Ortadoğu’nun baş belası: Petrol
Bölgemizde yaşanmakta olan kanlı gelişmeler, petrolün Orta Doğu için bir “baş belası” olduğunu adeta ispatlıyor.
Dünyaya muhtaç olduğu enerjinin büyük bir bölümünü sağlayan, Orta Doğu ve Avrasya bölgelerinin daima tehlikenin odağı halinde olması, hepimizi hem düşündürüyor hem de endişelendiriyor.
Bir bakıma; enerji kaynağı sahibi olmak ve onu pazarına ulaştırmak daima ya sorun oluyor ya da olmaya namzet bulunuyor.
Nitekim, sözde “Arap Baharı” ve ötesinin asıl nedenlerinin başında petrol geliyor.
Asırlardır insanoğlunun dikkatini sarsan ve çoğu zaman endişeyle üzerine çeken Orta Doğu’ya bakıldığında; çeşitli görüntüler, süreçler, beklentiler ve tehlikeler görülüyor.
Özellikle öteden beri, çoğu enerji kaynaklarının ve yollarının Orta Doğu’da olması bu bölgeyi daha da “stratejik” hale getiriyor.
Orta Doğu’yu çoğu zaman buhrana sokan bu stratejik değerin en büyük unsurlarından birinin de Türkiye olduğu kabul ediliyor.
Bilindiği gibi Türkiye, uzun yıllardan beri enerjinin güvenli bir şekilde ulaşımını sağlıyor.
Yani Türkiye, bir bakıma “köprü” görevini üstlenmiş bulunuyor.
Zaten, küresel güç ve sermayenin, Orta Doğu’dan beklentisi ve istemi, enerji kaynakları ve enerji yollarının güveni ile özetleniyor.
Tabii ki enerji denirken, öncelikle petrol ve türevleri ile su hatıra geliyor.
Beklentiler ve istemler de, bu çerçevede değerlendiriliyor.
Enerjinin Orta Doğu’da Batı’ya ve öteye intikalinde Türkiye önemli rol oynuyor.
Her şeyden önce, özellikle petrolde büyük paylaşım sorununun çıkmaması için, “güven” önlemleri hayati bir değer taşıyor.
Artan nüfus, teknolojik gelişmeler ve sanayileşme, enerji gereksinimi artıran etkenlerin başında geliyor.
Bir başka deyişle, kalkınma ve toplum refahının yükseltilmesi için gerekli olan ana unsur her zaman enerji oluyor.
Dolayısıyla, enerjiye veya kaynaklarına ulaşmak, günümüzde tüm ülkeler için önde geliyor.
Gezegenimizde, en büyük acının, en büyük kan dökmenin ve en büyük kazanç elde etmenin “petrol” yüzünden kaynaklandığı yıllardır kabul ediliyor.
Daniel Yergin’in “Petrol” eserini endişe içinde okumak gerekiyor...
“Para ve güç çatışmasının epik öyküsü”nden bazı satırlar bile ürküntü veriyor:
“Petrolün “güç” olduğu varsayımı daha Birinci Dünya Savaşı sırasında savaş meydanlarında kanıtlanmıştı.
Petrolün güç olduğu kabul edilirse, hükümranlığın da sembolü olduğu kabul edilmeliydi.
O günden bu yana petrol savaşta ve barışta, ulusları bir araya getirmek veya aralarına nifak sokmak yeteneğine sahip olmuş ve yirminci yüzyılın büyük politik ve ekonomik mücadelelerin son sözü söyleyen karar mercii olmuştur.
Petrol tarafından bu denli kapsamlı şekillendirilen ve etkilendirilen bir yüzyılda bundan daha azını beklemek gaflet olur. Petrolün tarihinde bir zaferler panoraması ve trajik ve bedeli pahalıya mal olan hatalar yatar.
Petrol her zaman için soylu, insan karakterinin temelinde bir tiyatro olmuştur. Bu tiyatroda yaratıcılık, acıma duygusu, işletmecilik, beceri ve teknik yeniliklerin rolü kadar, tamahkârlık, çözülmenin, kör politik hırsın ve acımasız gücün de rolü vardır.
Petrol, insanın fiziki dünyayı galebe çalmasına yardımcı olmuştur.
Petrol uğruna bugüne kadar pek çok kan döküldü.
Bugünden sonra da yine petrol için ve onun sağladığı zenginlik ve güç için büyük, vahşet denilebilecek kavgalar yapılacak ve bu, petrol merkez noktada oldukça sürüp gidecektir.
Unutmamak gerekir ki yaşadığımız yüzyıl, uygarlığımızın her alanda petrolün modern ve ipnotize edici yapısıyla değişime uğradığı bir yüzyıldır.
Gerçekten de yaşadığımız yüzyıl tam bir petrol çağıdır.”
Kim ne derse desin, Orta Doğu’da uygulamaya aralıklarla konulan tehlikeli senaryolar, siyasi ve askeri planlar, yeni ve daha büyük petrol savaşlarını çağrıştırıyor.