara doğru açmalar... “Ara veriyoruz” diye sözde inisiyatif kullanmalar Rıdvan Akar’ı sağduyu kahramı yapar mı?
Banttan yayınlanan bir programda asla...
Madem milyonlarca izleyiciye saygısızlıktı, bunu niye bile bile yayına verdiniz?
Reyting için mi? Daha çok izlenmek, daha çok konuşulmak için mi? Kontrolünü kaybetmiş olan meslektaşlarınızı toplumun gözünde küçük düşürmek için mi? Çatışmanın, uzlaşmaz iki kutbun tabanlarına da sıçramasına zemin hazırlamak için mi? Neden?
Evet Sayın Akar, madem böyle bir program olmazdı, olmasaydı o zaman... Bu sizin elinizdeydi.
Evet Sayın Birand; 32. Gün’ün misyonundan ödün vermediğiniz için, şimdi bizim sizi tebrik mi etmemiz gerekiyor?

+++++


Ölçü tirajsa Talu da açıklasın!
Günlük yazılarında “etik” kavramını kullanma rekoru kıran Umur Talu dünkü yazısını “şımarık gazetecilik türünün en büyük organizatörü” dediği Ertuğrul Özkök’e ithaf etmiş. Şöyle diyor: “...onca ilan geliri, bütçe ve grup imkânlarıyla, onca TV desteği ve dağıtım gücüyle, milyonlarca yeni okur potansiyeliyle; hafta sonu şamatası dışında 400 bin tiraja çakmayı ‘başarı’ kabul ediyorsa... 30 yıl kadar önce, 44 milyon nüfuslu Türkiye’de, 12 Eylül sonrasında bile her gün 900 bini aşmış Haldun Simavi Günaydın’ı ile yanılmıyorsam 600 binleri bulan Erol Simavi Hürriyet’inin ardından, 2009’da, 70 milyon nüfusta, 400 bin kadar gazete satabilmeyi başarı sayıyorsa... Hakikaten gazetesini sabun köpüğü kültürü içinde bir ‘sitcom’ haline getirmekte başarılı!”
Hürriyet’in yönetim ve habercilik anlayışını daha dün eleştirmiş biri olarak, niyetimin Özkök’ün avukatlığı olmadığını söylememe gerek var mı bilmiyorum. Hadi bu da kayda geçmiş olsun.
Merakım şu, Talu madem kendisini, meslektaşlarının ahmaklığına veya gazetecilik başarısına dair hüküm verecek bir otorite sayıyor... O zaman Hürriyet’in tirajını Simavi’ler dönemi yerine, nispeten koşulları bugüne daha benzer, gazetecilik anlayışı bugüne daha yakın olan Talu’nun Milliyet’i dönemiyle kıyaslasa ya! Sahi, onca reklam desteği, kemikleşmiş garanti okur potansiyeli, ansiklopedi setleri, çocukken kızılderili köyleri, kovboy kasabaları inşa ettiğimiz kartonet oyun araçları promosyonuyla Umur Talu yönetimindeki Milliyet’in katıksız tirajı kaçtı

+++++


Ha gayret, Karakaçan Bey uyandı uyanacak...

Malumu ilan etti
Ülküm de alçalmak, geri gitmektir... İlkem küçüklerimi dövmek, büyüklerime terbiyesizlik etmektir...
* Engin Ardıç Sabah

+++++

Bir hafta önce Akşam grubunu ve patronunu tehdit eden Fehmi Koru neden birinci sayfadan verilen anonsla ağırlandı?

Bu da oldu: Tehdide ödül
Bu Türkiye medya tarihinde bir ilktir. Ama nedeni vardır... Röportaja neden olan açılım bahanedir aslında.. Amaç Fehmi Koru’yu ağırlamaktır...
Kim adını, gazetesini böylesine ucuzlatabilir ki?
Bunun adı biat kültürüdür. Biad etmek Cumhuriyet gazetecisine yakışır mı?
1908 Devrimi’yle gazeteciler bu köhne anlayışı toprağa gömmedi mi?
Diyelim ki... Tarihi birikimden, bilgiden, deneyimden vazgeçtik. Bir medya yöneticisi, neden böylesine basit, “aman bana dokunma, ben de seni öveyim!” mesajı vermeye çalışır?
Sorsalar ya; yoksul gecekondu sahibini kandırıp ucuza kapattığı fakirhaneyi yıkıp nasıl yalı kondurduğunu? Sorsalar ya; niye TV’ler seyredilmeyen programlar için milyarları önüne serdiğini? Hangi iktidar sonsuz olmuştur?
Babıali’nin arka bahçesinde biat edip korkan Genel Yayın Yönetmeni mezarlığı vardır. Bugün onların adını hiç kimse bilmez, tarih onları yazmaz... Unutulup gitmişlerdir... Bugün uçağa davet edilmek, iktidar tarafından ağırlanmak ve iktidara yakın durmak olumlu sonuçlar doğurabilir ama bütün bunlar dönemseldir, geçicidir... Ve bir yayın yönetmeni yaptıklarıyla, duruşuyla, haberciliğiyle tarihe geçer.
İktidarının eteklerine yapışma gayretini göstererek değil...Yani dememiz o ki...
İsmail Küçükkaya böyle bir gazeteci-genel yayın yönetmeni olmadığını hepimize göstermelidir. Kendine yakışanı yapacağından hiç kuşkumuz yoktur... Biz onu halihazırda istifa etmiş sayıyoruz...
* odatv.com

+++++

PUSU KÜLTÜRÜ
Şeytani zeka ürünü

“Muhafazakar medyanın şeytani zekası” Fehmi Koru, Türk matbuat tarihine altın harflerle geçecek yeni bir mücadele yönteminin fitilini ateşlemiş oldu... Artık elimizde “Gazetenin sahibine vur / Gazetenin manşetine kurul” şeklinde özetleyebileceğimiz hayli sonuç alıcı bir mücadele yöntemi var... Sağol Fehmi Abi... Sen bize pusu kültürünün en görkemli örneklerinden birini sundun.
* Ahmet Hakan / Hürriyet

+++++

MİNİ YORUM
Açılımların kesişmesi tesadüf mü?

Bugün miniyorum Güney Afrika’dan Bilge Kacar’dan... Soruyor:
“Birincisi ECO Zirvesi’ne katılmak için Tahran’a giderken ” Kürt sorunu ile ilgili önümüzdeki günlerde çok iyi şeyler olacak “ dedi! İkincisi ” Ağustos sonlarında demokratik çözüm ve barış için yol haritası açıklayacağım “ dedi... İki Abdullah’ın da aynı anda açılım düşünmeye başlaması tesadüf mü?”

Yazarın Diğer Yazıları