Onlar erdi muradına...
Ne Enis Berberoğlu’nun, ne de “gazeteciliğin” başına gelen, yumoş kutusunun ayak kaydırması
değilmiş. Biz az bile yazmışız. Tek sıçrayışta iki bakan arasına kurulmak pamuklaştırmış kalemlerini
Hürriyet’in Kanaltürk propagandası göze batmaya başlamış. Odatv.’den Ayhan Bozkurt veryansın ediyor: “Hepiniz ağır baskılar altında, özgür ve bağımsız habercilikten ödün vermez iken, Kanaltürk’teki bir magazin programı hemen her gün Hürriyet sayfalarına nasıl taşınır?”
İnsanın arkasına bakmadan kaçası gelir ya, işte ben öyle bir hal içindeyim... Çünkü Bozkurt’un deyimiyle “ödünsüz Hürriyet”ten Enis Berberoğlu’nun Diyarbakır uçağında “iki bakan arasındaki” pozuna bakıyorum.
Tam da günümüz gazetecisi(!) ile günümüz siyasetçisinin olması gerektiği gibi, omuz omuza, kafakafaya, dizdize... Safları öyle sıklaştırmışlar ki, bir hal olsa, kimin eli kimin cebinde bilemeyiz.
Yükselmek, daha da yükselmek isteyen bir gazeteci için, “kadrolaşarak” var olan bir iktidar ile yekvücut olmaktan iyisi Şam’da kayısı. Yarın Berberoğlu, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni olursa, kim ’hak etmedi’ diyebilir ki? Şu pozu veren, verebilecek kaç “gazeteci” var sektörde?
Sadece biz değil, düne kadar, CNN Türk’teki ortak programlarında ’Berberoğlu’nun çaktığı iktidarı tedaviden sorumlu’ Bilal Çetin bile hayretle izliyor arkadaşının “azmi”ni. Manidar bir tebessümle...
Mutlaka izleyin; ibretliktir o resim.
Bize de rahat batmıyor oturduğumuz yerde, adımızı duyunca irkilenler (tüyleri diken diken olacaklar yazacaktım ama malum KKK’ın ilk K’sı “kel”) listesine bugün de bir kişi ekleyelim sloganıyla çıkmıyoruz evimizden sabahları.
Mesele ne Berberoğlu, ne başkası.
Mesele gazeteciliğe kurulan ’kirli tezgah’ta kendilerine biçilen rolü oynamayı reddedememeleri.
Dün Berberoğlu sayesinde “üslubu bozuk muhalefetie sitem eden, meclis tutanaklarının yüz kızartıcılığından utanan, makul, duyarlı, duygusal bir Bülent Arınç” portresiyle tanıştı Hürriyet okuru. Peki o okurun, o Arınç’ın, muhalefeti tanımlamak için ”kaşar“ sıfatını kullandığını bilmeye de hakkı yok muydu?
İktidara desteğini, inancını, güvenini yazdıktan sonra basın üzerindeki baskıyı gündeme getiren Özkök’ün ”bunları zorla yazıyoruz“ mesajı verdiğinden dem vuruyor birileri.
Herkes baskı altında... Ama herkesin kalemi pazarlığa tabi değil...
Bu işler, bakanlarla iş bağlarken, fiyakalı fiyakalı ”tarassut köpeğiyim“ yazmaya benzemiyor Ertuğrul Bey, keza Enis Bey!
Bunca yıl ununuzu elediniz eleğinizi astınız, elinizi ayağınızı bağlayan mı var? Madem o kadar rahatsızsınız, inanmadığınız bir şeyi yazacağınıza yazmazsınız olur biter... Gidersiniz bağlık bahçelik bir sahil kasabasına, kendi organik şarabınızı üretir, internetteki bloğunuzdan sansürsüz ifade edersiniz düşüncenizi.
Sadece mesleğimizin değil, yemleyip durduğunuz ” koyun tipi toplum modeli “nin vebali de omuzlarınızda...
Az bile yazmışız kaç gündür.
Ne Berberoğlu’nun, ne Özkök’ün,
ne de ”gazeteciliğin“ başına gelen şey,
öyle bir kutu yumoş kutusunun yiyeceği nane değil....
Bir gazetecinin yandaşlaşma serüveninde katetmesi gereken mesafeyi, rakipleriyle aralarındaki farkı kapatmak için bir sıçrayışta almaya çalışanların ”dün dipte, topun ağzındaydım, bugün uçakta iki bakan arasında“ rehavetiymiş...
++++++
Bir garipler
Atina dönüşü uçakta gazeteci Fatih Çekirge, Başmüzakereci Egemen Bağış’a soruyor:
- Peki biz ani bir kararla Kıbrıs’taki
askerlerimizi çeksek ne olur?
Dünyayı şoke etsek...
Karşısında oturan Mustafa Karaalioğlu,
“Evet ne var.
Ne olur?” diyor...
Nur Batur, “Evet Türkiye böyle bir jest yapsa dünyaya karşı müthiş bir barış çıkışı olmaz mı?” diye Çekirge’yi destekliyor.
Fatih Çekirge sütununda yazdı bunları.
Bakınız emekli diplomat Uğur Ergun ne diyor
“Yunanlının iştahını açarsanız sonra doyurmakta zorlanırsınız...”
Yunanistan Başbakanı George Papandreu, 20 Ekim’de Kıbrıs’ta konuştu: “Yunanistan’ın kararlılıkla sürdürdüğü değişmez dış politikasının hedefi, Türkiye’nin Kıbrıs’ı istila etmesinin sonuçlarının yasallaşmasını önlemek ve tamamen ortadan kaldırılmasını sağlamaktır...”
Bu sözlerde hiç jest ve anlaşma niyeti var mı?
İngilizler niçin askerlerini çekmiyor Ada’dan? Gazeteci dostları anlamak çok zor bazen...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Mahkûmiyet
CHP’lilerin TBMM’de pankart açtığını gören Başbakan “Geçmişte pankart açan seyircilere mahkûmiyet kararı çıkmıştı, Meclis Başkanı gereğini yapsın” diyerek, demek ki CHP’lilerin “mahkûm” edilmelerini istedi.
Şimdi ister misiniz, kağıda “Atam
izindeyiz” diye yazdıkları için CHP’lileri
içeri atsınlar...
Çünkü Başbakan’ın zihniyetine
uygundur bu.
Demokratlığı, hukuk anlayışı,
devlet adamlığı bu kadardır....
* Bekir Coşkun / HaberTurk
++++++
Tek adam tarzı
Tek adam konuşur.. Tek adam karar alır.. Tek adam talep eder.. Diğerleri yapar.. Oyunun kuralı budur.. Türkiye çok uzun süredir, tek adam tarafından yönetilmektedir! Başbakan Kürt açılımı başlarken milletvekillerinin sesini kesmek için Söz ola kese başı demedi mi?
Dedi.. Bakanlar Kurulu’nda yaşanan bir tartışma medyada yer alınca.. Söyleyin isimlerini kulağından tutup atayım demedi mi?
Sağlık Bakanı’nın başına gelenler..
Kürsüden fırçalamadı mı?
Bütün bunlar olmadı mı? Oldu...
Başbakan partisine değil kendisine oy verildiğini düşünüyor.. Cumhurbaşkanını seçen o, Meclis Başkanı’nı seçen o, milletvekillerini milletvekili yapan o, bakanları atayan o.. Milli iradeyi tek başına temsil ettiğine inanıyor..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Şahin’in haddine değil
O Meclis ki; Genel Kurulu’nda çıkan binlerce kavgadan birinde bir milletvekili hayatını kaybetti...
O Meclis ki; en yakası açılmadık küfürler havalarda uçuştu... Yakın dövüş sanatlarının bütün örneklerine tek tek sahne oldu...
O Meclis ki; temizlik işlerini yapan firma elemanlarının personel binasında grup seks yaptıkları iddiasıyla gündeme geldi...
O Meclis ki; nice “saygın” milletvekilinin üç kuruşluk çıkar ya da koltuğunu korumak uğruna, rakip partilere “transfer olduklarına” tanıklık etti...
O Meclis ki; Sosyal Hizmetler Müdürlüğü’nde şef olarak görev yapan memuru tarafından 2004’te 48 milyar 172 milyon lirası dolandırıldı... Koridorlarında, grup salonlarında, milletvekili odalarında bugüne kadar onlarca “hırsızlık” olayı meydana geldi...
Terör örgütü üyesi, dolandırıcı, uyuşturucu kaçakçısı, ihale üçkağıtçısı milletvekilleri cirit attı...
Böyle bir Meclis’te şimdi “pankart” kavgası yaşanıyor...
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin saygınlığını korumak,
hepimizin görevi... Ama bu,
Atatürk’lü dövizleri yasaklatarak ve milletvekillerinin ifade özgürlüklerini kısıtlayarak değil...
Meclis’teki yasa dışı işleri
azaltarak ve insan kalitesini
yükselterek sağlanır...
Başkan Bey; önce yukarıda sıraladığım “suçları” ve “ayıp”ları Meclis çatısı altına sokmamaya çalışsın... Yoksa... Atatürk’lü dövizleri yasaklamak, onun işi de değil, haddi de...
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
Makamını borçlu olduğu kişiye diyet ödüyor
Amir: Başbakan. Memur: TBMM Başkanı!
Bizim devlet protokolümüz tam tersini söylüyor oysa.
TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanı’ndan sonra geliyor, Başbakan onu takip ediyor. Bakanlarından “Benim bakanım” gibi söz ettiğine de alışmıştık. Ama TBMM Başkanı’na böyle davranması, bir çocuk gibi azarlaması kabul edilebilir bir durum değil.
Aslında sorun TBMM Başkanı’ndan kaynaklanıyor.
Bulunduğu makamın haklarını ve seviyesini korumak herkesten önce ona düşerdi. Demek ki bir makamı borçlu olduğunuz bir kişiye karşı o makamı savunmak diye bir şey de söz konusu olamıyor.
Çok yazık!
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
Emin Çölaşan’ın kehaneti mi?
Emin Çölaşan’ın önceki gün saat 17.00 dolaylarında, yeni “irticayla mücadele eylem planı”nı hazırladığı iddia edilen Albay Dursun Çiçek’in sorgusunun devam ettiği saatlerde yazdığı yazının bazı satırları şöyleydi:
“Çiçek tutuklanacak.
Başka yolu yok.
Çünkü eğer tutuklanmaz ve serbest bırakılırsa, AKP’nin ve AKP medyasının
aylardan beri çığırtkanlığını yaptığı ”darbe masalı“ çöker. O zaman da AKP, elinden oyuncağı alınmış çocuk gibi olur!”
Albay Çiçek bu yazı yazıldıktan birkaç saat sonra tutuklanarak Hasdal Askeri Cezaevi’ne gönderildi.
Ve dünkü yandaş medya köşeleri, aynen Çölaşan’ın dediği gibi “Ötesi de gelecek, azz sonraa” sinyallerini veriyordu.
Soru şu:
Bir gün sonra yaşanacakları A’dan Z’ye kaleme almış olması Emin Çölaşan’ın kahin olduğunu mu gösterir?
Yoksa kafasındaki kırk tilkinin uzlaşmasını beklemeden malumu ilan ettiğini mi?
Türkiye’nin yarın ne olacağını görmemek için ya aptal ya da “bana dokunmayan
yılan bin yıl yaşasın” çıkarcılığında yaşayanlar gibi “algılamada gönüllü körlük” yaşıyor olmak gerekiyor.
++++++
Alevilerin sadece adı var
Devlet Bakanı Faruk Çelik yaptığı açıklamada; ipucu da verdi: Çalıştaylar bitirildikten sonra sembolik açılımlar yapılacağını söyledi. Başlangıçta olumlu baktığım bu açılımın artık fare bile doğurmayacağını düşünmeye başladım. Çünkü; Faruk Çelik; Alevilerin sorunlarını; Alevileri dışlayarak; hatta işin içine Alevi düşmanlarını sokarak çözmek gibi bir yöntem uyguluyor. Böyle olunca da Alevilerin sorunlarını anlamamak, çarpıtmak, böylece açılım değil asimilasyon yapmak gibi bir niyet ortaya çıkıyor.
Siz; Mümtazer Türköne gibi; Nevzat Tarhan gibi Alevilere düşmanca bakan isimleri çağırır, Alevi çalıştayını bunların fikirleri üzerine kurmaya kalkışırsanız; elbette ki tepki görürsünüz...
İşin içine Alevi toplumunu tanımayan, Aleviliği bilmeyen isimleri bile sokuyorsunuz ama bu toplumun gerçek temsilcilerini mümkün olduğunca dışarıda tutmaya uğraşıyorsunuz. Halbuki; her toplantıda, Alevi toplumunun değişik temsilcileri yer almalıdır. Her toplantıda, geleneksel Aleviliği bilen ve savunan Alevi eğitimci ve aydın yer almalıdır.
Peki, Bakan Çelik ne yapıyor?
İşi uzatmak için ilgisiz kişileri bir araya getirip konuşturuyor. Yakında magazincilerle de Alevi açılımı toplantısı yaparlarsa şaşırmam... Açılımın, 2011 seçimlerinden sonraya atılmak istendiğini düşünmeye başladım. Kızmaca yok Sayın Çelik; Aleviler hükümetten çalıştay değil icraat istiyor.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
MİNİ YORUM
Ali Dibo kim?
Dursun Çiçek’in avukatı sorguyla ilgili bilgi verirken “Basit anlamsız eften püften sorular sordular...” demiş. Nedense aklıma, gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Aydınlık ve Ulusal Kanal görevlilerine “Ali Dibo kim?” diye soran polis memuru geldi. Hüküm en başından belliyse nasılsa önemi yok “Ali Dibo’nun kimliği”nin... Hatta olsa da olur, olmasa da...