Özbek'in mektupları
Mehmet Sevigen’in istifasını, darısı diğerlerinin başına dileklerimizle, demokrasinin gereğini yerine getirmiştir yorumuyla noktalayıp, darbe günlerini bile geride bırakan baskılara gelelim. 12 Eylül darbesini sıcağı sıcağına yaşadık. Öncekileri de canlı tanıklarından dinleyip, arşivlerde bol miktarda toz yutarak ezberledik. Hasbelkader yazdıklarım ciltler dolusu kitaplar olur, ancak yaşadıklarım öğrendiklerimin arasında günümüzdeki baskıların benzerine rastlamadım. Cunta rejimlerinde bile vergi ödülü verilen mükelleflere vergi cezası kesilmemiştir. Hukukun askıya alındığı “Tahkik Komisyonları” nın böyle icraatlarına rastlanmamıştır. Bu satırların yazarının Doğan Grubu’nu savunmak gibi bir amacının olmayacağını cümle alem bilir. Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytan olmayacağımızı hatırlayanlar, Aydın Doğan ve Mehmet Emin Karamehmet’in şahsında basını susturma ve sindirme operasyonu karşısında sessiz kalmayacağımızı da bilir.
Türkiye’de bankacılığın yüzde 50’den fazlasını, madenciliğin neredeyse hepsini, stratejik öneme haiz olan haberleşmeyi, ulaşımı yabancılara peşkeş çekenlerin, yerli sermayeyi yandaşlarıyla beraber yok etme girişimi karşısında, susacağımızı, sineceğimizi zannedenler anlıyor. Üç otuz kuruş için boyun eğenlere inat, bu ülkede fikir namusu olanların varlığını sürekli hatırlatacağız. Dün komünizme, Rus emperyalizmine karşı verdiğimiz mücadelenin, bugün AB faşizmine, vahşi kapitalizme ve Amerikan sömürüsüne, her türlü dayatmaya, başkaldıracağımız göz ardı edilmesin.
Bugün Doğan Grubu’nun kapısına dayananların, yarın diğerlerinin bacasından girmeyeceğini kim garanti edebilir? Dün ömrünü terörle mücadeleye adamış, yarım asrını devlet hizmetiyle geçirmiş, saygın isimlere vurulan kelepçenin, yarın sessizlik sarmalına bürünmüş siyasilerle, bürokratlara takılmayacağının teminatı var mıdır? Bugüne kadar telefon dinlemelerine, “Konuşmayın” talimatıyla es geçenlerin, yarın telefonları kesilirse, haberleşme hürriyetleri elinden alınıp, mektupları dahi ulaştırılmazsa ne olacak?
“Tutuklu-hükümlü mektubu görülmüştür” kâşesiyle imzalanmış çok sayıda mektubum var. Mütevazı arşivimde hâlâ sakladığım görülmüş mektuplar yüreğimi sızlatmıştır. Kişiye özel mektupların başka gözlerce okunmasına, el yazılarına dokunulmasına, içindeki kokunun hissedilmesine isyan etsem de, mektubun ulaşması serinletmiştir içimi.
Mektup... Mektuplar tutukluya ulaştırılmıyor artık. Guantanamo Üssü’nde bile verilen mektuplar, Silivri Cezaevi’nde ikamet edenlere verilmiyor. Sayısı fazla diye okuyup kontrol etmek zahmetinde bulunmayanlar iade ediyor mektupları.
Tam bir ay oldu... Türk Metal Sendikası Başkanı Mustafa Özbek ne ile suçlandığını bilmeden hapsedildi. Yüzden fazla kuruluşun sözcüsü, Özbek’in sevenleri, Kırıkkaleli hemşerileri ona moral vermek, tutuksuz yargılanmasını talep etmek için binlerce mektup yazdılar. Yeniçağ Yayın Grubu’nun Onursal Başkanı olduğu için mektup emanetlerini Ankara büromuza vermişlerdi. Emanete ihanet olmaz. Emaneti sahibine ulaştırmak için binlerce mektubu özenle iki büyük paket içine yerleştirip Silivri Cezaevi’ne postaladık. Ama geçtiğimiz gün Ankara büromuza iade edildi. Üstelik gerekçe gösterilmeden. Avrasya Televizyonu’nda anlatmaya gayret ettim ve henüz hukuki bir açıklama alamadım. Özbek’i tutuklama görevini yerine getirenler, onun mektuplarının niçin ulaştırılmadığına dair suskunluklarını sürdürüyorlar.
Bu sütunlardan Yeniçağ okurları ve ART seyircilerine Mustafa Özbek Bey’e mektup yazma çağrısını tekrarlıyor, Özbek’in şahsında Silivri’de ikamete zorlanan yürekleri selamlıyorum.