Ordu nasıl yıpratılır?
Birileri bizi orduyu yıpratanlar safına katıvermiş, canları sağ olsun.
Oysa orduyu asıl yıpratanlar bünyedeki kanseri görmezlikten gelen ve en kritik görevleri en ehliyetsiz ellere teslim edenlere ses çıkarmayanlardır.
İktidarın bunda siyasi çıkarı olabilir, birileri, fırsattan istifade orduya abandıkça abanabilir. Lâkin bilelim ki bunların hiç biri Heron skandallarında dahli bulunan rütbeliler kadar o mukaddes ve vazgeçilmez ocağa zarar veremez. “Bir ordu nasıl yıpratılır” bunu gerçekten öğrenmek isteyenler, bu skandallar konusunda hiçbir açıklama yapmayanlara ve bu skandallarda rol alan rütbelilere baksın, kâfidir.
Zaten bugünden itibaren bir süre ne referandum, ne PKK terörü, ne Heron skandalı konularında nefes tüketmeme kararı aldım. Niye derseniz, ortada bir tiyatro oynanıyor da ondan derim. Rütbelilerin ve koltuk maliklerinin tek dertleri mevcut konumlarını korumak ve tahkim etmek. Sen ne yazarsan yaz, sinek baldan kalkmıyor. Bir de insanlar fena şekilde “taraf” olmuş. Yanında durduğu “tarafın” hatırı, Hak ve hakikatin hatırını sollamış. Gerçek şu ki, gerçek kimsenin umurunda değil. Partim söylediyse doğrudur, asker yaptıysa bir hikmeti vardır. Yahut asker yaptıysa mutlaka yanlıştır, öteki partinin her icraatı ihanettir.
Böyle nereye varılır?
Öyle bir iktidar var ki bir yandan 27 Nisan e-muhtırasından feryat ediyor diğer yandan tutuyor o muhtırayı veren Büyükanıt’a Bakanlar Kurulu kararıyla “Üstün Hizmet Madalyası” veriyor. Yahut tutuyor Baykal’ı CHP’nin başından eden kaset için “Bundan nasıl da faydalandın” diye Kılıçdaroğlu’na laf çakıyor. Öte yandan her biri dağları yerinden oynatacak skandal olan Heron kasetleri için yetkisini kullanıp gereğini yapmıyor ama meydanlarda ima yoluyla (tıpkı e-muhtırada olduğu gibi) o kasetleri ranta çeviriyor.
İktidar böyle de muhalefet farklı mı?
Ülke komada muhalefette ilâç yok.
En iyi yaptıkları şey iktidara laf yetiştirmek.
Aslında Meclis çatısı altında olup da ne yaptığını bilen iki parti var.
Biri PKK’nın eli kolu BDP, diğeri AKP.
BDP’yi görüyorsunuz; bir yandan PKK’ya kol kanat geriyor, ona eleman dâhil her türlü desteği veriyor. Diğer yandan AB ve ABD’de ve tabii ki Irak’ın kuzeyinde gün 24 saat mesai halinde “Türkiye’den kopmanın” altyapısını oluşturuyor. Fatih Altaylı’nın köşesinde okudum, irkildim. PKK/BDP el ele vermiş, “Demokratik özerklik” adını verdikleri bir planı uygulama kararı almış. Kandil ve Diyarbakır’da yaptıkları toplantılar sonucunda BDP’li belediyelerin bayrak direklerine Kürdistan bayrağı çekme kararına varmışlar. Buna devletin sert tepki vereceğini hesap ediyorlarmış. Zaten bekledikleri de bu imiş. Devletin tepkisine “halk eylemleri” ile karşılık vereceklermiş. Dünyaya bir türlü “intifada” görüntüsü verecekler. Evet, BDP böyle işler yapıyor, ayrıca sokakları kan gölüne çeviren KCK’lı gençleri eğitiyor, yönlendiriyor. Yetmiyor, Genelkurmay Başkanı ve Başbakanı, “Can güvenliğiniz yok!” diye tehdit ediyor. Yani Türkiye’nin gündemini BDP oluşturuyor.
Bir ülkenin gündemini oluşturmak demek o ülkenin iplerini elinde tutmak demektir.
AKP ise referanduma odaklanmış durumda. Aslında dün de dediğimiz gibi bu referandum falan değil bu bir “FEDERANDUM” dur. Çünkü sandıktan “evet” çıkarsa Türk halkı “Federasyona evet” demiş, “hayır” çıkarsa “Federasyona hayır” demiş olacak. Zira Sayın Erdoğan, “Ey Kürt, ey Laz, ey Çerkez” niye diyor ve BDP niye “Türkiye’de Kürdistan olsun, Lazistan olsun, Çerkezistan olsun” diye çırpınıyor?
Her ikisi de aynı değirmene su taşıyor da ondan!
Biri silahla, diğeri sandıkla.
Bu iki parti böyle yol alırken ötekiler bu ikisinin tavrına göre konuşma metinleri hazırlıyor, o kadar...