Özgürlük ile mutluluk çelişkisi üzerine
Post modern gelişmeler ‘olan’ın, ‘olması’lazım geldiği yönünde büyük bir algı oluşturmuştur. Olan ‘iyi’dir, iyi olan da ‘olan’dır türünden değerlendirmeler insan algısını şekillendirir. Böylece ‘olmak’ ile ‘sahip olmak’arasındaki sınır da kırılmış olur. Böylece “katı olanlar buharlaşır”, “kesin inançlar” da anlamsızlaşır. Bu yüzden gevşeklik, esneklik ve cıvıklık zamanın hakim ideolojisi haline gelir. Bu durum, bireysel bilinç, toplumsal norm ve ahlaki yargılarda ciddi kaymalar meydana getirir.
Sınırlar ortadan kalkınca her şey mümkün hale gelir ve her şeye de izin çıkar. Hindistan’dan ithal orijinal kafatasını, dekoratif malzeme için 750 dolara satın alanlar, ya da köpeğinden ayrılmamak için hayatından ayrılmayı göze alanlar böyle bir sürecin ürünüdür.
Benzer çelişkilerin kökenlerini ilk insana kadar götürmek mümkündür. Kutsal kitaplarda ifade edilen “ya cennet, ya haram meyve” çelişkisi karşısında ilk insanın atası “haram meyve” yönünde tercihini ortaya koymuştu. İnsanoğlunun cennet yerine dünyayı tercih etmesi bir anlamda mutluluk yerine özgürlüğü seçmesi anlamına gelmektir. İnsanoğlu dünyada kendi kurduğu sistemlerin, rejimlerin, kurumların ve örgütlerin karşısında sürekli olarak benzer bir tercihi gözden geçirmek zorunda kalmıştır. Tanrı karşısında özgürlüğünden taviz vermeyen Adem oğlu, kendi elinden çıkma sistemler ve rejimler karşısında aynı direnci gösterememiştir.
Bir kısım düşünürler; “insanların seçme hakkının ellerinden alınarak onların mutlu edilmesi” gerektiğini ileri sürmektedirler. Onlar, insanoğlunun her an seçim yapmak zorunda kalmasının, vicdanıyla karşı karşıya gelmesinin onu mutsuz ettiğini iddia etmektedir. Onun için de insanların mutlu bir dünya kurabilmeleri için her şeyden önce karın doyurmayan “özgürlük” adlı beladan (!) kendilerini kurtarmaları gerektiğini söylemektedirler.
İnsanların büyük bir kısmı, kendisine sadece seçim yapma gücü vermekle kalmayan, aynı zamanda onu bu seçimleri yapmaya zorlayan durumlara büyük tepki gösterir.
Özgürlük; sorumluluk, belirsiz gelecek ve zihinsel meşguliyet demektir. İnsanoğlu kendi adına karar vermek zorunda kaldığı durumlardan kaçınmaya çalışır. İnsan, karşı karşıya kaldığı bu karar verme durumundan kurtulmaya çalışırken, bir anlamda kendi kendisinden de kurtulmaya çalışır.
İnsan bir yandan köleliğe ayak uydurur, diğer yandan da buna karşı, düşünce ve ahlakla ilgili niteliklerini zayıflatarak tepki gösterir. İnsanlar karşılıklı bir güvensizlik ve düşmanlıkla belirlenmiş bir kültüre uyabilir, ama böyle bir uyma onun zayıflaması ve verimliliğini yitirmesi ile sonuçlanır.
Fromm şöyle der; çağdaş insan bugün hâlâ tedirginlik içindedir. Kendi özgürlüğünü her türden buyurganların eline bırakmaya ya da kendini makinenin küçük bir dişlisine dönüştürerek özgürlüğünü yitirmeye, iyi beslenen ve iyi giyinen, buna karşın özgür bir insan değil de bir robot olmaya doğru adeta zorlanmaktadır. Onun için bilge “Eğer bakla ve sirke ile geçinecek kadar gücünüz varsa, kimseye boyun eğmezsiniz” der.
Gönül mutluluğun; özgürlük ise aklın sorunu olduğuna göre, niçin ikisi sentez olarak değil de analiz olarak karşımıza çıkmaktadır? Bu sorunun cevabı Fromm’un aşağıdaki veciz ifadelerinde saklıdır. “İnsan beyni yirminci yüzyılı yaşıyor; birçok insanın kalbi ise hâlâ Taş Devri’nde yaşamaktadır. İnsanların büyük çoğunluğu henüz bağımsız, akli, nesnel olma olgunluğuna ulaşmış değildir. Bu insanlar, insanın tek başına olduğu, insanın kendinden başka yaşama anlam veren hiçbir otoritenin bulunmadığı gerçeğine dayanabilmek için, mitlere ve putlara ihtiyaç duyarlar.” Bu gerçeği daha da gerçek kılan; hem mutluluğu hem de özgürlüğü insanlardan esirgeyen ideoloji ve sistemlerin sayılamayacak kadar çok taraftar bulmasıdır.