Ortada bir 'iblis' var ama...
Erol Simavi ve Çetin Emeç hakkındaki “İblis” yazısını okuyunca Ertuğrul Özkök’ün “Özköşk” olduğu günleri hatırlayan Emin Çölaşan çok sert: Türkiye’nin önde gelen cambazı, Hürriyet’i AKP’nin refakat gemisi yaptı!
Gazetecilik yaşamımda nice iblisler gördüm. Ne ararsanız vardır. Bunlar köşe yazarlığına torpille gelen, paraşütle indirilen, hatta yatak ilişkileriyle getirilen tiplerdir. Böylelerinin meslek yaşamı fazla sürmez. Ama siz patronlarınıza, onların çocuklarına, gelinlerine, damatlarına yeterli ilgiyi gösterirseniz, ülkeyi yöneten para babalarının, siyasetçilerin kucağında güzelce oturmayı kabul ederseniz, gazetecilikten çok “cambazlık” yaparsanız, cambazlık yeteneğiniz güçlü ise, geldiğiniz yerlerde uzun süre kalmayı başarırsınız!
Gün gelir, dün karşısında esas duruşta beklediğiniz eski patronunuz ve öldürülmüş genel yayın yönetmeniniz için (işi başkalarına ihale ederek) “İBLİS” demekten bile utanıp sıkılmazsınız.
Okurken yüzüm kızardı
Bu yazıyı niçin yazıyorum? Bir süre önce Ertuğrul Özkök isimli vatandaşın Hürriyet’te çıkan yazısını yüzüm kızararak okumuştum. Sadece ben değil, o yazıyı okuyan pek çok gazetecinin de yüzü kızardı.
Önce dünkü yazısına bakalım. Şöyle diyor: “Bu yılbaşı ışıklandırmalarında beyaz ışık modası çıktı. Bu durum bizim eve de yansıdı. Eşim Tansu, eve beyaz ışıklar almış. Bu tercih evde ateşli bir tartışma yarattı. Kızım ve ben beyaz ışığı sevmedik. Tansu ise beyaz ışıktan yana... Dün Noel gecesiydi. Geceyi Tansu ile birlikte Almanya’da Alman dostlarımızın evinde geçirdik. Birlikte dua ettik...”
Türkiye’de kıyamet koparken, artık “AKP’nin refakat gemisi” durumuna düşürdükleri eski “amiral gemisinin” yani Hürriyet’in başındaki şahıs evindeki yılbaşı ışıklarını, Almanya’daki Noel duasını yazabiliyor!
Medyanın “Özköşk”ü
Şimdi Ertuğrul’un yukarıda sözünü ettiğim İBLİS yazısına bir bakalım da, yüzümüzün kızarıp kızarmayacağını görelim:
“Yöneticilik hayatımın en çarpıcı olaylarından birini o günlerde (1988 yılında) yaşadım.
Hürriyet’in o günkü sahibi Erol Simavi, çok kızdığı Başbakan Turgut Özal’a zehir zemberek bir açık mek
tup yazmıştı. Bu yazıyı Hürriyet’in o günkü Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç kaleme almıştı. Özal’ın, geçirdiği bay-pass ameliyatı yüzünden akıl melekelerini kaybettiği iması bile vardı.
Ben Özal’a çok yakın bir gazeteciydim ve bu yazıyla hiç mutabık değildim.
Yazıya hem Hürriyet okurlarından hem de Özal’a kızan çevrelerden çok büyük destek geldi.
Ama ben Ankara temsilcisi olarak çok mutsuzdum ve Özal’la bütün ilişkilerimin koptuğuna inanıyordum.
O akşam 23 sularında evimin telefonu çaldı. ”Başbakanlık Konutundan“ aranıyordum. Özal ”Ne yapıyorsun“ diye sordu.
”Çok üzgünüm Sayın Başbakan, bunun olmasını hiç istemezdim “ dedim. ”Boşver sen şimdi beni dinle“ dedi ve arkasından beni hayretler içinde bırakan şu sözleri söyledi:
”Sen şimdi gazetenin tepesindeki bu yazıya bakıp Başbakan Hürriyet’i sildi, artık benim telefonuma bile çıkmaz diye düşünürsün. Hayır. Hürriyet ve sen başkasın, İstanbul’daki o İBLİSLE, Zürih’teki o İBLİS başka. Bana hergün telefon edeceksin ve ben de her gün senin telefonuna çıkacağım.“
Tahmin edeceğiniz gibi, İstanbul’daki ”İBLİS “ rahmetli Çetin Emeç, Zürih’teki ise patronum Erol Simavi idi... Özal dediğini yaptı. Öldüğü güne kadar ne zaman arasam telefonuma çıktı ve onunla bu ilişkim, gazetecilik kariyerimde yükselmeme büyük katkıda bulundu. Ben, bazı gazetecilerin bana ”Özköşk“ adını takmasına neden olacak kadar Özal’a yakın bir gazeteciydim...”
Simavi ‘gazeteci’ydi
Evet, böyle yazıyordu! Erol Simavi aynı yıllarda benim de patronumdu... Ve sadece gazeteci idi. Dışarıda başka işleri yoktu. POAŞ’lar, Hilton otelleri, rafineriler, yurtdışında şirketler, bilmem neler, Erol Bey’in yaşantısına hiç girmemişti. Dolayısıyla, iktidarlardan milyarlarca dolarlık beklentileri olan, cambazlık yapan ve korkan bir adam değildi. Para kazanırsa gazetesinden kazanır, kaybederse yine gazetesinden kaybederdi. O yüzden de, tek parti iktidarı ANAP döneminde bile Turgut Özal’a hitaben o mektubu Hürriyet’te dokuz sütuna yayınlayacak yüreğe sahipti.
Nerden geldiğini unuttu
Şimdi gelelim esas konumuza. Başbakan Turgut Özal, bu arkadaşa Erol Simavi ve rahmetli Çetin Emeç için “İBLİS” dedi mi? Bu çok ağır bir söz. İBLİS deyip demediğini Özal’a soramayız çünkü o mezarda. Varsayalım dedi. Bunu 20 yıl sonra yazmanın bir anlamı var mı? Ayıp değil mi? İnsan utanmaz mı?
Bunları yazan Ertuğrul Özkök, bir hiç iken, parkalı postallı, “devrimci” ayaklarında gezinirken Erol Simavi tarafından elinden tutulmuş ve gazetenin Ankara Temsilcisi yapılmıştı.
Daha önce gazeteye danışmanlık yapar, Erol Bey’e hafta sonları rapor verirdi.
Şimdi bir eli yağda, bir eli balda yaşayan bu arkadaş, havaalanına matbaanın sarı minibüsü ile gönderilirdi. O zaman son model makam araçlarına sahip olmadığı gibi, gazetede bir odası bile yoktu. Nereye geldiyse, ne olduysa arkasında Erol Simavi ve Çetin Emeç vardır.
İBLİS dediği Erol Simavi uzun süredir yurtdışında yaşamaktadır. Bu gibi boş saldırılara yanıt vermeyi küçüklük sayan, üzerinde durmaya bile tenezzül etmeyen, bütün eski Hürriyet çalışanlarının saygısını ve sevgisini kazanmış bir patrondur.
Çetin Emeç, bizim ve bu Ertuğrul’un da Genel Yayın Yönetmeni idi... Ve Çetin Bey öldürüldü.
Patron sosundan sorumlu
Varsayalım ki Turgut Özal, gerek Erol Bey ve gerekse Çetin Bey için “İBLİS” demişti. Bunu yazmanın anlamı nedir? Konu sıkıntısı mı çekiyor? Eğer öyle bir sorunu varsa, Ertuğrul biraz silkelensin, patronunun parasal çıkarlarını, korkularını, vergi açmazlarını falan bir süre unutup hiç korkmadan AKP iktidarının üzerine gitsin.
Ben bu arkadaşı iyi tanırım. Patronlarının emir ve hizmetinden çıkmaz, enerjisini patronları için harcamaktan sakınmaz ve onların gözüne girmeyi ustalıkla başarır. Bu açıdan Türkiye’nin gelmiş geçmiş en önde gelen cambazlarından, oyuncularından biridir.
Kaç kez tanık olmuşuzdur. Erol Simavi ve Aydın Doğan dönemlerinde birlikte yemeğe götürüldüğümüz zaman sofralarda garsonlar aracılığı ile patronlardan ilgisini esirgemezdi:
“Patronun bifteği az pişmiş olacak... Bak patronun salatasına bilmem ne sosu koyacaksınız... Patron ne içersiniz, size hangi şarabı getirteyim?..” Bazen de garsonlara, restoran sahiplerine fırça atardı:
“Patron bunu yemez, alın götürün. Erol Bey (sonra Aydın Bey) ben size şu yemeği tavsiye edeyim...” Bu cambazlıklarına eğilip bükülmelerine, ’emriniz var mı?’ diye sormalarına, o sofralarda yer almış olan herkes tanıktır.
Ölüye bile saygısı yok
Sen şimdi kalkacaksın, ölmüş bir insanın ağzından, onun mezardaki anısına bile saygısızlık etmeyi göze alarak, geçmişte senin patronun olan ve seni bugünkü yerine zıplatan Erol Simavi’ye, artık hayatta olmayan senin genel yayın yönetmenin, rahmetli Çetin Emeç’e Özal’ın ağzından “İBLİS” diyeceksin. Turgut Özal bu lafı söyledi veya söylemedi, ne fark eder! Dün emir aldığın, arkasında dolandığın, salatalarına elinle sos koyduğun bu saygın insanlara sen bunu yapacaksın!
Ahhh, Çetin Bey mezarından konuşamaz da, Erol Bey bir tenezzül edip konuşsa, ciğerinin içini bile çok iyi bildiğim bu cambaz Ertuğrul’u sizlere bir de o anlatsa!
Nice ayıplarına İBLİS’i de ekledi ya, helal olsun!
Allah Noel gecesi Almanya’da ettiği duaları kabul etsin, günahlarını affetsin. Amin!
Evet sevgili okuyucularım, ben gazetecilik yaşamımda nice cambazlar, nice gerçek iblisler gördüm!
-Emin Çölaşan / Sözcü
* * *
Bu manşetleri biz mi attık?
PKK’nın sivil oluşumu içerisinde yer aldıkları iddiasıyla gözaltına alınan ve büyük bölümü tutuklanan BDP’lilerin, KCK operasyonu kapsamında adliyeye “elleri kelepçeli” olarak götürülmesini “sıkıyönetim uygulamaları”na benzeten Taraf, dün “Ayıptır, günahtır, zulümdür” sürmanşetiyle çıktı.
Konuyu kendi köşesine de taşıyan “propaganda bülteni”nin genel yayın yönetmeni Ahmet Altan “Bu nasıl bir insafsızlık, nasıl bir izansızlık, nasıl bir zulüm bu. O insanlar, halkın oylarını almış siyasetçiler. Suçlu olduklarından kuşkulanıyorsan adam gibi çağırır ifadelerini alırsın. Homeros’un deyimiyle, ‘yaraya bir de aşağılama eklemek’ bu” satırlarıyla “insaf” çağrısında bulundu. Şaşırdık haliyle; bu satırları Taraf’ta mı okuyoruz diye!
Ümraniye Soruşturması’nda sabaha karşı insanların evleri, işyerleri basılır, dip köşe talan edilirken, ölçü buysa; halkın sadece “oyunu” değil, çeşitli yollardan desteğini, güvenini, saygınlığını da kazanmış akademisyenler, gazeteciler, askerler, siyasiler, yargı mensupları... neredeyse pijamalarıyla “kelepçeli” olarak, kafalarına kafalarına bastırılarak, yer yer iteklenerek nezarethane-hastane-polis sorgusu-savcılık-nöbetçi mahkeme... arasında sürüklenirken “bir daha, bir daha” diye tezahürat yapan siz değil miydiniz?
Hani şu yukarıdaki manşetleri atıp, “Tut, tut, tut...” diye manşetten talimat yağdıran!
“İnsaf” mı diyorsunuz şimdi? Neden?
Canınız mı yandı? Yoksa“Taraf, Kürt siyasetçileri hedef gösterdi” iddiasından sonra paçalarınız tutuştu da, terör örgütüne karşı “tam kadro” kendinizi aklama yarışına mı girdiniz? Her iki halde de, gülünç oluyorsunuz!
* * *
Yaşasın! Bana suikast girişimi var
Televizyonlara bakıyorum, hepsi benden söz ediyor. Her saat başı, her haberde, her ara başı, her kara başı, her deniz başında ben varım. Yaşasın ben varım.
Gazetelere bakıyorum, manşetlere beni çekmişler. Hepsi benden söz ediyor, pek çok gazeteci benim peşimde koşuyor, beni yazıyor. Ben ne söylersem, acele manşet. Yaşasın her yerde ben varım.
Doğru mu? Efendim, sonucun ne olacağını henüz bilmiyorum. Sulandırmayın.
Eğri mi? Efendim, iş yargıya intikal etmiş. Konuşmak doğru değil, beni daha fazla zorlamayın, gözlerime bakın, ne demek istediğimi anlarsınız.
Kim yapmış bunu? Efendim, yapan yapıyor, sonra kaçamak cevaplarla idare etmeye kalkıyor. Sözleri, itirafın ta kendisi. Dolaylı yoldan kabul ediyorlar, sonra “biz yapmadık” diyorlar. Ben bunu yemem. Bana buz gibi suikast girişimi var.
Israr etmeyin, diyorum size, iş yargıya intikal etmiş, başka bir şey sormayın. Yargıya saygılıyız, bana suikast girişimi var mı, yok mu, soruşturma sonucunda ortaya çıkacak, bekleyelim, görelim. Ama, belli ki, var. Yaşasın bana suikast girişimi var. Aynaya bakıyorum, başka kime olacaktı yani.
-Yalçın Doğan / Hürriyet
* * *
Polis ordusu
İktidar, polis ve MİT’in de askeri silah ithal etmesini sağlayan bir yasayı Meclis’ten geçirmek istiyor. Zaten uygulamaları nedeniyle polise “iktidarın silahlı gücü oluyor” yönünde eleştiriler var. Şimdi bir de askeri silah alımlarıyla bu iddialar daha artacaktır. Söylenenlere göre polis sayısı neredeyse asker sayısını geçecek halde. Üstelik bu gücün büyük bölümünü toplumsal olaylara karşı kullanılan birimler oluşturuyor. Böyle olunca da “İktidar kendi ordusunu mu kuruyor?” soruları hem güç hem de anlam kazanıyor.
-Can Ataklı / Vatan