Önyargı ile yargı
Hakkın, hukukun yahut gerçeğin tekelinin kendi ellerinde olduğunu sananlar ciddiye alınamazlar. “Ben demek devlet demek” söylemi neyi anlatıyorsa ‘ben demek hukuk demektir’ sözü de aynı şeyi anlatır. Önyargı, saplantı, taassup ve nefret hukuku yanılgıya sevk eden en büyük duygulardır.
Bernard Shaw, Jan Dark adlı meşhur eserinde, kendi inançlarından farklı şeyler söylediği için, genç Jan Dark’ın şeytan ve kötülükle ifsat edilmiş olduğuna inanan, baş papazın halini tasvir eder.
Baş papaz, genç kızı en ağır sözlerle suçlayıp, odun yığınları üzerinde cayır cayır yakılması için ateşli nutuklar çektikten sonra bizzat yakılma sahnesiyle sonunda karşı karşıya gelir. Kör taassup ve saplantıyla verdiği mahkûmiyet kararının mantıki sonuçlarını, bizzat gözleriyle görüp, sağduyu ve mantığın uyarısıyla, yaptığı hatayı anlayınca müthiş bir pişmanlık duyar.
Jan Dark’ın yakılmak üzere odun yığınları üzerine çıkarıldığını gördükten sonra pişmanlığını ve akılsızlığını baş papaz şöyle dile getir:
“Ben kötü bir şey kastetmemiştim. Ben bu işin nasıl olacağını düşünmemiştim... Ben aslında ne yapmakta olduğumu bilmiyormuşum... Eğer bilmiş olsaydım, onu gardiyanların elinden alıp kaçırırdım. Bilmediğiniz şeyler hakkında konuşmak o kadar kolay oluyor ki. Kabaran hislerinizin yaktığı ateşe benzin dökmek hoşunuza gittiği için, kendinizi olmayacak günahlara sokuyorsunuz.”
Karar vermeden önce düşünmeyen, incelemeyen ve vereceği kararların mantıki sonuçları hakkında hesap yapmayanlar her türlü yargı cinayetine alet olabilirler. Adalet kılıcı bu tür ellerde bir anda zulüm kılıcı haline gelebilir.
İktidar hırsı, can korkusu, kamuoyu baskısı ve tarihe kayıt düşmek adına hukuk yerine şeytana (iktidara) teslimiyet söz konusu olabilir. İşte tarihin en meşhurlarından bu tür davranışlara birkaç örnek: Robespierre, iki yıl önce istişare toplantısında ölüm cezasına karşı mücadele etmiş ve savaşı cinayetlerin en büyüğü diye nitelendirmişti. Sonra binlerce insanı giyotinden geçirdi. Danton, cinayet mahkemelerinin kurucusu olduğu halde, iç dünyasının bütün şaşkınlığıyla ve büyük bir ümitsizlikle: “başkalarının başını giyotine göndermektense kendi başımı giyotine uzatayım” diye haykırmıştı. Gazetesinde yayınladığı yazıyla üç bin kişinin kellesini isteyen Marat bile giyotine sırası gelenlerin her birini teker teker kurtarma çarelerini arar. İleride kana susamış canavarlar diye anlatılacak bu gibiler, ceset kokusuyla başları dönen, gözü kanlı katillerin hepsi, adam öldürmenin her biçiminden nefret ederler, içten içe. Aslında hepsinin de istediği, politik rakiplerini idam tehdidiyle dizginlemektir... (Zweig; 1969, 52).
Demoulins yazı masası başındayken Girondistler’in yargılanmasını öfkeyle ister de, mahkeme salonunda kendisinin yargıç önüne çıkarttığı yirmi ikisi için ölüm hükmü verildiğini duyunca sapsarı olur, büyük bir şaşkınlıkla ve titreyerek salondan kaçar, hayır ben böyle istemedim, diye!
Hiç biri kandan hoşlanmaz ama yine de kan dökmek zorunda kalırlar. Mahkemelerin ön yargı ile hüküm vermesi veya adalet için cellat olması böyle bir şeydir.
Fransız ihtilalinin adaleti (!), Bolşevik ihtilalinin yargısız infazı ya da Yassıada yargıları (!) benzer hukuk cinayetlerini farklı yöntemlerle işlemişlerdir. Bugünün yargıları konusunda da benzer değerlendirmelerin yarın gündeme gelmeyeceğini kimse garanti edemez.