Orada olmasan şaşardık...

Söz konusu Kuzey Irak mihmandarlığı olunca akan sular durmuş, yıkılan köprülere geçici onarım yapılmış, Cumhurbaşkanının uçağından Başbakanınkine “Barzani’nin hatrına çiğ tavuk yenir” kavlinden dönüş yapılmış... Nihayetinde de izlenimlerini yazdığı sayfanın ortasına koyduğu nal gibi “oradaydım” logosuyla duyurmuş Cengiz Çandar, Irak’ta Tayyip Erdoğan’ın yanı başında olduğunu!
Olmasan şaşardık zaten... Hatta hiç üşenmez, “Irak’ta olmadığına göre kesin bir Çapanoğlu var altında” der ve dedektifçilik oynardık bulana kadar izini... Paraya pula acımaz, tam sayfa “kayıp aranıyor” ilanları verirdik en çok satan gazetelere!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanı, sınırlarının öbür tarafından üzerine doğrultulmuş “Demokles maşası”nı tutan eli sıkmaya gidecek de, tıpkı burada olduğu gibi Irak’ta da bölücü Kürtlerin ruhani sözcüsü olma yolunda ilerleyen Çandar bu “tarihi an”a şahit olmayacak... Amerikan pastasına “yağ” sürülürken bir parmak atıp tadına bakmayacak... Kıyamet alameti sayarım vallahi...
Neyse ki “oradaymış”! Demek ki program “olağan akışında” ilerliyor. Demek ki herkes üzerine düşen rolü başarıyla oynamaya devam ediyor...
Çandar mesela... Zevahiri kurtarmak için dahi olsa “tek bayrak” demeye kalktığında, bilgisayarının klavyesindeki tuşları adeta birer recm silahı gibi kullanıp parça pincik etmeye kalkıştığı Erdoğan’ı “Ortadoğu’nun en popüler siyaset adamı” ilan ediveriyor anında... Havalanı ile Bağdat şehir merkezi arasındaki yolda Mukteda El Sadr taraftarları(!) tarafından nasıl da coşkuyla karşılandığı anlatıyor ballandıra ballandıra...
Ne de olsa, “kiminin “yerel giysili”, kiminin sarıklı cübbeli, kiminin puşulu, kiminin aşiret giysili, ee isteyenin de takım elbiseli oturabildiği bir meclis”le vuslat var sonunda!
Neden “orada” olduğunu güzel özetliyor Çandar’ın yazısının finali: “Gezi, bir sünni liderin Irak’ın yeni iktidar paradigmasına ‘jestler’ yaptığı siyasi diplomatik çıkartma olarak tarih kayıtlarına düşülecek!”
Irak’taki “görünen resmi iktidar”a, yani Bağdat’a değil; iktidar paradigmasına, yani Barzani’ye, yani Erbil’e, yani Amerikan karşıtı gibi görünüp aslında “bölünmüş Irak”ın taşlarını döşeyen mezhebe yahut etnik unsurlara dayalı grupların elebaşlarına Türkiye’nin jesti Irak’ta!
Hal buyken, Cengiz Çandar olmayacak da ben mi “orada” olacağım “mozaik” ikramının yapıldığı bu yolculukta!

+++

Korku dağları sardı

AKP’nin tek başına iktidar olup olamayacağını belirleyecek olan partinin MHP olduğunu keşfeden Hasan Cemal soruyor: “Devlet Bahçeli partisine yüzde 10 barajını atlatmak için doğru yolu buldu mu? Ak Parti’ye kaçmış olan MHP oylarını geri almak için yeni bir gayret içinde mi?”
Korku adama neler yazıdırıyor görüyorsunuz değil mi!

+++

Güldüren değnekçi

Ergun Babahan, “Arena, Susurluk kazasıyla ilgili o fotoğrafı niye geri çekti?” diye yazınca, Arena’nın Genel Yayın Yönetmeni Uğur Dündar “Bir televizyon programında bir görüntü ya da fotoğraf yayınlandı mı artık onun geri çekilmesi diye bir şey söz konusu olmaz. Ben 42 yıllık yayıncıyım. İlk defa böyle bir şey duyuyorum. Ergun Babahan böyle bir tekniği biliyorsa bize de öğretsin” dedi...
Oohoooooo!
Babahan daha neleri herkesten iyi bilmiyor ki!
Geçenlerde, “Can Ataklı 28 Şubat andıçlarıyla ilgili olarak direnince gazeteyi yapması için Ergun Babahan çağrıldı” iddiasına cevaben “Zafer Mutlu’nun beni gazeteye yollaması olsa olsa daha iyi sayfa yapma yeteneğimden kaynaklanmıştır. Her önemli olayda benim mutlaka yazıişlerinde olmamı isterdi zaten” yazmıştı mesela.
Zafer Mutlu’yu muhtemelen kahkahadan kırılıyordur hala...
Hatta uzatıver değneğini Ergun, başını vuracak bir yerler bile arıyor olabilir adamcağız şu anda!
Uzun lafa ne hacet;
“En iyi sayfayı o yapar...
En iyi başlığı o atar...
En iyi haberi o yazar...”
“Nasıl yani bu işler kala kala otoparkçıların, değnekçilerin eline mi kaldı koskoca Babıali’de” diyorsanız da;
Başka ne olacaktı ki kalemler zindana, değnekler başköşelere oturtulunca!

+++

Telaşa gerek yok, yalnız değilsiniz...

İbrahim Şahin’in AKP’li bakanların önünde diz çöktüğü fotoğrafı servis etmesinden sonra TRT ile Anadolu Ajansı arasında başlayan kavganın son raunduna AA servis ettiği “hastane odasında incir ağacı..” pardon “aday adayı” konseptli(!) Erdoğan-Tatlıses fotosu sebep olmuş. Sözcü dün manşete taşıdığı canım haberi heba etmiş, “biz yaptık, biz gündeme getirdik, bizim manşetimiz üzerine oldu” telaşına düşünce... Halbuki hiç gerek yoktu bu kadar telaşa! O haberin gündeme gelmesinde zannettiği kadar “yalnız” değildi arkadaşlar. Sözcü’yle aynı gün, aynı haber Yeniçağ’da da hem birinci sayfada haber, hem Medya Polemik’te yorum konusuydu...

+++

Listenin sonuna aday olan da var

Bu sayfanın en sadık okuyucularından biri olan Engin Balım da artık bir aday adayı...
Her gün onlarca emsalinden “beni de yazın” mesajı alırken, neden Balım’a dair yazmayı tercih ettik biliyor musunuz?
Çünkü “haber değeri” var; o, bütün diğer aday adaylarının aksine “birinci sıraya” değil, Ankara 1. Bölge’den listenin “sonuncu sırası”na talip!
Gerekçesi manidar:
“Birçok ünlü işadamı, gazeteci, akademisyen, siyasetçi,
emekli bürokrat önümüzdeki seçimde CHP’den aday olmak isteyecekler.
Doğal olarak namzetlerin önemli bir bölümü, ilk sıraları kendilerinin hakettiklerini düşünerek yerlerini beğenmediklerinde, “vay efendim ben bunun altında olacak adam mıyım” diye isyan edecekler. 29 yaşında altı yıllık aktif bir CHP üyesi ve parti içi demokrasi direnişçisi olarak vermek istediğim mesaj, CHP’den sonuncu sıradan aday olabilmenin de büyük bir övünç kaynağı olduğunu hatırlatmaktır...”

+++

Aman sapığı mahcup etmeyelim

Sapık yakalandı.
Türkan’a tecavüz etmiş.
Türkan henüz bebe.
Bıçaklaya bıçaklaya öldürmüş.
8 yaşındaki Ahmet’i boğmuş.
6 yaşındaki Dilruba’yı da.
Dilburacık çok çırpınmış.
Öyle anlatıyor.
Adı ne bu sapığın?
U.V.G.
U’ğursuz
V’icdansız
G’eberesice sanırım.
Kodlayarak veriyoruz.
Ki, rencide olmasın.
Toplum içindeki saygınlığı zedelenmesin, aman diim...
Ele güne mahcup olmasın.
“Sayın” çünkü sapık.
Dilruba’yı Dilruba diye yazıyoruz.
Türkan’ı T. diye kodlamıyoruz.
Annesini-babasını...
Adıyla soyadıyla yazıyoruz.
Evlerinden canlı yayın yapıyoruz.
Duyduk duymadık demeyin...
Aha işte burda oturuyorlar!
Sapığı kolluyoruz bu arada.
Ki, insan hakları var sapığın.
(Televizyonlardaki sigara sansürü gibi bi şeydir bu... Dizilerde, filmlerde tecavüz sahnesi serbest, cinayet sahnesi serbest, tecavüz ve cinayetten sonra sigara tüttürürken buzlama konuluyor!)
Ha denebilir ki, sapığın sapık olduğu mahkeme kararından sonra sabit olur... Peki o halde niye, şöyle tecavüz etti, böyle bıçakladı, şu şekilde bavula koydu, buraya gömdü diyoruz? Hani mahkeme kararı?
Madem, açık açık itiraf eden sapık bile mahkeme kararıyla mahkûm ilan edilmeden suçsuzdur... Niye o zaman, iddianamesi bile olmayan gazetecilerin evini basarken kamera çağırıyoruz? Şeref madalyalı subayların, uluslararası ödüllü profesörlerin, suçlu olup olmadıkları belirsizken... Neden “terörist, darbeci, vatan haini” diye manşetlere asıyoruz?
Hukuki haklarından faydalanmak için illa sapık mı olmaları gerekiyor?
İnsanları domuz bağıyla öldürüp, oturma odasına gömen şeriatçıları sokağa sal.
Bölücüye halay çektir.
Keriz Feneri’ni ört.
Sapığı koru.
Namuslu insanları infaz et.
Adalet’in A’sı bu kardeşim...
K’sını zaten biliyorsunuz.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++

İdamın geri gelmesini isteyenlere karşı çıkanların gerekçesi şu:
“İdam ıslah etmez, yok eder. Çağdaş ceza değildir. Yanlışın telâfisine imkân vermez.”
Doğru ama Kayseri’deki canavarı yok etmek, yaşatmaktan daha adil değil
midir?
Güngör Mengi /Vatan

+++

Okumadan anladık: Devlet istila edildi

Hiç kimse okumadı kitabı...
Ama en çok şeyi bu kitap anlattı...
Bir davetiyeyi üç kez okuyup genelde anlamayan bizim kuzen bile bunu okumadan, hatta görmeden “anladım” dedi... Ve anlattı... Dinledik... Ömründe hiç kitap okumamışlar, kitap okumayı aklından geçirmemişler, yaşamında eline kitap almamışlar, kitap yüzü görmemişler... Kitabın anlatmak istediğini anladılar...
Bir: Demek ki İmam var... İki: İmamın ordusu var... Üç: İmamın ordusu devleti ele geçirdi...

*

Kitabın bize anlattığına göre... (Görmüş, okumuş değilim...) İmamın istila planı başarılı oldu...
Önce devletin en önemli kurumlarına yerleşildi... Sonra “mülkiyeyi, adliyeyi ele geçirinceye kadar sabırla” beklendi... “Kılcal damarlara girilinceye” kadar sessizce ilerlendi... “Zamanı gelince harekete” geçildi... Tüm bu istilaya karşı duranlar bir şekilde yok edildi...
Kimisi korkutuldu, kimisi susturuldu, kimisi hapishanelere dolduruldu, kimisinin başına çoraplar örüldü, kimisi kendini vurdu, kimisi kahrından öldü...
Ve devlet istila edildi...
Öyle bir an geldi ki imamın ordusu; gazeteleri, matbaaları basarak, henüz yayımlanmamış kitapları dahi imha etmeye başladı... İmam başarmıştı...
Kitap bunu anlatıyor...
Anlamayan yok... Bizler sekiz senedir anlatamadık da... Okumadıkları, görmedikleri kitap anlattı anlaşılan... İmamın dönek yanaşmaları dahi, yüz karası bu kitap imha operasyonunu izleyince, ilk kez “bu olmaz...” diye yazdılar... Anlamışlar...

*


Kitabın hepimize anlattığı en önemli şey ise: Koca Türkiye dizine vurup da bir şey yapamıyorsa... Artık çok geç...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet

+++

Bundan sonra kitapçılarda “çok satanlar” ve “yeni çıkanlar” bölümlerinin yanında “basılmadan toplatılanlar” diye boş bir raf da olacak gibi..
Said Saidoğlu

+++

Döneğin türküsü...

Avrupa Komisyonu’ndan üst düzey bir bürokrat dün ABHaber isimli internet sitesine yaptığı açıklamada, basılmamış kitap ile ilgili Türkiye’de yapılan operasyonları eleştirmiş...
Dün görmezden geldiklerini bugün yalıyorlar...
AB’nin bu “gecikmiş dönüşü” oldukça anlamlıdır...
Bu tür “dönüş” operasyonlarına her tanık olduğumda, aklıma “Dönek Türküsü” gelir... Timur Selçuk tarafından bestelenen türkünün sözleri aynen şöyle:
“Sağcıyla sağcı, solcuyla solcu
Çevir kazı yanmasın çevir de çevir
Çevir kazı yanmasın devir bu devir.”
Tablo ortada:
Önce bizdeki liboşlar, son tutuklamaların haksız olduğunu dillendirmeye, yani “kazı çevirmeye” başladılar...
Sonra Avrupa Birliği de “kazı çevirenler kervanı” na katıldı...
Bu “dönek” arkadaşlar iyi koku alırlar, onların burunlarına güvenirim...
Kıvırtmaya başladıklarına göre, devir yine değişiyor demektir!
Mustafa Mutlu / Vatan

+++

Bu ayaklara ne diyeceksin Barlas

Fotoğrafı ilk gördüğümde aklıma gelen soru şu oldu:
“Acaba Mehmet Barlas bu fotoğraf hakkında nedüşünmüştür?”
Tahmin ediyorum sorunun mahiyetini anlamadınız.
Haklısınız da.
Çünkü tamamen şahsi bir mesele.
Bundan 2 yıl kadar önce Hürriyet’te yayınlanan bir mülakat için evimde fotoğraf çekilmişti. Ayaklarım çıplaktı.
Mehmet Barlas bu fotoğrafımı çok eleştirmişti. Bir genel yayın yönetmeni okurunun önüne çıplak ayakla çıkar mı diye sormuştu.
Hatta Doğan Grubu’ndan ayrılma nedenleri arasında ima yollu bunu bile saymıştı.
O nedenle merak ediyorum. Çıplak ayaklı Cumhurbaşkanı ona nasıl gelmiştir?
Ertuğrul Özkök / Hürriyet

+++

Taş toplayan çocuklar

Bir haftadır yayınlanan belgelere bakılırsa Wikileaks yandaş oldu. Sakın birileri Taraf aracılığıyla belgeleri kontrol etmiş olmaya karar vermiş olmasın? İspanya’da El Pois, Fransa’da Le Monde, Amerika’da New York Times bunu yaparken bizde Akit yapacak değil ya elbette bunu ancak Taraf yapabilir. Gazetecilerin tutuklanmasının ardından hükümetin yolundaki taşları temizlemek için güzel bir rol değil mi?
Odatv.com

Yazarın Diğer Yazıları