Operasyon, dağın görünen yüzü mü?
Evvelemirde hukukta ‘suçların şahsiliği’ ilkesi esastır; ‘suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar’ herkes suçsuzdur ve dahi hadise ‘yargıya’ intikal etmiştir.
Tabii ki bütün bunlar ‘normal şartlar altında’ genel kabul görmüş evrensel ilkelerdir.
Amma velakin, ‘top çevirme’ operasyonlarına toplum hafızasında karşılık bulan bir takım tabirler de vardır.
Mesela, “Ateş olmayan yerden, duman çıkmaz” ve keza “Çiğ mi yedin, niye karnın ağrıyor” bunlardan sadece ikisidir.
Aynı şekilde; kabinedeki üç bakanın oğlu, bir banka genel müdürü, bir belediye başkanı ve “Yaptım oldu” sloganıyla maruf müteahhidin adının karıştığı operasyon da ‘buz dağının görünen yüzü’ olarak belleklerde yer bulacak.
Aslında ‘müteahhit’ kelimesi işin içine girince zaten ‘son 12 yıllık süreç’ özetlenmiş oluyor; peşine ‘akraba’, ‘yakınlık’ ve ‘bankacı’, ‘bürokrat’ kelimelerini de ekleyince fazla söze hacet kalmıyor.
Yıllardır ‘enine’, ‘boyuna’, ‘dikine’ büyüdüğü söylenen ve her tarafından ‘pis kokuların’ geldiği bir ülkede dün yapılan aslında ‘sıradan’ bir operasyondur.
***
Herkes bunun böyle olduğunu biliyor; öyleyse bu operasyonu ‘önemli’ kılan nedir? Buyurun biraz da bu konuda kafa yoralım.
Önce ‘operasyona maruz kalan’ cepheden iddialar. Kulağı delik bir takım kalemler daha dün geceden, “Faiz lobisi Büyük Türkiye’yi istemiyor” diye yaygaraya başlamıştı.
Ayakları taşa takılsa anında ‘dış mihraklara’ bağlayan bu güruhun tezi yeni değil.
Ne zaman bir yerlerde açık verseler ve hukuk, kamuoyu, halk, harekete geçse ‘aynı teraneyi’ mırıldanmaya başlıyorlar.
Oysa aynı kişiler ceylan derisi koltuklarda, “Ülkede artık hiçbir şey eskisi gibi değil” diye efelenmekten geri durmuyor.
‘Güç’olduklarını, iktidarın ‘ilelebet’ kendilerinde olduğunu gerine gerine anlatıyorlar. İşin özüne eğilmeyi “Yahu biz nerede hata yaptık” demeyi asla ve asla akıllarından geçirmiyorlar.
Bu aslında ‘demokrat muhafazakar’ nam kitlenin kronikleşmiş ‘zihin’ problemidir. Zira rahle-i tedrisinden geçtikleri zat-ı muhteremler de ortada bir ‘başarı’ varsa ‘kendilerinden’ bilirler, bir ‘aksilik’çıktığında ise faturayı ‘başkalarına’ çıkarırlar.
‘Şeyhi uçurmak’ üzerine kurulu ‘riyakar’ dünyanın karakteristik özelliği budur.
***
Gelelim büyük operasyona ‘farklı zaviyeden’ yaklaşmaya çalışanlara.
Bir grup ipleri ‘Sam Amca’nın çektiği görüşünü savunuyor ki eğer durum böyle ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı herkes bu durumdan ‘zül’duymalıdır.
Bir başka grup ise ‘hükümetle yollarını ayıran’ bir takım ekiplerin ‘karşı intikam hamlesi’olarak değerlendiriyor.
Daha bir yığın ‘iddia’, ‘senaryo’, ‘tez’ uçuşup duruyor ortalıkta.
Fakat dikkat buyurunuz; kimse ‘adli bir vakanın’ boyutlarına kafa yormuyor; herkes operasyonun niçin ve neden ‘bugünlerde’ yapıldığı üzerine tahminlerde bulunuyor.
Dünyada ‘başka bir örneği’ var mıdır bilmiyoruz; kabine üyelerinin mahdumları hiç de kulak ardı edilemeyecek iddiaların tam göbeğinde.
Peki bu durumda ‘kabinenin başına’ düşen nedir?
Tabii ki önünde üç yol var:
Birincisi, her şeyi ‘hukuka’ bırakıp, neticeyi beklemek.
İkincisi, oğulları suçlanan bakanların ‘istifasını’ istemek.
Üçüncüsü, ‘dış mihraklar’ palavrasını kendine paravan yaparak ‘erken seçim’kararı aldırıp yine bir ‘mağduriyet masalına’ sığınmak.
***
Türkiye böyle bir coğrafya işte.
12 yıldır dillendirilen hiçbir iddiaya kulak asmamanın, kendini ‘sütten çıkmış ak kaşık’ olarak görmenin özgüveni, insanı bir gün bu noktalara getirebiliyor.
Umarız ‘üstünlerin hukuku’ değil de, ‘hukukun üstünlüğü’ baskın çıkar ve millet bu işin iç yüzünü öğrenir.