Opera sandığınız sakın “rap” olmasın
Yalelli filan olsa tamam da opera ne ya!
Floransa, Venedik, Napoli, bu işin beşiği olan İtalya olsa anlarım... Yahut bir Alman Operası, İngiliz, Rus Operası’na amenna da; Arap Operası ne Allah aşkına!
Arkadaşlar Palazzo Ducale’yi Kahire’de mi sanıyor yoksa?
Klasik Batı Müziği’nin en önemli unsuru opera...
Ve, Tayyip Erdoğan ile Orfeo’nun bestecisi Claudio Monteverdi arasında, ellerindeki “trajedi maskesi”nden başka bir tek ortak nokta gösterin bana...
İlle de dönüşümün menşeine uygun bir fon müziği arıyorsanız Orta Doğu’da sahnelediğiniz tiyatroya, “rap” desenize!
Ne diye ihanet ediyorsunuz stratejik ortağınıza!
Hem, hiç olmazsa bir ortak damarı var rap müziğin Arapların halihazırdaki konumuyla...
Sonradan kapitalizme çok kazandıran mamüller listesindeki yerini alsa da, Amerikan varoşlarında, “ezilenlerin türküsü!” tadında doğdu o da!
Hem bugüne kadar dertlerini anlatmak içn “bağırsak temizlemek”, “tükürmek”, “şeyini şey etmek” gibi fiilleri tercih eden AKP’li yöneticiler için de “ilaç gibi” gelecektir “serbest vezin” deki bu akım!
Memleket aydınının ruh iklimi
Türkiye’nin varlığı kendinden menkul aydınları:
1) Karısının başı türbanlı olduğu için ders verdikleri üniversitede çalışmasına zamanında engel oldukları Ahmet Davutoğlu’na sonradan hayran olurlar.
2) 10 yıl önce sövdükleri Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinden milletvekili olurlar. Hepimiz biliriz ki, yakalanmasalardı, “bin kere özür” dilemeyeceklerdi.
3) Başkalarının ses kayıtları esas, kendilerininki sahtedir.
4) Hükümete karşı duran gazeteciye “terörist” muamelesi yapılması
mübahtır.
5) Zamanında Kenan Evren’in eteğini öpmek için sıraya girmelerinin nedeni o günkü şartlardır.
6) 28 Şubat’a selam çaktığını hepimizin bildiği kıymetli zevatın şimdi AKP yalakalığına soyunması normaldir
7) Milletin parasından (TMSF) transfer ücreti almak ile liberal olmak arasında hiçbir çelişki yoktur.
8) TRT’den cukkalanmak (hatta sülalece TRT’ye kapak atmak) için tüm prensiplerini inkar etmek mübahtır.
9) AKP Hükümeti’nin oligarkik tavırları için “ne yapalım onlar iktidar!”, diyebilen Marxistler! bu dönemde ortaya çıkmıştır.
10) Daha iki ay evvel “Apo’yu paşa yapalım” deyip, şimdi “PKK’ya en şiddetli gücümüz ile girişelim” demek arasında çelişki yoktur. Açılıma alkış tutmaktan “bu Kürtler de çok oluyor”a geçmek Beşiktaş’ta karşıdan karşıya geçmekten daha kolaydır.
11) Erdoğan’a ödül veren ve hayatını İsrail’in çıkarlarına adayan Yahudi lobisinin İsrail ile alakasının olmadığını, alt tarafı ABD kuruluşu olduğunu gözümüzün içine baka baka söyleyecek kadar yüzsüzdürler.
12) Seçimden önce okuruna “ben artık AKP milletvekili oluyorum, elveda!” deyip aday bile yapılmayınca, hiçbir şey olmamış gibi, köşesine sessizsedasız dönebilecek kadar geniş mezheplidirler.
13) Ergenekon Davası’nın iddianamesindeki çelişkiler/zırvalar ortalık yere dökülünce “ne yapalım alaturka iddianame böyle olur,siz yine de sanıkların suçlu olduğuna iman edin!” diyecek kadar kıvraktırlar.
14) Yazısının sonuna “devamı yarın” yazıp, bir ay meydandan çekilecek, ama bir ay sonra “cukka meselesini hallederek” geri döndüğünde “şaka yapmıştım” diyecek kadar geniş yüreklidirler. Cüneyt Ülsever odatv.com
Bir de kendimizi kurtarabilseydik
Arapların “Sultan” dediği bizim Başbakan “Arapları kurtarma seferine” çıktı, izliyorsunuzdur...
Bizim yalakaların dediğine göre “Arapları görmek, incelemek ve kurtarmak” için...
Görmek ve incelemek kısmında; insansız uçak değilse bile, dünyanın en çok insanlı iki uçağında, üst üste 280 işadamı ile...
280 işadamının 30’u Güneydoğu’ya gitseydi ya...
Gerek kalmayacaktı İsrail’in Heron’larına...
Ya da Amerikalıların Predator’larına...
***
Arapları “kurtarmaya” gelince...
Aynı saatlerde Hakkâri’de PKK baskın yaptı, bir polis, bir asker, bir korucu, iki sivil vatandaş öldürüldü...
İsrail Heron’larımızı aldı vermiyor...
Biz de Amerikalılardan Predator’larını istedik...
Kendimizi “kurtarmak” için...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Höt zöt yapan Türkiye’nin heronlarına el koyan İsrail... Belini incitmeden ince ince giydiren Brezilya’ya, biraz fren yapsın da İsrail’i daha zor durumlara düşürmesin diye ne yaptı biliyor musunuz? Heron verdi.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Telekulak canavarı “bahar sarhoşu”
Yakın tarihimizin en büyük sakandallarından biri patlak verdi önceki gün. MİT-PKK ve bir Koordinatör Ülke(!) biçiminde dizayn edilen “üçlü mekanizma(!)” ya ait olduğu ileri sürülen ses kaydı, yeri yerinden oynattı. Haliyle dünkü gazetelere düşen, bu olayı kamuoyuna duyurmaktı. Konuya elbette her gazete kendi yayın politikasına göre yaklaşacaktı. Kimi içeriği de yazacak, kimi sadece böyle bir kaydın ortaya çıktığından bahsedecek, kimi “iddia” diyecek, kimi ilk andan hükmü verecekti... Bunlar olağandı, olamayacak olan, eğer yapılan iş “gazetecilik” ise gerçekten, bu skandalın patlak verdiğini yok saymaktı. Ama “bir gazete” bunu da yaptı!
Manşet yapan, eteklere sarkıtan, büyük veren, mümkün olduğunca gözden saklamaya çalışanlar tamamdı da, bir gazete -defalarca inceledik sayfalarını- bu olaya bir tek satır bile ayırmadı.
Hangisi mi?
En “telekulak canavarı” olanı!
Yasadışı dinlenen asker, savcı, hakim, muhalif olması kaydıyla siyasetçi, gazeteci vs. olunca, peşinen doğru sayıp, çarşaf çarşaf yayımlayanı! Özel hayatın gizliliğini ihlal, yasa dışı elde edilmiş sesli ve görüntülü kayıtları yaymak konusunda en kanun tanımaz olanı!
Bugüne kadar, adeta telekulak servis aracı işlevi gören bu gazetenin tavrı yalnızca “bahar sarhoşu” olduğundan mı?
Acaba?!
Niye şükran duyacakmışım ki...
Oray Eğin dünkü yazısında “Adalet Bakanı Sadullah Ergin’e de insani duyarlılığından dolayı hepimizin bir şükran borcu var” diyordu.
Nedeni, Sadullah Ergin’in, Silivri’de tutuklu bulunan Doğan Yurdakul’un ölmekte olan eşini görmesi için çalışacağını, kendisinin de duruma çok üzüldüğünü söylemiş olması. Peki ne zaman söyledi Sadullah Ergin bunu?
Vatan gazetesi Ankara temsilcisi Bilal Çetin kendisini arayınca?
Ya aramasaydı?
Bir sağır sultanın duymadığı trajediye müdahale etmesi için illa bir gazetecinin dürtmesi mi gerekliydi kendisini?
Bir insana en temel ve yasal haklarından birini kullandırma lütfunda bulunmaya karar verdi diye hiç de borçlu hissetmiyorum kendimi Adalet Bakanı’na!
Aksine, onca meslektaşımızın “zulümhane” de tutulduğu bir dönemde, onun “borçlu” olduğunu düşünüyorum gazetecilere; bu kadar sessiz kaldılar diye!
Parayı veren düdüğü çalar
Dün deneyimli bir siyasetçi
uyardı:
“Emin Bey, bunlar Libya’daki isyancılara bir kısmı bavulla 300 milyon dolar para gönderdiklerini itiraf etmek zorunda kaldılar. Paranın önemli bir bölümü mutlaka hortumlandı ve parayı alanların ceplerine girdi. Türkiye’nin en az 50 milyon dolar parasını bu hırsızlar paylaşmış durumda. Şimdi ben bu parayı alsam, küçücük bir bölümünü dağıtarak Libya’da Tayyip lehine öyle gösteriler düzenletirim ki!..”
Siyasetçi haksız mı?..
Emin Çölaşan / Sözcü
Gülerce, CHP liderinin Suriye politikasını “mezhep yakınlığı”na bağlayan AKP’li Çelik’e tepki gösterdi:
Derhal Alevilerden özür dile!..
Bazı sözler vardır, özür dilenmedikçe, yapılan yanlıştan dönülemez. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Sayın Hüseyin Çelik’in, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu eleştirirken söyledikleri de böyledir.
Sayın Çelik, Sayın Kılıçdaroğlu’na sesleniyor: “Niçin savunuyorsunuz Suriye’deki Baas’çı rejimi? Açıkçası aklıma başka kötü şeyler de geliyor. Suriye’deki Baas’çı rejim, yüzde 15’lik kitleye dayanıyor. Acaba Sayın Kılıçdaroğlu, mezhep yakınlığı dayanışmasıyla mı Suriye’ye bu manada sahip çıkıyor?”
Bu ifadeler, maksadı aşan ifadelerdir. Şahsen ben de Sayın Çelik’i, yakından tanıyorum. Onun, demokrat karakterini biliyorum. Alevi vatandaşlarımızın hakları konusunda hükümetteki duruşuna da vâkıfım. Alevi vatandaşlarımızı karşısına almayı, hiçbir zaman düşünmeyeceğine de inanıyorum. Ama sözleri Alevi vatandaşlarımızın bütününü üzmüştür, kırmıştır, rencide etmiştir, yaralamıştır. Tecrübeli bir siyasetçinin bunu görmesi lazım. Hatadan dönmek de fazilettir. Samimi bir özür, gönüllerin tamiri için bugün çok değerli hale gelmiştir. Hepimiz insanız. Bu tür yanlışları yapıyoruz. Ardından üzüntü de duyuyoruz. Fakat özür dilemedikçe açılan yaralar kapanmıyor.
Türkiye’nin gücünü tüketme potansiyeli taşıyan iki temel mesele var; biri Kürt sorunudur, diğeri de Alevi vatandaşlarımızın haklarının verilmemesidir. Bu haklar verilmezse, bir de “Alevi sorunu” ile Türkiye’nin başı epey ağrır.
(...) Aleviler, Bektaşiler, Mevleviler, Caferiler bu ülkenin Sünniler kadar eşit vatandaşlarıdır. Toplumsal barış ve kardeşlik için onların küstürülmemeleri gerekir. Onların hassasiyetlerine dikkat edilmesi de çok önemlidir. Gönüllerin tamiri adına da ortak değerlerin öne çıkartılması için çaba harcanmalıdır.
Yeri gelmişken bir hususun da altını çizmek istiyorum. Biz Türk asıllı vatandaşlarda (epey geniş bir çevrede) Kürt vatandaşlarımızla ilgili büyük bir yanlış var. Bu yanlışı yapanlar, bütün Kürt vatandaşlarımızı PKK’lı gibi görüyor. Doğrusu ise şudur: Kürt vatandaşlarımızın büyük çoğunluğu PKK teröründen, şiddetten, bölücülükten fersah fersah uzaktır. Ama Güneydoğu’dan bir vatandaş İç Anadolu’ya, batı bölgelerine iş yapmaya gelse, açıktan söylenmiyor ama başka gözle bakılıyor. Aynı şekilde Sünni kesimde, yine geniş bir çevre, aynı yanlışı Alevi vatandaşlarımızla ilgili olarak yapıyor. Sanki Aleviler, Müslüman değilmiş gibi algılanıyorlar. Doğrusu ise şudur: Bu ülkenin Alevileri, Müslüman’dır, ehl-i-namazdır, ehl-i oruçtur. Hassasiyetleri, diğer Müslüman kardeşlerinden farklı değildir. Böyle derken, kimseyi dindarlık yarışına davet etmiyorum. Bizim milletimiz, Sünni’siyle, Alevi’siyle ibadetlerinde aksamalar yaşasa da, inanç konusundaki samimiyetini kimseye sorgulatmaz. Kendisi günah işlese de günaha sevap, harama helal demez.
Ben biliyorum ki, Alevi kardeşlerimizi üzen konulardan biri de, kırıldıklarında, gücendirildiklerinde Sünni kesim olarak bizlerin, onların beklediği tepkiyi vermiyor olmamızdır. Hâlbuki, onlardan önce bizlerin tepki vermesidir değerli olan... Zaten bu ülkede demokratlığın en büyük problemi, kendimize demokrat olmamızdır. Bizim gibi düşünmeyenlerin, bizim gibi yaşamayanların haklarını savunmada, onlara sahip çıkmada, saygılı davranmada samimiyet çizgisine gelmediğimiz sürece, demokratikleşmenin içi daima boş kalacaktır.
Hüseyin Gülerce / Zaman
Not: Sayın Gülerce yukarıdaki ifadelerinde samimiyse, bugüne kadar kendi gazetesini hiç okumamış demektir. Eğer okumuş olsaydı, yukarıda sergilediği hassasiyetin gereği olarak Çelik’e yaptığı çağrının bir eşini de, “Alevi subay, Alevi savcı, Alevi hakim” gibi ifadelerle, “fişleme yapar gibi” haber metni yazan, başlık atan çalışma arkadaşlarına da yapması gerekirdi...
Günün sorusu
Bu iddianame (odatv iddianamesi) Türkiye’de bundan böyle gazetecilik yapılamayacağının resmi belgesi bir bakıma. Mesleğe taziye ziyareti yapmadan önce son bir gazetecilik faaliyeti göstermek niyetindeyim: (...) Bunca insanı örgüt üyesi suçlamasıyla aylardır hapiste tutan dijital delillerin imajlarını neden hâlâ savunma makamına vermiyorsunuz?
Ezgi Başaran / Radikal