Osmanlı’yı da Erdoğan’ın bu tavrı batırdı!
“Ben ülkemi pazarlıyorum” diyen Başbakan Erdoğan, “İyi yapmıyorsun, başımıza iş açıyorsun” diyenlere, “Sermayenin dini imanı olur mu?” diye köpürüyor, yabancıların aldıkları toprak ve şirketleri memleketlerine götürmediklerini, oralarda yine Türk insanının çalıştığını söyleyip bu ciddi meseleyi mugalata ile örtme yolunu tercih ediyordu.
Neredeyse bir küçük ülke büyüklüğündeki Türkiye-Suriye sınırını mayınların temizlemesi karşılığında İsrail’e devredeceklerdi, milli unsurlar direnç göstermeyip Erdoğan amacına ulaşsaydı ne olurdu Türkiye’nin hali!
Tabii Erdoğan, “Sınır bizim, toprak bizim” demeyi sürdürecekti. Tıpkı yabancılara devrettiğimiz her şey için “Bizim” demeyi sürdürmesi gibi. İnsan şaşırıyor, nasıl olur da artık senin olmayan bir şey senin olabilir?
Bu, evindeki buzdolabını satan birinin, ‘Olsun dolap hâlâ mutfakta, benim suyumu soğutuyor’ demesi kadar saçmadır. Evet, o senin suyunu soğutuyor amma artık sen, dün kendinin olan o dolabın sahibine içtiğin suyu soğuttuğu için ücret ödüyorsun. O da senden aldığı soğutma ücretini kendi ülkesine transfer ediyor. Böylece yalnızca buzdolabı yabancının olmakla kalmıyor, memursan devletinden aldığın maaşın, tüccar isen evine rızk diye getirdiğin kârının bir kısmı buzdolabını satın almış olan yabancının ülkesine doğru yola çıkıyor.
Bir “Yabancı şirketin” ne anlama geldiğini net bir şekilde anlatabilmek için Yunanlılar tarafından işgal edildiği günlerde İzmir’deki Amerikan Konsolosu George Horton’un 19 Temmuz 1919 günü ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği o gün için ‘gizli’ bugün için artık bilinen ‘rapordan’ bir bölümü hatırlatmakta fayda var: “Kısa süre önce buradaki iş çevrelerinin en aklı başında ve önde gelen kişilerinden Mac Anderus and Forbes firmasından Mr. Forbes ile Whittal firmasından Mr. Herbert Whittal ile görüştüm. Her ikisi de Yunan yanlısı olmadıkları halde, Yunanlıların İzmir’den çıkarılmasının bir felâket olacağını, Türklerin bir daha yeniden efendi durumuna geçmesine ya da başarı kazanmasına karşı olduklarını belirttiler. Mr.Forbes kısa bir süre sonra Paris’e uğrayacak. Ona Paris’teki Amerikan elçiliğine yazılmış bir mektup vereceğim, umarım görüşlerini anlatmak olanağını bulur.”
Özelleştirme olmaz mı, elbette olur. Ama Fransa nasıl yapıyorsa, İsrail nasıl yapıyorsa, İngiliz nasıl yapıyorsa işte öyle olur; AKP’nin yaptığı gibi değil. Bugün Türk şirketlerini satın alan Yunanlılar, İngilizler, İtalyanlar, İsrailliler Türkiye 1919’dakine benzer bir durumla karılaştığında farklı mı davranacaklardır?
Elbette hayır. Ama “Ben ülkemi pazarlıyorum” diye övünen Erdoğan başta olmak üzere cümle bu zihniyettekiler bilsinler ki yabancılar satın aldıkları Türk müesseselerinde Türk’e ait olan her şeyi dışlamaya şimdiden başlamıştır. Daha önce de aktardık. Türkiye’nin önemli hazır giyim firmalarından Sabri Özel Mağazaları Yönetim Kurulu Başkanı Sabri Özel üç yıl önce bakınız nasıl feryat etmişti:
“Mağazalaşma sürecinde çok önemli bir engelle karşılaşıyoruz. Türkiye’de yeni açılan alışveriş mağazaları yerli markalar yerine yabancı markaları tercih ediyorlar. Bizim başvurularımızı aylarca bekletiyorlar. Ardından bakıyoruz bizden çok sonra başvuru yapmış olan bir yabancı firmaya bizim gibi yerli firmaların talip olduğu yerler veriliyor. Üstelik bize verdikleri fiyatlardan daha aşağıdaki rakamlara yabancılara verildiğini sonradan öğreniyoruz.”
İşte mesele budur. İşgal günlerinde İzmir’deki Mac Anderus and Forbes firması sahibi Mr. Forbes ile Whittal firmasından Mr. Herbert Whittal, Amerikan Konsolosu George Horton’a koşup, ne istiyorlardı: “Avrupalılara ve Amerikalılara iletiniz. Yunanlılar İzmir’den çıkmasın. Türkler tekrar efendi olmasın!”
Sabri Özel’e yapılan muamele, “Türkiye’de Türkler efendi olmasın!” demek değildir de nedir? Osmanlı’yı batıran sebeplerden biri de işte bu akıldır ve işte bu akla dur demek için de referandumda “Hayır” demek gerekir.