Ortak değerleri ya da yargıyı yenmek!
Kültür, kavramlar üzerinden, devlet de kurumlar üzerinden yükselir. Kültürün gücü kavramların zenginliğiyle, devletin sağlamlığı ise kurumlarının köklü olmasıyla yakından ilişkilidir. Kültürlerin yıkımlarına kavram ve kurumlarından başlanmasının nedeni budur. Zira kavramsız kültür, kurumsuz devlet olmaz.
Siyasallaşan değerler!
Türkiye’de son zamanlarda kurumlara, kavramlara ve değerlere yönelik saldırıların had safhaya ulaşması nedensiz değildir. Hırpalanan, aşağılanan ve örselenmeye çalışılan değerlerin nitelikleri yapılmak istenilenin ne olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Toplumun etnik, mezhep, bölgesel farklılıklarını öne çıkararak milli, bütünsel ve ortak yanlarını yerden yere vuranların neye hizmet ettiği bellidir.
Milletin ve ülkenin bölünmezliği, önce kötü niyetlilerin sonra da ilkesiz ve sorumsuzların yarattığı acımasız bir tehdit ile karşı karşıya gelmiştir. Güvenliği sağlayan, adaleti dağıtan, terbiye eden, manevi değerleri temsil eden bütün kurumlar hedef tahtasına konmuştur. Medya, siyaset ve liberal/İslamcı aydınlar; aile, din, devlet, eğitim ve hukuk gibi toplumu toplum yapan kurumları hallaç pamuğu gibi atmaktadır.
Eskiden kutsallara dokunulmaz ve hiç olmazsa “kışlaya, okula, mabede siyaset sokulmaz”dı. Günümüzde açıktan açığa siyaset-din; yargı-siyaset; din-siyaset; eğitim-siyaset birbirinin içine sokulmuştur. 2010 Türkiye’sinde siyasallaşmayan hiçbir değer kalmamıştır. İktidar mensupları, siyasi rant için kin, nefret ve bölücülük saçmak dahil her şeyi meşru görür hale gelmişlerdir.
Yargıya saldırmak!
Diğerleri bir yana yalnızca yargıyla ilgili yapılan tartışmalar her şeyi özetler: Türkiye’de bugün yargıya intikal etmiş davalardan siyasi arenaya çekilmeyeni kalmamış gibidir. Davalar mahkemelerden daha çok medyada ve siyaset kürsülerinde görülür olmuştur. Adalet dağıtacak hâkimle, ifade verecek sanıkla, savunma yapacak avukatla ilgili olarak televizyon ve gazetelerde yapılan yayınlar, hukuk devletinin bulunduğu bir ülkede olacak türden değildir.
Yargı kuşatma altında!
Anayasa Mahkemesi’nin görülmekte olan bir davayla ilgili olarak “ne yapacağı”, “ne yapması gerektiği”, “nasıl bir karar vereceği” ve “davayı esastan mı, usulden mi ele alacağı”nı siyasiler söylüyor. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararın meşru ya da gayri meşru olup olmamasına iktidar ve yandaş raportörler karar veriyor. Dinlenmekten, izlenmekten ne Anayasa Mahkemesi üyeleri ne de Yargıtay santrali kurtulabiliyor. Yargıçlarla ilgili yapılan aşağılayıcı yayınların, tehditlerin, özel hayatın deşifre edilmesi gibi tavırların haddi ve hesabı yoktur. Bütün bunlar yargının kuşatma altında olduğunu gösterir, delillerdir.
Bu ülkede bir zamanlar “şeriatın (hakimin-kadının) kestiği parmak acımaz” diyen bir anlayış vardı. Kâğıt üzerinde bile olsa idarenin tasarruflarının hukuka tabi olduğu bir devlet anlayışı vardı. Milli ve manevi değerlere saygı vardı. Artık bugün yargıyı yargılamayı siyaset bellemiş siyasetçiler var. Ülkenin birikimleriyle birlikte, milleti bir arada tutan değerleri de hovardaca harcıyorlar. Ülkeye kötülük ediyorlar. Açıkçası rüzgar ekiyorlar...!