Öyle yedik, öyle yedik ki araçların sayısını unuttuk!

"Dış güçler düğmeye bastı!

Dolara karşı direneceğiz!

Emperyalizm kaybedecek!

Millî hükümet yıkılmayacak!"

İktidar ve sözcüsü yayın organlarından gelen ekonomi açıklamalarında sıklıkla duyduğumuz başlıklar...

Bu ve benzeri açıklamalar geldikçe hayat pahalılığı artıyor, ekonomiye olan güven sarsılıyor.

İşin en tehlikeli boyutu olan hammadde ihtiyaçları artık karşılanamıyor. Birçok üretici, satıcıya ürün aktaramıyor. İşin içinden çıkamayan yüzlerce fabrika, sigortadan para alabilmek için kendi kendini kundaklıyor. Sigorta firmaları büyük bir maddi yük altında... Bazıları ise tükenme noktasında.

İlaç sektöründeki durum korkutucu boyutlara ulaşmış durumda. İthal ilaçların sevkiyatı sağlanamıyor, doktorlara "ithal ve pahalı ilaç çok hayati olmadıkça yazılmasın" talimatı veriliyor. Yıllardır peynir-ekmek gibi satılan çok bilindik ilaçlar bile bulunamıyor.

Fırıncılar sık sık haberlere konu oluyor. Un stokunun bitmek üzere olduğunu ve yakında üretimde kısıtlamalara gitmek zorunda kalacaklarını açıklıyorlar. Eskiden bu açıklamaları hükümetten izinsiz yapabilmek mümkün değildi. Ama artık insanlar mecburiyetten konuşmaya başladı. Çünkü biraz daha susarlarsa "haşlanan kurbağa" gibi sessizce yok olacaklar.

Bu gelişmelerden sonra dün çok kritik bir karar alındı. Un ihracatı yapan firmalara kısıtlamalar getirildi. Böylece iç piyasada tükenme noktasına gelen un ikame edilmeye çalışılacak. Ancak burada da ihracat yapan firmaları korkutan bir durum söz konusu... Anlaşma yaptıkları, imza attıkları, söz verdikleri yabancı firmalara ürün gönderemeyecekler. İç piyasaya verecekleri ürünleri istedikleri fiyattan satamayacaklar.

Un stoklarının bitmesi durumu aslında dünden bugüne gelişen bir süreç değildi. Devleti yönetenler işin nereye, hangi boyuta gideceğini kestiremediler.

Takip etmediler, dinlemediler...

Saray inşaatlarına, süslemelerine, davetlere harcadıkları mesaiyi; ekonomiyi düzeltmek, tasarruf politikalarını belirlemek için harcamadılar.

Böyle olmayınca başı-sonu belli olmayan, devletin herhangi bir dairesinden, en ufak bir belde belediyesine başkan olana kadar, her makam sahibinin trilyonluk araçlara bindiği yeni bir dönem doğdu.

Kontrolün ne kadar yetersiz olduğunu dün bir kez daha anladık.

Hazine ve Maliye Bakanı, tüm kamu kurumlarından, bakanlıklardan, bağlı ilgili kuruluşlardan, KİT'ler ve belediyelerden acil olarak sahip oldukları ve kiraladıkları araç envanterlerini istedi.

Nasıl yani?

Devletin en üst ekonomi kurumlarında bu listeler zaten kayıt altında değil miydi?

Bunca yıldır kimin hangi aracı aldığı, hangisini resmi hangisini gayriresmi olarak kullandığı bilinmiyor mu?

Ne yazık ki bilinmiyordu. Çünkü ne bir liste ne de bir denetim vardı ortada.

Ödeneği alan, altına en lüks aracı çekip, kimselere de hesap vermeden harcadıkça harcadı.

Devlet, 2010 yılında araç alımları için 265 milyon TL harcarken, 2016 yılında tam 2.3 milyar TL harcıyor. Bu rakamlar sadece resmiyete dökülenler... Geri kalan yılları ve farklı harcamaları siz düşünün!

Türkiye'ye en büyük operasyonu ne yazık ki kendi insanı yapıyor!

Geçtiğimiz günlerde bir valinin kullandığı aracı nasıl lüks bir şekilde donattığını ve bununla da yetinmeyip içinde poz verdiğini gördük.

Valilik'ten açıklama geldi. Özetle deniyor ki "O araç 2014 model, eğer başka yere yaptırsaydık 120 bin liraya yapılacaktı, biz 60 bin liraya yaptırdık. Ayrıca bizim bir de makam aracımız var o 2008 model. Onunla da bir kere yolda kalmıştık..."

Vah, vah, vah...

Devletin valisi nasıl 2014 ve 2008 model araçlara biner? Nasıl yolda kalır... Kendisine tez vakitte Diyanet İşleri Başkanı'na "çerez parası" denilerek verilen milyonluk Mercedes'ten alınmalı.

***

Sadece iş bilmeyen yöneticiler, lüksü düşünen ve geldiği konumu hayatının en önemli mertebesi sayanlar bizi bu hale getirmedi. Yönetim anlayışımız da ekonominin enkaza dönüşmesinde büyük etken.

Somut örneklerle gidelim.

Birçok ilde, yeni yaşam alanları oluşturulurken "kent planlaması" yapılmıyor. Trafik denetimleri yetersiz. Ara sokak ve caddelerde doğru düzgün bir planlama yok. Haliyle ne oluyor? 20 milyona yakın insanın yaşadığı İstanbul'da 5 kilometrelik yolu bazen 40 dakikada alıyorsunuz. Sebebi öylesine park edilmiş araçlar, yetersiz yollar, trafiği kilitleyen dolmuş ve otobüsler. Peki bu gecikmede harcadığınız yakıt miktarınız ne oluyor? Tam ikiyle çarpılıyor. Bir günde yüz binlerce araç bu plansızlık ve trafik kaosundan dolayı epey fazla benzin tüketiyor. Sonrasında petrol ithalatımız rekor üstüne rekor kırıyor.

Bir diğer konu da inşaatlarda. Denetim yok, belirli prosedür yok. Cebine parasını koyan inşaat yapıyor. Binaların altında ne bir otopark ne doğru düzgün bir asansör ne de nitelikli bir ısı yalıtımı var. Sonra ne oluyor? Sokaklarda dakikalarca araç yeri aranıyor, trafik oluşuyor. Evler doğru düzgün ısınmadığı için fazladan yakıt tüketimi yapılıyor.

Hem elektrikte hem de doğal gazda ithalat rekorları kırıyoruz. Cari açığımızın en büyük sebeplerinden biri de enerji...

***

İşte bu tabloda kimse kimseyi kandırmasın!

Bu kara tablo göz göre göre gelmiştir.

Saraylarda yapılan ikramları da görünce olan yine vatandaşa olmuştur!

Yazarın Diğer Yazıları