Osmanlıdan dersler!..

15 Şubat 1857’de çıkarılan “Basmahane Nizamnamesi”nden;
1- Madde; Kitap ve gazete çıkarabilmek için önceden bağlı bulunduğu Valiliğe başvurulacak. Valilik de basılacak kitabı Maarif Meclisine ve Zaptiyeye bildirecektir. Bu komisyonlar kitabı inceleyecek. Sakıncalı görülmeyen kitaplar bu kez Saray’a gönderilecek. Saray izin verirse kitap basılacak. Aksi halde kitabın basımı yasaklıdır, cezalıdır.
15. Madde; Hükümdar ve hükümet ailesini tahkir ve hükümranlık haklarına taaruz sayılabilecek yazılar yayınlanırsa, 6 aydan, 3 yıla kadar hapis veya 25-100 altın para cezası verilir.
16. Madde; Bakanlara dokunacak sözler yazılırsa, bir aydan bir yıla kadar hapis cezası, veya 5-50 altın para cezası verilir.
20. Madde; Devlet memurları aleyhinde yazı yazmak, on günden on aya kadar hapis cezası veya 1-60 altın para cezasıyla cezalandırılır.

***

Sadrazam Ali Paşa’nın 5 Mart 1867’de çıkardığı “Ali Kararname” den;
 “İstanbul’da yayınlanan gazetelerin bir süreden beri kullandıkları dil ve tuttukları yol ülkenin genel yararına aykırı aşırılıklar içerdiği, devlete bile dil uzatanlar, fesat aleti olarak bir takım zararlı fikirleri ve yalan haberleri yazanların, hükümetçe tasvip edilmediği ve bu nedenle asayişin ve ülkenin muhtaç olduğu düzenin korunması, bu kurallara aykırı davranan gazetelerin bütün devlete ve millete olan zararlarının önlenmesi için önlem alınmıştır.”  

***

 Abdülhamit’in Başkatibi Tahsin’in imzasıyla yayınlanan gizli bir yönetmelikten:
Madde 4: Bir makalede beyaz yerler ve noktalarla geçilen boş yerler bırakılması, bir takım uygunsuz varsayımlara ve zihniyetleri karıştırmaya neden olacağı için, bunlara kesinlikle izin verilmemesini..
Madde 5: Şahsiyete kesinlikle meydan verilmeyip bir Vali ya da Mutasarrıfın hırsızlık, yiyicilik, adam öldürme ya da çirkin bir iş işlemiş olduğu söylenecek olursa, bunun doğruluğunun ispatı olmadığı bildirilecek ve yayımlanmasına asla müsaade edilmeyecektir.
Madde 6: Vilayetler hakkında bir kişinin ya da bir topluluğun, hükümetin yolsuzluğundan şikayetlerinin ve yüce Padişaha duyurulmasını bildiren kağıt ve dilekçelerin yayınlanmasının kesinlikle yasaklanmasını ve cezalandırılmasını...

***

Yeni Osmanlıcı Recep Sultan da aynı yolda. Hastalıklardan, kokuşmuşluktan ve çöküntüden dolayı benzer çözümler de  aynısıyla devre uygun.
Hani bir zamanlar AKP’lilerin odalarına asıp sonra da ortadan yok ettikleri Şeyh Edebali’nin Osman beye nasihatı neydi? 
 “- Ey Oğul!
Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül alma sana... Suçlamak bize; katlanmak sana... Acizlik yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... 
- Ey Oğul!
Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana.. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...
- Ey Oğul!
Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı.. Allah (c.c.) yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hakk yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’d edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.
Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir.
Milletin kendi irfanı içinde yasasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır. En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir.
Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştürdüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar, yaşatamadılar.
İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkamaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar, laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir. Akacak kan boş yere akmamalı. Ona yol ve yön lazım.. Zîra kan, toprak sulamak için akmaz. Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur.
Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli.
Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat, bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az. Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekin zamanını bilen çitfçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da... Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi da’vanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez.
Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman, geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.” 
Nasihattan anlamayıp , uslanmayanlar için de  ne demiş atalar?..

Yazarın Diğer Yazıları